Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)

In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten

--------------------

Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.

Lektion lernen

  • hutuvat (Hutvât-Hutevat) (Hutve. C.) Adımlar. İzler. Yollar. Eserler. Şeytanın aldatmaları. Hutuvât-ı Sitte adlı eseri ve İstanbul'daki faaliyetiyle İngilizin, âlem-i İslâm ve Türkler aleyhindeki müstemlekecilik siyasetini ve entrikalarını, tarihî düşmanlığını etrafa neşrederek, Anadolu'daki Millî Kurtuluş Hareketini desteklemiş, bu hususta en büyük âmillerden birisi olmuştu. RNK-Tarihçe-i Hayat/174
  • müsadere (Sudur. dan) Yasak edilen bir şeyin kanuna göre elden alınması. Zulüm ve cebir.         Müsadere edilen bütün kitaplarımı görüyorsunuz ki, siyasete arkalarını çevirip, bütün kuvvetleriyle imana ve Kur’ân’a, âhirete müteveccih olmalarıdır.
  • teraküm Birikme, yığılma. Birbiri üzerine sıkışma.         belki bin seneden beri tedarük ve teraküm edilen müfsid aletlerle dehşetli rahnelenen kalb-i umumiyi ve efkar-ı ammeyi ve umumun ve bahusus avam-ı mümininin istinadgahları olan İslami esasların ve cereyanların ve şeairlerin kırılmasıyla bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumiyi,
  • isticvâb (a.i. cevâb'dan.) Cevab isteme, sorguya çekme, ifadesini alma, söyletme, konuşturma. Mahkemede şahidlerin ifadelerini alma.         Binbaşı Merhum Asım Bey isticvab edildi. 
  • memnû', memnûa (a.s. men'den ç. memnûât.) Yasaklanmış, menedilmiş, mâni olunmuş, yasak edilmiş, yasak.         On sene kadar sebepsiz bir nefye mahkûm; ihtilâttan, muhabereden memnu, 
  • şiddet-i iktisat İleri derecede tutumluluk.           Dokuz sene ikamet ettiğim Barla halkının müşahedesiyle, şiddet-i iktisat berekâtıyla ve tam kanaat hazinesiyle ve ekser günlerde herbir gün yüz para ile, 
  • ikâme-i da'vâ Dâvâ açma.        
  • 1-Cessas 2-Cessas 1-Casus.    Gizli şeyleri araştıran, gizli şeylere merak eden.    Tecessüs sâhibi. 2-Kireç ile bina yapan. Badanacı.     düzgün bir nizam altına almak ve hassas, cessas, mükemmel bir ölçü ve mizanla her uzvunu ve cihazını tartmak,  
  • mevkûf (a.s. vakf'dan.) Tevkif edilmiş, tutulmuş, zanlı olarak hapsedilmiş, tutuklu. Alıkonulmuş, durdurulmuş. Bağlı, başka bir şeye bağlı olan. Vakfedilmiş, vakfolunmuş. i. Osmanlı devletinde Ramazan ayında bazı memurlara verilen para . hds. Ashab-ı kiramdan nakledilen, onlara ait söz, iş ve takrirler.   Hem millete, hem hükûmete, hem mâsum, mevkuf birçok efrad-ı millete büyük zarar verdiler. 
  • Efkâr-ı Sâibe Maksada uygun fikirler, doğru sözler.           Elbette, hakikî ve kat’î ve reddedilmez kanaat-i ilmiyeyi ve efkâr-ı saibeyi âsâyişe dokunmamak şartıyla, cumhuriyetin hürriyeti, o hürriyet-i ilmiyeyi istibdat altına alamaz ve onu bir suç tanımaz.
  • 1-İsti'da 2-İstid'a 3-İstida' 4-İstida' 1-Medet, yardım istemek. 2-Rica ile istemek. Davet etmek.    Bir işi için resmî bir daireye verilen ve istek bildiren kâğıt.            Dilekçe. 3-(Vedâ'. dan) Bakılmak üzere emaneten bir kimseye bir şey bırakmak.      Bir malı emaneten bir yere bırakmak. 4-El uzatma.   tâ hakkımı müdafaa için bir istida yazdırayım 
  • 1-Idlal (İdlâl) 1-İdlal 1-Hak dinden, imân ve islâmiyetten saptırmak.    Doğrudan, Hak ve hakikat caddesinden ayırmak.    Azdırmak. 2-Naz etmek.    Çok nazlanmak.     Ve bununla beraber, risaleler, hükûmetin kanunlarına mugayir olmadığı ve âsâyişi ihlâl ve halkı idlâl mahiyetinde bulunmadığını ve bilakis hükûmetçe takdirlerle karşılanması lâzım geleceğini, zerre
  • aktâr-ı cihan Her taraf, dünyanın dört bir yanı.         Evet, dünyada hiçbir millet dinsiz olarak yaşamadığı gibi, Türk milleti misillü bütün asırlarda mümtaz olarak, bütün aktar-ı cihanda ve nerede Türk varsa Müslümandır. 
  • müctenib İctinâb eden, uzak duran, çekinen, bir şeye karışmayan, sakınan.           ve siyasetten müçtenibane yaşadığımı bu memleket bilir. 
  • merdümgiriz İnsanlardan sıkılan, kalabalıktan hoşlanmayıp yalnızlık isteyen.           ve merdum-girîzâne ve müşfikkârâne ve siyasetten müçtenibane yaşadığımı bu memleket bilir. 
  • EL-MEVTÜ HAKKUN Ölüm haktır. Ölüm gerçektir.         Madem hergün lâakal otuz bin şahit, cenazeleriyle el-mevtü hakkun dâvâsını imza ediyorlar; 
  • sadme (a.i. ç. sademât.) Çarpma, tokuşma, çatma, vurma. Ansızın başa gelen ve sarsan bela, felaket. Patlak. kim. Patlama.     elbette onun hakikî tefsiri ve o güneşin bir nuru ve onun bir memuru olan Risale-i Nur, o vazife-i imaniyesini, biiznillâh, sadmelere uğratmayarak görecektir. 
  • hulûl Girme, dâhil olma, içine sokulma. Gelip çatma, erişme. Geçişme, sızma. Konma. Tenasühe inananlara göre bir ruhun bedenden ayrıldıktan sonra başka bir bedene girmesi, tenasüh, reenkarnasyon.     bir maksad-ı siyasînin perdesi altında hükûmetin bazı erkânına hulûl edip iğfal etseler 
  • antika Eski çağlardan kalma eser veya tarihi değeri olan eski eşya. s. mec. Genele, olağana, geleneğe aykırı, acayip, tuhaf. Kıymetli, değerli.       Bu antika ve pek garip ve şekli çok çirkin ve hiç görülmemiş bu hale karşı, ancak gülmekle mukabele edilir.” 
  • Bil-iltizam Bile bile. İş edinerek, özel surette kasd ü niyetle.       Demek bil’iltizam, hiçten büyük bir hadiseyi icad etmek garazıyla o vaziyeti göstermiş.  
  • taab-ı dimağî Zihnî yorgunluk. Dimağın yorgunluğu.       taab-ı dimağî ve perişaniyete ve daha çok müz’iç ahval içinde, hakikati doğru olarak, olduğu gibi, bu kadar beyan edebildim.
  • şeni' (şeni'a) Kötü, çok fena, çirkin, günahlı iş.           dünyada en şenî bir iftirayı eder. 
  • tervîc (a.i. revâc'dan. ç. tervîcât.) Revaç verme, kıymet ve değerini arttırma. Kabul ettirme, yaptırma, geçerli kılma. Bir fikri tutma, destekleme.       Evet, hükûmet-i Cumhuriye, o gizli müfsidlerin vatana ve millete muzır efkârlarını elbette terviç etmez ve taraftar olamaz. 
  • cari Cereyan eden, akan, akıcı. Geçerli, yürürlükte, muteber. Kullanılan. Dîvanî yazının noktasız yazılan bir çeşidi.     Eğer etse, onun aleyhine ikame-i dâvâ etmek, bütün memleketlerde câri olan bir kanundur. 
  • istihsâl (a.i. hâsıl'dan ç. istihsâlât.) Hasıl etme, meydana getirme, elde etme, üretme. Ele geçirme.         İleride hükûmetin müsaadesini istihsal suretiyle neşretmek istediğim ve yirmi-otuz seneden beri keşif ve telifine çalıştığım ve elli seneden beri devam eden tetkikat ve 
  • taharrî (a.i. hary'den ç. taharriyât.) Arama, araştırma, inceleme, tahkik etme. Sivil polis.         Dördüncü Vecih Amelin en iyi sûretini taharrîden neş’et eden bir vesvesedir ki
  • AĞLEB-İ ENBİYÂ Peygamberlerin çoğu.           Ekser-i hükemanın Garpta ve Avrupa’da zuhuru ve ağleb-i enbiyanın Şarkta ve Asya’da tulûları kader-i ezelînin bir işaret ve remzidir ki, 
  • Labüdd Çok lâzım. Elzem. Gerekli. Her halde. Mutlaka. Muhakkak. Ayrılık yok.       Bu cihetin halli ve faslı lâbüd ve zarurîdir. 
  • Amik(a) (a.s. umk'dan.) Dibi çok aşağıda, derin. Mc: İnceden inceye pek ziyade araştırma ve düşünceden sonra anlaşılabilen derin ve ince mes'ele.       ve hakikate müteveccih olduğu hükûmetin tetkikat-ı amîkasıyla tezahür eden Risale-i Nur ile Said,            
  • müstelzim Lüzumlu, gerektiren. Mucib ve sebep. Bais olan. Bir şeyin lüzumunu deruhde eden. ve kat'iyen cezayı müstelzim bir cihet bulunmadığını ispat ettiğim halde, her nasılsa, bidayetteki evhamın tesiratıyla, o madde-i kanuniye ile bizi muahaze etmek için mezkûr maddeyi ileri sürmek, hiçbir vecihle şân-ı adalete yakışmayacağından, beraatimi talep eyleyerek, en son sözüm: RNK-Tarihçe-i Hayat/304         
  • Vâzı-ı Kanun Kanun koyan. Kanun yerleştiren. Kanun hazırlayan.         vâzı-ı kanunun irade ettiği maksat, âsâyişin ihlâline medar olmamak olduğuna binaen, 
  • BÎGÜNAH Günahsız.         yirmi kadar mâsum ve bîgünah kimseleri çoluk çocuğundan, işinden alıkoyup hapiste perişan etmek, 
  • bilâsebep Sebepsiz.         Bir dağın mağarasında, bir hizmetçiyle yalnız otururken, beni tutup, on sene bilâsebep, müracaat etmediğim için, 
  • Meşruhât Açıklama ve izahlar.           Hükûmetin dosyalarında, benim künyem altında hiçbir meşruhat yoktur.
  • istîzâh İzahat isteme, bir işin açık olarak bildirilmesini isteme, açıklama isteme. Her hangi bir meselenin açıkça bildirilmesini, açıklanmasını istemek makdadıyla millet meclisinden izahat isteme, gensoru.       Yalnız umumun fihristesi elinize geçmiş, o fihristeye göre bu noktalardan istizaha lüzum görülmüş, ben de cevap vermişim, o cevap da zaptınıza geçmiştir. 
  • Sulfato (Sulfata) Fr. Kinin. Sıtma hapı.         Böyle yüz yirmi bin tatlı meyveler içinde, sizce sulfato gibi acı gelmiş yalnız on beş meyveler bulunmasıyla o mübarek bahçeyi yasak etmek ve bahçe sahibini mes’ul etmek caiz olabilir mi? 
  • 1-Ta'riz 2-Ta'riz (a.i. arz'dan. ç. ta'rîzât.) 3-Tariz 1-Gizleme, saklama.    Sağlamlaştırma.    Alıp götürme. 2-Dokunaklı söz söylemek. Kapalıca yapılan sitem. Kinâye ile söylemek. 3-Cansız, kuru nesne.    Meyyit, ölü.   Müellif-i muhterem, kendi nefsine tasrihen, başkalara da tarizen söylüyor.     
  • ilcaât-ı zamân Zamanın zorlamaları ve mecburiyetleri. Yaşanılan zaman içinde meydana gelmiş bazı sebeplerin neticesi olarak karşılanan mecburiyetler. Hükûmet-i Cumhuriyenin ilcaat-ı zamanına göre kabul ettiği bir kısım kanun-u medeniyenin bir kısım maddelerini kabulden evvel, bu meseleleri, medeniyete ve feylesoflara karşı yazmışım ve müdafaa etmişim.  RNK-Tarihçe-i Hayat/317         
  • Mutavaat İtaat etme. Baş eğme. Tâbi' olma. Gr: Fâilleri ile mef'ulleri bir olan fiil.         İşte, cihangir hükümdarların ve kahraman kumandanların küçük mahkemelerde diz çöküp kemal-i inkıyad ile mutavaat göstermeleri, mahkemenin, 
  • 1-isti'câl 2-istîcâl 1-Bir işin çabuk yapılmasını isteme, acele etme, çabuklandırma.    Sabırsızlanma. 2-Sonraya bırakılmasını isteme, tehirini isteme.     sathî bir nazarla hükümde istical ettiklerinden, hakperest ve adaletperver olmalarına, bu sathî nazar sebebiyle, pek yanlış olan bu kararın isabet-i kanuniyesi olmadığından, mucib-i tetkik ve nakzdır.
  • Rahne f. Gedik, yarık. Gemilerin bordalarında veya su kesimlerinin altında mermi isabetiyle veya herhangi bir te'sirle açılan delikler, yarıklar. Yara. Bozukluk. Zarar.        Neden umum mazlumların ve biçarelerin hukuklarını muhafaza eden adliyenin çok ehemmiyetli haysiyetini rahnedar edecek entrikalarla, dolaplarla, adliyenin eliyle yürüdünüz?
  • nazar-ı teemmül İyice, etraflıca düşünme; etraflıca düşünerek bakan. inceden inceye araştırma, inceden inceye düşünme, dikkate alınma          ilmî ve mantıkî ve kanunî bütün itirazat ve müdafaatım nazar-ı teemmüle alınmamış;   
  • lâyiha-i tashîh Düzeltme yazısı.           müteaddit mahkemenin defterlerinde zapta geçmiş bu gelecek tashih lâyihası ise,  
  • ehl-i hall ve akd Çözüp düğümleyen, halledilmesi zor meseleleri ve işleri halledip neticeye bağlayanlar. huk. Devlet başkanını seçmek ve gerekildiğinde azletmekle yetkili olan heyet anlamında İslâm hukuku terimi.       Ey ehl-i hall ve akd! Dünyada emsali nadir bulunan bir haksızlığa giriftar edildim.
  • lâyiha Mektup, lâhika, düşüncelerin kağıda dökülmesi, yazılması.           dâvâmızı tashih münasebetiyle yazılmış bir lâyihadır. 
  • Safdil f. Saf, ahmak, bön, kolay aldatılan kimse.           bir köyde dokuz sene inzivada bulunan ve şimdi benimle beraber gayet hafif bir cezaya mahkûm olan safdil beş-on biçarelerin fikirlerini hükûmet aleyhine çevirmekle, 
  • tecennüb (a.i. ictinâb'dan.) Çekinme, sakınma.         Yeni Said niçin bu kadar şiddetle siyasetten tecennüb ediyor? 
  • katrân Organik maddelerden kuru damıtma yoluyla elde edilen, sıvı yağ kıvamında, siyah, ağır, is kokulu, kolay tutuşabilen ve hızlı yanan, suda erimeyen bir madde. Bir ağaç ismi, Lübnan ve Toroslarda yetişen bir sedir türü.       O ona başladı. Ben de derin bir dereye bakar bir katran ağacı altında oturdum 
  • 1-Kile 2-Kile (C.: Kilel) 1-40 litrelik hububat ölçüsü. Eski bir ağırlık ölçüsü. 2-İnce tülbendden yapılan cibinlik. Çağırmasıyla, ağaçların, yanına geldiği, duâsıyla yağmurun süratle yağdığı, bulutun sıcaktan korumak için başında gölge yaptığı, bir kilelik yiyeceğinden yüzlerce insanın doyduğu, parmakları arasından suyun üç defa Kevser gibi aktığı; 
  • bedre (a.i. bider'in ç.) Isparta'nın bir köyünün adı olup, Risale-i Nurların telifi sırasında, Bedre köylüleri büyük fedakârlık ve kahramanlıklar göstererek; elleriyle binlerce Risale-i Nur nüshaları yazmışlardır. Kuzu, oğlak derisi. İçi altın dolu kese. Onbin dirhem.   Barla’nın bir mahallesi olan Bedre’de ve Barla’nın bir dağında bir iki gece kalmaklığıma müsaade etmemişler.