Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)
In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten
--------------------
Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.
- Selef-i Sâlihîn Ehl-i Sünnet ve Cemaat'in ilk rehberleri: Tabiîn ile Ashabın ileri gelenleri ve Tebe-i Tabiînden olan müslümanlar.
- 1-ecr, ecir (a.i. ç. ucûr.) Bir iş, bir hizmet mukabilinde verilen şey, ücret, mukabil, karşılık. Ahirete ait mükâfat, hayır, ceza. Ücretle işleyen, gündelikçi. tıp. Kırılan bir uzvun sarılması. Zira beşer esir olmak istemediği gibi, ecîr olmak da istemez.
- mütehavvil Bir halde durmayan, başka şekle girip değişen. Bir yerden diğer yere nakleden, değişip tebdil olan. Pek cüz’î ve mütehavvil ve mahdut olan hâli, geniş istikbal ile mübadele eden kazanır.”
- Mümevveh Sahte, samimi olmayan, içten değil. Görünüşte haklı olan. Gösterişle alâkadar. “İşte, onun için bu medeniyet-i hazıra, beşerin yüzde seksenini meşakkate, şekavete atmış; onunu mümevveh (hayalî) saadete çıkarmış;
- tenâzu' (a.i. nez'den.) Çekişmek, birbiriyle uğraşma, kavgalaşmak, çekişmek, birbirine husumet etmek. Hayatta düsturu, cidaldir. O ise, şe’ni tenazudur.
- beyne beyne Ne iyi ne kötü, ikisinin ortası. diğer on’unu da, beyne beyne bırakmış.
- kalîl (a.s. kıllet'den.) Az. Bodur kimse. Bu ise, ekall-i kalilindir ki, nev-i beşere rahmet olan Kur’ân, ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder.
- tesâdüm (a.i. sadm'dan.) Çarpışma, tokuşma, vuruşma. Karşılıklı şiddetli çarpışma. Savaşma. O ise, şe’ni böyle müthiş tesadümdür.
- tezâhüm ( ç. tezâhümât.) (zahm'den.) Birbirine sıkıntı verme, birbirine zahmet verme. Kalabalıktan sıkışma, yığılma. Etrafını kalabalık ile çevirme. (bkz. izdiham.) O ise, şe’ni tezahumdur.
- tevâzün (ç. tevâzünât.) (vezn'den.) Denklik, denk olma. Aynı ölçüde olma. Vezinde bir gelme, vezin birliği. İşte nokta-i istinad, kuvvete bedel haktır ki, şe’ni adalet ve tevazündür.
- tev'em İkiz. Çift doğan çocuklar. Mc: Benzer, eş, mümasil. Bir asıldan tev’em (ikiz) olarak neşet eden eski Roma ve Yunan iki dehâları,
- istihâle (a.i. havl'den. ç. istihâlât.) Bir şeyin terkib ve asıl şeklinin başka hâle değişmesi. Başkalaşmak. Mümkün olmayış, imkânsızlık. Câmid ve şuursuz maddeler, az bir zaman içinde, istihâle görmüş, zeminden yükselmiş, nûr-u hayatla süslenmiş, sündüs-misâl güzelliklerle kendilerini Sâni’lerinin nazarına takdim ediyorlar. hem onun istilâsıyla istihaleye mâruz kalmaktan ise,
- Tefe'ül f. Fal açmak. Bazı hâdiseleri, tevafukları uğurlu saymak. Meselâ: Bir kitabı rast gele açarak ilk tevafuk eden yeri okuyup ona dikkat ederek onu uğurlu ve esas bir ders sayma gibi. Olacak şeyi tahmin etmek. (Zıddı: Teşe'üm) (Kur'an ile tefe'üle ve rü'yaya itimada ehl-i hakikat tarafdar değiller. Çünki: Kur'an-ı Hakîm, ehl-i küfrü, kesretle ve şiddetli bir tarzda vuruyor. Tefe'ülde, kâfire ait şiddeti, tefe'ül eden insana çıktığı vakit, yeis veriyor; kalbi müşevveş ediyor. M.) (Beşer idrakinin akibetini kestiremediği mühim işlerde İslâm dini istihare ile tefe'ülü tâlim etmiştir... S.B.M. C: 11 sh: 113) (Ebu Hüreyre'den (R. A.) Resülullah'ın (S.A.M.): "İslâm'da teşe'üm yoktur, en hayırlısı tefe'üldür" buyurduğunu işittim, dediği rivayet olunmuştur. Mecliste bulunanlar: Tefe'ül nedir Ya Resülallâh! diye sordular. Resül-i Ekrem: Sizden birinizin duyduğu güzel sözdür buyurdu.Teşe'üm, şom tutmak ve hayırsız saymak demektir. Tefe'ül de uğurlu ve hayırlı saymaktır ki dilimizde yom tutmak diye ifade ederiz. Güzel sözle tefe'ül hakkında en güzel misal, Resül-i Ekrem'in Hudeybiyye seferinde Süheyl bin Amr'ın adiyle tefe'ül buyurmasıdır... Hudeybiyye'de Kureyş, müslümanları müşkil bir vaziyete soktuğu sırada Kureyş tarafından muahede akdine mezun bir hey'etin Süheyl bin Amr'ın riyaseti altında gelmekte olduğu duyulunca Resül-i Ekrem uysallık ve yumuşaklık ifade eden (Süheyl) adiyle tefe'ül ederek ashabına: "Artık işiniz kolaylaştı!" buyurmuştur.Güzel sözle tefe'üle dair güzel bir misâl de Arab edip ve şâiri Asmaî, İbn-i Avn'den hikâye ederek vermiştir ve doktora gitmek üzere evinden çıkan bir hastanın: (Sâlim) diye birisinin çağrıldığını duyarak hastalığından kurtulacağına yom tutmasıdır, demiştir. S.B.M. C: 12 Hadis no: 1936) Fütuhu’l-Gayb namındaki kitabıyla tefe’ül etti. Tefe’ülde şu çıktı:Sen dârü’l-hikmettesin; önce kalbini tedavi edecek bir tabip ara.
- Anglikan İngiliz kilisesine bağlı kimse. (Anglikan Kilisesine Cevap: Bir zaman bî-aman İslâmın düşmanı, siyâsi bir dessas, yüksekte kendini göstermek isteyen vesvas bir papaz, desise niyetiyle, hem inkâr suretinde, hem de boğazımızı pençesiyle sıktığı bir zaman-ı elimde pek şematetkârane bir istifhamiyle dört şey sordu bizden. Altıyüz kelime istedi. Şemâtetine karşı yüzüne "Tuh!" demek, desisesine karşı; küsmekle sükut etmek, inkârına karşı da; tokmak gibi bir cevab-ı müskit vermek lâzımdı. Onu muhatab etmem. Bir hakperest adama böyle cevabımız var: O dedi birincide: "Muhammed (A.S.M.) dini nedir?" Dedim: İşte Kur'andır. Erkân-ı sitte-i İman, erkân-ı hamse-i İslâm, esas maksad-ı Kur'ân.Der ikincisinde: "Fikir ve hayata ne vermiş?" Dedim: Fikre tevhid, hayata istikamet. Buna dâir şâhidim: $Der üçüncüsünde: "Mezâhim-i hâzıra nasıl tedavi eder?" Derim: Hurmet-i riba, hem vücub-u zekâtla. Buna dair şahidim: $ da. $Der dördüncüsünde: "İhtilâl-i beşere ne nazarla bakıyor?" Derim: Sa'y, aslı esasdır. Servet-i insaniye, zâlimlerde toplanmaz, saklanmaz ellerinde. Buna dair şahidim: $
- tevâlî (a.i. vely'den.) Uzayıp gitme, devam etme. Arkası kesilmeksizin sürme, ard arda gelme, sürüp gitme. ta onun feyzi, böyle harika suretinde üstünüzde tevâli ve devam etsin.
- AĞLEB(EN) [ağleb(en)] : Çoğunluk(la), galib(en) Daha galib. Çok kerre, ekseriya. Çoğu. Enbiyanın ekseri Şarkta ve hükemanın ağlebi Garpta gelmesi kader‑i ezelînin bir remzidir ki, Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değildir.
-
- beytüşşebap Gençler evi. Şırnak ilinin bir ilçesi.
- rahne Gedik, yarık. Gemilerin bordalarında veya su kesimlerinin altında mermi isabetiyle veya herhangi bir te'sirle açılan delikler, yarıklar. Yara. Bozukluk. Zarar. Menfîce, tahripkârâne iş ise, bu kadar rahnelere mâruz kalan İslâm zaten muhtaç değildir.
- 1-tenfîz (a.i. nüfûz'dan. ç. tenfîzât.) 2-tenfiz 3-tenfiz 1-İnfaz etme, hükmünü yürütme. İçinden geçirmek ve öteye çıkarmak. 2- Sıçratma. Sıçramaya zorlama. 3-Silkmek. Saçmak, dağıtmak. Ve, tenfiz-i ahkâm-ı şer’iyeye daha ziyade muktedirdir.
- 1-Tarziye 2-Tarziye 1-(a.i. rızâ'dan.) Pişmanlık duyduğunu anlatarak özür dilemek. Râzı etmek. Radıyallahü-anh" diyerek duâ etmek. 2-Cübbe veya zırh giymek. “Paşa! Paşa! İslâmiyette, imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur” der. Fakat Paşa tarziye verir, ilişemez.
- Meşrutiyyet Bir hükümdarın başkanlığı altında millet meclisi ile idare edilen devlet sistemi. başında hükümdar bulunmakla birlikte seçimle kurulan bir yasama meclisine dayanan, yürütmesi denetime açık anayasal idare şekli; Osmanlılarda 1876 anayasasıyla başlayan, 1908 değişikliğiyle devam eden hukukî ve siyasi döneme verilen ad
- Avn Yardım. İmdâd. Mededkâr. Yardım eden. Yardımcı. Zahir. Avn-i İlâhî ve mu’cize-i Peygamberî ile düşman taarruzlarını def eden ve milletin idaresinin başına geçen yeni hükûmet-i Cumhuriyede,
- Ayasofya İstanbul'daki bu ilk kilisenin açılış resmi Mi: 325 tarihinde yapılmıştır. 513 senesi Ocak ayının 13-14. gecesi bir yangın esnası bina kâmilen yanmış. O zaman İmparator Justinyanus yeniden yaptırmış. 573 de binanın resm-i küşâdı yapılmıştır.Osmanlılarca 29 Mayıs 1453'de İstanbul fethedilince Fatih Sultan Mehmed yaya olarak Kiliseye girmiş ve müezzine ezan okutarak maiyeti ile beraber namaz kılmıştır. Ayasofyanın câmi halinde kıyâmete kadar devamını vasiyet etmiş, fakat maalesef câmi 1934 de bir müze haline getirilmiştir.
- Aşr (Aşir) On. On adetten birisini almak. On etmek. Kur'ân-ı Kerim'den on âyet mikdarı kısım. eğer güzel bir sadâ ile, şirin bir tarzda, Kur’ân’dan bir aşir okusa,
- 1-Teşrik 2-Teşrik 1-Ortak etme. İştirak ettirme. 2-Güneşlendirme. Güneşte kurutma. Eti parçalayıp güneşte kurutma. Doğu tarafına gitme. Ankara’da teşrik-i mesai edemeyeceği için, kendisine tevdi edilmek istenen meb’usluk,
- Fevzi Çakmak (Paşa) (1876-1950) Asıl adı Mustafa olan Fevzi Paşa, Müşir Fevzi, Mareşal Fevzi Çakmak olarak bilinir. Tasavvufla ilgilenmesini sağlayan dedesi tarafından kendisine Fevzi lakabı verilen Fevzi Çakmak, Harbiye'deki üstün zekasıyla hocalarının dikkatini çekti ve bu şekilde Erkan-ı Harp sınıfına alındı. 1898'de kurmay yüzbaşı, 1901'de kolağası, 1902'de binbaşı, 1907'de 37 yaşında miralay oldu. Balkan savaşları sırasında çeşitli görevlerde bulunan Fevzi Çakmak, savaştan sonra 1913'te Ankara'da bulunan Beşinci Kolordu Kumandanlığına tayin edildi. 1915'te Mirlivâ rütbesine terfi ederek kolordusuyla birlikte Çanakkale savaşlarına katıldı. Çanakkale Savaşları'ndan sonra Doğu cephesinde Kafkas Kolordusu Kumandanlığı ve İkinci Kolordu Kumandanlığı yapan Fevzi Çakmak, Halep'teki Yedinci Ordu Kumandanlığı sırasında, Filistin ve Şeria'da İngilizlere karşı giriştiği savaşlardaki başarılarından dolayı Ferik rütbesine yükseltildi. Mondros Mütarekesi'nden sonra 1918'de Erkân-ı Harbiye-i Umumiye reisliğine getirilen Fevzi Çakmak, Anadolu'daki milli mücadele hareketine destek verdi. Erkân-ı Harbiye-i Umumiye reisliği görevinden azledildikten sonra çeşitli görevlerde bulundu ve İstanbul'un da işgal edilmesi üzerine 1920'de Ankara'ya geçti. Fevzi Çakmak Kozan milletvekili olarak katıldığı T.B.M.M. tarafından kurulan İcra Vekilleri Heyeti'ne müdafâ-i milliye vekili (milli savunma bakanı) seçildi. Bu görevi esnasında düzenli ordunun kurulmasında büyük hizmetleri oldu. Milli mücadelenin kazanılmasında önemli rol oynayan Fevzi Paşaya T.B.M.M. tarafından 1922'de mareşallik rütbesi verildi. Atatürk'le uyumlu bir şekilde çalışan Fevzi Çakmak, Atatürk'ün ölümünden sonra İsmet İnönü'nün cumhurbaşkanı seçilmesinde büyük rol oynadı. 1946'da Demokrat Partisi miletvekili olarak meclise giren Fevzi Çakmak 10 Nisan 1950'de vefat etti ve Eyüp Sultan mezarlığına defnedildi.
- LÛTF-U YEZDÂNÎ Allah`ın lütfu, ihsanı. Barla, rahmet-i İlâhiyenin ve ihsan-ı Rabbanînin ve lûtf-u Yezdânînin bu mübarek Anadolu hakkında,
- ihrâz Nâil olma, erişme. Bir şey kazanma, kesbetme, elde etme. Manevî şerefe erişme. Birisini güzel bir surette korumak. İşte, Hazret-i Hüseyin, rabıta-i diniyeyi esas tutup, muhik olarak onlara karşı mücadele etmiş, tâ makam-ı şehadeti ihraz etmiş. Avrupa’yı titreten bir azamet ve haşmet ihrâz etmişlerdir. Kur’ân’ın bayraktarı olarak en yüksek bir mevki-i muallâyı ihraz etmiş bulunan kahraman bir milletin hayatında,
- gayya Cehennemin beşinci tabakasındaki çok korkunç bir kuyunun adı. İçine düşenin kolay kolay kurtulamıyacağı korkunç yer. İslâm âleminin taht-ı riyasetinde cehalet gayyâsından kurtulmuş ve kurtulacaktır.
- Saded Asıl mevzu, maksad, asıl konuşulan şey, fikir. Niyet, kasıd. Teşebbüs. Yakınlık, civar. Sadede dönüyoruz.
- AKSÜLAMEL Tepki; reaksiyon. fakat millet-i İslâmiyece bir aksülâmeli netice verebilmesi ihtimali ileri sürülünce bundan vazgeçilmiş, yalnız şu karar alınmıştı:
- mason Masonluğu benimsemiş ve mason kuruluşlarına üye olmuş kimse. mec. Geniş mezhepli, ahlakça zayıf (kimse). mec. Dinsiz, imansız. İnşaat işinde çalışan taş ustası. Dünyevi maksatlarla kurulmuş, sıkı bir dayanışmayı esas alan komiteci teşkilatın mensubu.
-
- Mübeyyin Açıklayan. Beyan eden. Meydana koyan. Âyetler, sırasıyla değil; devrin ihtiyacına cevap veren imanî hakikatleri mübeyyin âyetler tefsir edilmiştir.
- müstensih Yazarak çoğaltan. İstinsah eden. Yazıyı çoğaltan, kopya çıkaran. Teksir makinesi. Çoğaltma makinesi. Müellif, müstensihlerin yanlışlarını düzeltir.
- tashîh (a.i. sıhhat'ten. ç. tashîhât.) Düzeltme, daha iyi ve daha doğru hale getirme, yanlışını giderme. Basılacak bir eserin dizgilerini kontrol ederek yanlışları düzeltme. Sağlığını iade etme, iyileştirme. Şimdi de yirmi beş otuz sene evvel telif ettiği bir eseri tashih ederken aslına bakmaz.
- Iyal f. Kişinin geçindirmekle mükellef olduğu aile efradı. evlât ve iyâllerini dahi çekinmeden Risale-i Nur’la iman ve İslâmiyete hizmet uğrunda feda etmişlerdir.
- lisân-ı hâl Hal dili, bir şeyin duruşu ve görünüşü ile bir mânâ ifade etmesi. Nasıl ki, cesur bir kumandan yüzlerce askere lisan-ı haliyle cesaret verir ve nokta-i istinad olursa,
- 1-nasîh (a.s. ç. nusahâ) 2-nâsih (a.s. nesh'den.) 1-Nasihat eden, öğüt veren. İçi temiz adam. 2-Battal eden, hükümsüz bırakan. Kitabın kopyasını çıkaran. yüz adam kuvvetinde olduğu ve yüz nâsih kadar iman ve İslâmiyete hizmet ettiği, ehl-i hakikatçe müsellem ve musaddaktır.
- satvet (a.i. ç. satevât.) Ezici kuvvet. Hışım ve şiddetle kavrayıp almak. Birisinin üzerine şiddetle sıçramak ve hamle etmek. Zorluluk. Fakat satvet ve haşmetin iktizası üzerine, bu kabil mücazatın müstehaklarına ilan ve teşhiri, azametine layıktır.
- cehd Çalışma, gayret, azim, himmet. Fedakârlık. Takat. İnsanın nefsine hâkim olması. Acaba, Risale-i Nur şakirtlerindeki bu cehd ve kuvvetin, bu feragat ve fedakârlığın ve bu derece sebat ve sadakatın sebebi nedir?
- hizb Bölüm, parti, grup. Bir bütünden ayrılan parça, kısım. Takım, birkaç kişilik arkadaş takımı, fırka, bölük. Kur'ânın altmışta bir kısmı. (bkz. Ahzâb.) , kısım, fırka, parti. Dilden düşmeyen dua, vird. her gün devamlı olarak okunan, âyet ve salâvatlardan meydana gelen duâ Diğer hizbüşşeytan denilen güruh ise derler: " RNK-Mektubat/470 ve bir silsile-i tefekkür bulunan ve Yirmi Dokuzuncu Lem’ada cem edilen hizb ve münacâtları okur,
- Ferd-i Ferîd Benzeri daha hiç gelmemiş. Hz. Muhammed (A.S.M.) Asrın en yüksek ve en değerli Zâtı. Asırda bir gelen büyük veli. Cenâb-ı Hak, kemâl-i rahmetiyle bu ferd-i ferîdi
- müteselli Teselli bulmuş olan, teselli bulan. hayalen sizleri yanımda bulur, bir hasbihal ederim, sizinle müteselli olurum.
- vuhûş (a.s. vahş'ın ç.) Vahşîler, yabanîler, ehlileşmemiş olanlar. Ben şimdi Çam Dağında, yüksek bir tepede, büyük bir çam ağacının tepesinde, bir menzilde bulunuyorum. İnsten tevahhuş ve vuhuşa ünsiyet ettim.
- hazîne-i bî-nihaye Sonsuz, bitmez tükenmez hazine. yalnız hizmet-i Kur’ân’a istihdamı hengâmında ve o hazine-i bînihayenin dellâlı olduğu bir vakitte, ism-i Rahîm ve ism-i Hakîm mazhariyetine medar bir vaziyet verilmiş.
- şifahî Sözle, görüşerek konuşmak. Ağızdan, sözlü. Barla’ya dönsem, arzunuz vechile sizden ziyade müştak olduğum şifahî bir musahabe çaresini arayacağız.
- FIKRA-İ RA`NÂ güzel ve lâtif olan kısa yazı Güzel ve lâtif fıkra. Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk” olan fıkra-i rânâ birden hatıra geldi.
- safha-i rengîn Süslü sayfalar. Renkli safhalar. Güzel, lâtif, hoş hallerin her biri. Sonra, senin yazdığın, “Bak kitab-ı kâinatın safha-i rengînine, ilâahir.” olan rengin ve zengin şiir hatırıma geldi.
- lâzım-âmed f. Lâzım gelir, lüzum eder. Lâzım geldi. Der tarik-i Nakşibendî lâzım âmed çâr terk / Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk” olan fıkra-i rânâ birden hatıra geldi. O hatıra ile beraber, birden şu fıkra tulû etti:
- Tarîk-i Nakşî Şeyh Bahaüddin Nakşbendî Hazretlerinin kurduğu tasavvuf yolu. (Bak: Nakş-bendî) (Tarîk-i Nakşî'de dört şeyi bırakmak lâzım: Hem dünyayı, hem nefis hesabına âhireti dahi maksud-u hakiki yapmamak; hem vücudunu unutmak; hem ucbe, fahre girmemek için bu terkleri düşünmemektir. S.)
-