Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)
In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten
--------------------
Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.
- TERK-İ HESTİ Kendinden geçmek; varlığını, mevcudiyetini terketmek. Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk
- terk-i ukbâ Ahiretteki mükâfatları terketmek, düşünmemek. Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk
- terk-i terk Terkedilen şeyleri düşünmeyi de terketmek. Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk
- gemi-i cebbâr Büyük ve azametli gemi. Birer misbah-ı nevvar, birer gemi-i cebbar
- tuba-i Hilkat Hilkat ağacı, hilkat tubası. Kâinat, teşbih yapılarak tuba ağacına benzetilmiştir. (Tuba-i hilkatten semavat şıkkına hep kehkeşan ağsanınaBir Cemil-i Zülcelâl'in dest-i hikmetiyle takılmış pek güzel meyveleriz biz. M.) Tûbâ-yı hilkatten semâvât şıkkına, hep kehkeşan ağsânına, Bir Cemîl-i Zülcelâlin dest-i hikmetiyle takılmış binler güzel meyveleriz biz. RNK-Sözler/821 Tûbâ-yı hilkatten semâvât şıkkına
- alîl Hasta. İlletli. Sakat. Kör. Yâ Rab, garibem, bîkesem, zaîfem, nâtüvânem, alîlem, âcizem, ihtiyarem,Bî-ihtiyarem, el-aman-gûyem, afv-cûyem, meded-hâhem, zidergâhet İlâhî!
- 1--Ender 2-Ender (C.: Enâdir) 1-(Zarfiyet edatıdır) f. İçinde. Derununda. Dahilinde. 2-(Nâdir. den) Çok az, pek az bulunan, daha nâdir. Harman yeri. Bırak bîçare feryadı, belâdan kıl tevekkül. Zira feryat, belâ-ender hata-ender belâdır bil.Belâ vereni buldunsa eğer, safâ-ender vefâ-ender atâ-ender belâdır bil.Madem öyle, bırak şekvâyı, şükret; çün belâbil, demâ keyfinden güler hep gül mül.
- nâtuvan (Nâtüvân) f. İktidarsız, zayıf, halsiz, kudretsiz, çâresiz. Yâ Rab, garibem, bîkesem, zaîfem, nâtüvânem, alîlem, âcizem, ihtiyarem,Bî-ihtiyarem, el-aman-gûyem, afv-cûyem, meded-hâhem, zidergâhet İlâhî!
- AFV-CÛYEM Af diliyorum. Yâ Rab, garibem, bîkesem, zaîfem, nâtüvânem, alîlem, âcizem, ihtiyarem,Bî-ihtiyarem, el-aman-gûyem, afv-cûyem, meded-hâhem, zidergâhet İlâhî!
- atâ ender atâ Lütuf içinde lütuf, ihsan üzerine ihsan. Aklım dahi, ıztırabından ve dehşetinden feryat eden nefsime hitaben dedi:Bırak bîçare feryadı, belâdan kıl tevekkül. Zira feryat, belâ-ender hata-ender belâdır bil.Belâ vereni buldunsa eğer, safâ-ender vefâ-ender atâ-ender belâdır bil.Madem öyle, bırak şekvâyı, şükret; çün belâbil, demâ keyfinden güler hep gül mül.
- 1-belabil 2-belabil 1-(Bülbül. C.) Bülbüller. Andelibler. 2-(Belbâl - Belbele. C.) Vesveseler. Kederler. Tasalar. Bırak bîçare feryadı, belâdan kıl tevekkül. Zira feryat, belâ-ender hata-ender belâdır bil.Belâ vereni buldunsa eğer, safâ-ender vefâ-ender atâ-ender belâdır bil.Madem öyle, bırak şekvâyı, şükret; çün belâbil, demâ keyfinden güler hep gül mül.
- bîkes Kimsesiz. Yâ Rab, garibem, bîkesem, zaîfem, nâtüvânem, alîlem, âcizem, ihtiyarem,Bî-ihtiyarem, el-aman-gûyem, afv-cûyem, meded-hâhem, zidergâhet İlâhî!
- EL-AMAN-GÛYEM Amân diliyorum. Yâ Rab, garibem, bîkesem, zaîfem, nâtüvânem, alîlem, âcizem, ihtiyarem,Bî-ihtiyarem, el-aman-gûyem, afv-cûyem, meded-hâhem, zidergâhet İlâhî!
- meded-hâhem Yardım, inayet isterim. Yâ Rab, garibem, bîkesem, zaîfem, nâtüvânem, alîlem, âcizem, ihtiyarem,Bî-ihtiyarem, el-aman-gûyem, afv-cûyem, meded-hâhem, zidergâhet İlâhî!
- Mevlana Celâleddin-i Rumî Celâleddin Muhammed Rûmî. Hicri 604, milâdî 1207'de Horasan'ın Belh şehrinde doğdu. Ünvanı Mevlâna'dır. Babası "Sultânü'l-Ulemâ" olarak bilinen Muhammed Bahâeddin-i Veled'dir. Anadolu'ya hicret ettiğinde "Rûmî" diye anıldı. Konya'ya ailesiyle birlikte yerleşti. Hicri 672 yılında Konya'da vefat etti. Eserlerinden bazıları: 1-Mesnevi. 2-Divân-ı Kebir. 3-Fîhi Mâfih. 4-Mecâlis-i Seb'a. 5-Mektubat. (bkz. Mevlânâ.)
- tasdî' (a.i. sudâ'dan. ç. tasdîât.) Rahatsız etmek. Sıkmak. Baş ağrıtmak. Yarmak. Perâkende etmek, dağıtmak. Mevlânâ Celâleddin’in dediği gibi deyip, ulvî bir gurbeti arayabilir miyim?” diye sizi o suallerle tasdî etmiştim.
-
- gıll U gış Aklın muhtelif fikirler üzerinde kararsızlığı. Gönül darlığı. Kin ve hile. Hıyanet ve adavet. Zihnimi sâfi bırakıp, gıll ü gıştan âzâde olarak, Kur’ân-ı Hakîmin feyzini, olduğu gibi almaya vesile etti.
- şühûr-i selâse Üç aylar; Receb, Şaban ve Ramazan ayları.
- istiâre (a.i. ç. istiârât.) Başkasından kullanmak üzere alma, ödünç alma, birinden iğreti bir şey alma. ed. Bir kelimeyi konulduğu manada kullanmanın da caiz olmasıyla beraber, başka bir manada kullanma sanatı. Bununla beraber, mecburiyetle, emâneten istiâre ettiği Eski Said’in kafası diyor ki:
- tagallüb (a.i. galebe'den. ç. tagallübât.) Zorbalık, zorla hüküm sürme. İstila etme, üstün gelme. müsavat esası üzerine tahakküm ve tagallübü kaldırmak düsturu bizim bir kanun-u esasîmiz hükmüne geçtiği halde,
- Bolşeviklik (Bolşevizm) Rusya'da kanlı komünizm ihtilalini yapan ve bütün hür dünya milletlerinin de aynı ihtilal metotlarıyla komünizmin hâkimiyeti altına gireceğini savunan Marksist Leninist siyasî görüş. Bu görüşün temsilcileri önce Rus halkını aldattılar, onlara en çok özledikleri şeyleri va'dederek onları aldatıp kendilerine bağladılar ve cinayetlerine ortak ettiler. Sonra da va'dettiklerinin tam tersini uygulıyarak halkı köleleştirdiler. Daha sonra gerçeklerden habersiz başka milletlerin gençlerini ve işçilerini aldatarak memleketlerini komünizmin esaretine soktular. Bugün memleketimizde ve başka ülkelerde anarşizmin kaynağı bolşevizm (Komünizm) dir. Allah'ı, peygamberi, âhireti inkâr eden, vatan millet tanımayan, inançsız ve acımasız, insanları âlet olarak kullanarak milletleri içten yıkmak ve sonra hâkim olarak onları sömürmek isteyen bolşevizme ve komünizme karşı en büyük silâh Allah'a iman ve İslâmiyet'tir. Bolşevizm ve komünizm gibi üvey kardeşleri olan kapitalizm ve faşizm de insanlığa kan ve acıdan başka birşey vermemişlerdir. Gafletten uyanan insanlar, İslâmiyet'in yegâne kurtarıcı olduğunu anlamaya başlamışlardır. İstikbal İslâmındır ve İslâm'ın olacaktır. (Bak: Komünizm)
- sosyalizm f. İktisadî teşebbüsleri ve teşekkülleri devlete vermek isteyen görüş. İştirakiyecilik. Güya, herkese müsavi mal verme esasını idare sisteminde yerleştirmeyi ve mal birliğini iddia eden ve insan fıtratına zıt olarak hürriyetleri daraltıcı ve din aleyhdarı bir sistem. Serserilere, zenginlerin mallarını mübah edip isyâna sevkeden ve ehl-i nâmusun ahlâkını yıkarak fuhşiyatı teşvik eden bir bâtıl anlayış. (Sosyalizm nazariyesinin nâşirleri komünistlerdir.) (Bak: İktisad, Kapitalizm, Komünizm) (Tabaka-i avâmın intibahiyle ve galebesiyle tezahür eden tam sosyalizm ve bolşevizm düsturları, bizim daha ziyade işimize yaradığı için, o sosyalizm düsturlarını kabul ettiğimiz halde, senin vaziyetin bize ağır geliyor. Prensiplerimize muhalif düşüyor. Onun için sana verdiğimiz sıkıntıdan şekvâya ve küsmeye hakkın yoktur? Elcevap: Hayat-ı içtimâiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvâfık hareket etmezse; hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrip hesabına geçer. Mâdem kanun-u fıtrata tatbik-i harekete mecburiyet var; elbette fıtrat-i beşeriyeyi değiştirmek ve nev-i beşerin hilkatındaki hikmet-i esasiyeyi kaldırmakla, mutlak müsavat kanunu tatbik edilebilir. Evet, ben, neseben ve hayatça avam tabakasındanım. Ve meşreben ve fikren, "müsâvât-ı hukuk" mesleğini kabul edenlerdenim. Ve şefkaten ve İslâmiyetten gelen sırr-ı adalet ile, burjuva denilen tabaka-i havassın istibdat ve tahakkümlerine karşı eskidenberi muhalefetle çalışanlardanım. Onun için bütün kuvvetimle adalet-i tâmme lehinde zulüm ve tagallübün ve tahakküm ve istibdadın aleyhindeyim.Fakat nev-i beşerin fıtratı ve sırr-ı hikmeti, müsâvât-ı mutlaka kanununa zıddır. Çünki Fâtır-ı Hakim, kemal-i kudret ve hikmetini göstermek için az bir şeyden çok mahsulât aldırır ve bir sahifede çok kitabları yazdırır ve birşey ile çok vazifeleri yaptırdığı gibi, beşer nev'i ile de binler nev'in vazifelerini gördürür.İşte o sırr-ı azimdendir ki: Cenab-ı Hak, insan nev'ini binler nevileri sünbül verecek ve hayvanatın sair binler nevileri kadar tabakat gösterecek bir fıtratta yaratmıştır. Sair hayvanat gibi kuvâlarına, lâtifelerine, duygularına had konulmamış; serbest bırakıp hadsiz makamatta gezecek istidat verdiğinden, bir nevi iken binler nevi hükmüne geçtiği içindir ki, Arzın halifesi ve kâinatın neticesi ve zihayatın sultanı hükmüne geçmiştir.İşte nev-i insanın tenevvüünün en mühim mâyesi ve zenbereği; müsabaka ile hakiki imanlı fazilettir. Fazileti kaldırmak, mahiyet-i beşeriyenin tebdiliyle, aklın söndürülmesiyle, kalbin öldürülmesiyle, ruhun mahvedilmesiyle olabilir. L.)
- burjuva Zengin. Burjuvaya mensup olan, orta tabakadan, Avrupa'da işçi sınıfı ile aristokrasi arasındaki sınıftan, tüccar ve sanayici sınıfı. Şehirli, kentli, soylu. Zenginler, sınıfı. Bu hal ise, şimdiki tabirle, burjuvaların müstebidâne tahakkümleri içinde hoş görünebilir.
- KÜFRÂN-I NÎMET Cenâb-ı Hakkın ihsan ettiği nîmetleri bilmeme ve hürmetsizlik etme, nankörlük. Elbette, o vazifeyi gören ehl-i marifet, herhalde, küfran-ı nimet suretinde, kendine edilen nimet-i İlâhiyeyi ve fazilet-i imaniyeyi hiçe sayıp, sefihler ve fâsıkların makamına sukut etmeyecektir.
- varaka tek yaprak, tek kağıt. Yazılı kâğıt. Nebât yaprağı. Maden yaprağı. Kitap yaprağı. Hasis kimse. Peygamberimize (A.S.M.) ilk vahyin geldiği sırada Hz. Hatice vâlidemizin (R.A.) hâdiseyi kendisine bildirdiği ve o zamanın meşhur bir âlimi olan Varaka İbn-i Nevfel'in adı. Ve o vazifelerin en mühimmi, ebed yolunda seyahat için pasaport varakası ve berzah zulümatında kalbin cep feneri ve saadet-i ebediyenin anahtarı olan imandır ve imanın ders ve takviyesidir.
- REŞEHÂT-I MEZİYAT Meziyetlerin sızıntıları, serpintileri. Kur’ân’ın malı olarak, Kur’ân’ın reşehât-ı meziyâtına mazhar olduklarını izhar etmeye mecburum.
- elbise-i fâhire Kıymetli, değerli elbise. Meselâ, nasıl ki murassâ ve müzeyyen bir elbise-i fâhireyi biri sana giydirse ve onunla çok güzelleşsen, halk sana dese, “Maşaallah, çok güzelsin, çok güzelleştin
- mu'temed (a.s. ve. i. umde'den.) Kendine güvenilen, itimad edilen, güvenilir, emin kimse. Resmi dairelerde para işlerine bakan kimse. Belki, surete, hüsn-ü zanna binaen, makbul ve mutemed insanlardan işittikleri mesâili takliden kabul ederler.
- inkıbâz (a.i. kabz'dan.) Büzülme, toplanma, çekilme. mec. Kasvet, tutukluk, sıkıntı, sıkılma. Kabızlık, peklik. hem idrakimi ve fikrimi müşevveş eden sıkıntılı inkıbaz vakitlerinde yazılması dahi, bir eser-i inâyet ve bir ikram-ı Rabbânîdir.
- imrâr (a.i. mürûr'dan.) Geçirme, geçirilme. Hattâ, şu yedi sene nefyimde ve gurbetimde ve sebepsiz ve arzumun hilâfında tecerrüdüm ve meşrebime muhalif, yalnız bir köyde imrar-ı hayat etmekliğim;
- mukaddemât-ı ihzâriye Bir şeyi hazırlamak için önceden yapılan işler. Adeta bütün hayat-ı ilmiyem, mukaddemât-ı ihzariye hükmüne geçmiş ve Sözlerle i’câz-ı Kur’ân’ın izharı, onun neticesi olacak bir surette olmuştur.
- tahdîş (a.i. hadeş'ten.) Kurcalama, tırmalama. Tırnakla kaşınma. Karıştırma. Halbuki şu risaleler ise, şimdiye kadar hiç kimsede—çoklardan sorduğum halde—sû-i tesir ve aksülâmel ve tahdiş-i ezhan gibi bir zarar vermedikleri, doğrudan doğruya bir işaret-i gaybiye ve bir inâyet-i Rabbâniye olduğu bizce muhakkaktır.
-
- mücanebet Sakınma. Çekinme. İnsanlardan uzağa bir tarafa çekilme. Hattâ, eskiden mütalâaya çok müştak olduğum halde, bütün bütün sair kitapların mütalâasından bir men, bir mücanebet ruhuma verilmişti.
- fevka'l-me'mûl Umulanın üstünde, umulandan çok fazla. Sözlerin ve risalelerin neşrinde ve tashihatında ve yerlerine yerleştirmekte ve tesvid ve tebyizinde, fevkalme’mul, kerametkârâne bir teshilâta mazhar oluyoruz; keramet-i Kur’âniyye olduğuna şüphemiz kalmıyor. Bunun misalleri yüzlerdir.
- tesvîd (a.i. sevâd'dan.) Karartma, siyaha boyama. Yazı ile karalama, müsvedde yapma. Sözlerin ve risalelerin neşrinde ve tashihatında ve yerlerine yerleştirmekte ve tesvid ve tebyizinde,
- teşmil İçine alma, yayma, genişletme, genelleştirme. Bir padişahın umumî saltanatı ve kanunuyla, merhamet-i şahanesi umum efrad-ı millete teşmil edilebilir.
- Fâkihe (C: Fevâkih) Yemiş, yaş meyve. Hurma gibi, hem fâkihe, hem kut oldu.
- lâyuhtî Hatâsız, hatâ işlemez. Yanılmaz. Aziz kardeşlerim, Üstâdınız lâyuhtî değil... Onu hatâsız zannetmek hatâdır. Bir bahçede çürük bir elma bulunmakla bahçeye zarar vermez.
- Müşavir Danışman. İstişare olunacak kimse, kendisine danışılan kişi. İdare işlerinde yakın yardımcı memur. Kovanlık üstünde yapılan örtünün direkleri. Sizler—haddimin fevkinde—bir cihette talebemsiniz ve bir cihette ders arkadaşlarımsınız ve bir cihette muîn ve müşavirlerimsiniz.
- Eşgal (Şugl. C.) İşler. Meşguliyetler. Akıl tatil-i eşgal etse de, nazarını ihmal etse, vicdan Sanii unutamaz.
- Aler-re'si-vel-ayn Baş ve göz üstüne. (Gelen misafire karşı veya bir işi deruhte edeceğine karşı hürmet ve memnuniyetle kabul ettiğini ifâde için söylenir.) Nefs-i emmârenin enâniyeti hesabına Hakkın hatırı olan bilmediğimiz bir hakikati müdafaa değil, ale’r-re’si ve’l-ayn kabul ederim.
- tefânî Birbirinde fâni olmak. Arkadaşının iyi ahlâkıyla sevinmek. Arkadaşının, kardeşinin meziyyet ve hissiyatı ile fikren yaşamak. Eğer hakikî bir uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle iftihar edecek bir tesanüdle, birbirinin aynı olmak derecede bir tefâni sırrıyla hareket etseler, o dört adam, dört yüz adam kuvvetinin kıymetindedirler.
- marîz (a.s. maraz'dan. ç. merzâ.) Marazlı, hasta, hastalıklı. arg. Dayak. Halbuki, tabiat bataklığında boğulmuş bir tabip, o biçare marîzin elîm ye’sine bir zulmet daha katar.
- Sebkat Geçmek, ilerlemek. Risale-i Nur’un tesvidinde çok hizmeti sebkat eden temiz kalbli, ihlâslı, bir hafız, müdakkik bir hoca olan Hafız Halid’in bir fıkrasıdır.
- 1-bâliğ (a.s. buluğ'dan.) 2-bâliğ 1-Buluğa eren, ermiş. Erişmiş, vâsıl olmuş, belli bir dereceyi bulmuş, yetişmiş. Yekün, toplam. Son mertebeyi bulan. huk.ahl. Kişinin dinî emir ve yasaklar açısından mükellef olması, İslâmî emir ve edep kurallarının uygulama alanına girmesi. 1-Boynuzdan yapılan kadeh. Bir kadeh şarap. Risale-i Nur adlı harika telifatının bir kısmı Arabî olmakla beraber, Risale-i Nur eczaları şimdiye kadar yüz on dokuza bâliğ olmuştur
- Mültefit İltifat edici, teveccüh edip yüz gösteren. İyi muâmele edip dostluk gösteren. Bana karşı gayet mültefit, memnunâne bir tavır alır; eğer yanlış yapsam, güzelce, damarıma dokunmayarak beni ikaz eder. Eğer güzel birşey söylemişsem, çok memnun olur.
- iblağ Vardırma. Eriştirme. Ulaştırma. Gönderme. Bildirme, haberdar etme. İşkâl-i mantıkıyeyi kıyâs-ı istikrâî cihetiyle on bine kadar iblâğ edip, hiçbir âlimin yetişemediği bir derece-i ihata göstermiş...
- bahadır ( f.i. ç. bahâdırân. Kahraman. Cesur. Yiğit. Dilâver. Bediüzzaman ise, iman ve İslâmiyetin bahadır ve kahraman bir hâdimi olarak,
- ceberut Aşırı büyüklük, pek ziyade kibir. Allah'ın büyüklüğü. tas. Allah'a varmanın üçüncü basamağı. Ululuk, kudret, icbar, zorlama, Allah'ın yüce kudreti. Bediüzzaman’ın hapse konulmasından mütevellit muhtemel bir isyan hareketinin vukuundan korkan istibdat ve ceberut devrinin hükûmet reisi, şark vilâyetlerine seyahate çıkıyor.
- hutuvât-ı sitte Altı adım. ö.i. İstanbul'u işgal eden İngilizler'in müslüman halkı Osmanlı idâresinden soğutmak, halkı kışkırtmak, halka ümitsizlik aşılamak için giriştikleri hîleli faaliyetleri yok etmek için Bedîüzzaman Said Nursî'nin yazdığı bir risâle. İngilizlere karşı Hutuvat-ı Sitte namındaki mücahedatımı takdir edip, beni oraya istediler.
-