Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)

In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten

--------------------

Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.

Lektion lernen

  • seyyiât-ı sâbıka Geçmiş günahlar, kötülükler.         ve bütün seyyiat-ı sabıkayı muhalefet-i şeriat üzerine ilka etmek için bazı telkinatta ve teferruatın tatbikatında bulundular.  
  • 1-Mürteci' (Rücu'. dan) 2-Mürteci (Recâ. dan) 1-Geri dönen, geri dönmek isteyen. İrticâa giden. Her cihetle en yüksek saadet ve selâmete sevkeden İslâmiyete muhalefetle İslâmdan önceki câhiliyet ve ahlâksızlığa dönmek isteyenlerin vasfı.İslâmiyete muhalif olanların; hakikat, İslâmiyet ve iman fedakârlarına, İslâmiyetin Asr-ı Saadetteki hâlisiyyetine dönmek isteyenlere taktıkları isim. 2-Arzulu, ümitli, ümitvâr olan.     fakat Islâm düşmanları tarafından bir mürtecî, bir softa diye takdim olundu. 
  • sâkit, sâkite (a.s. sükût'tan.) Susan, ses çıkarmayan, sükut eden.       Halbuki gecesi sakit ve sakin, sessiz ve sadasız bir gece olduğundan, o adamla bir sağırın arasında fark kalmaz.  
  • 1-techîl 2-techil 1-(a.i. cehl'den. ç. techîlât.)     Bir kimsenin bilgisizliğini yüzüne vurma.    Cehaletle, cahillikle suçlama. 2-Atın ayaklarını beyazlatmak.       Bizi de teçhil ile tahkir ediyorsun.           
  • muâsır  Aynı asırda yaşayanlardan her biri, aynı devirde yaşayan. Modern, çağdaş.       (a.s. asr'dan. ç. muâsırîn.) Şu muâsırlarım, varsın beni dinlemesinler.
  • i'tibârî Gerçek ve fiilî olmayan, var sayılan, farazî olan, öyle sayılan. Hakiki kıymeti olmayıp kıymeti var kabul edilme. Farazî ve izafî olan. Varlığı, başka şeylere nisbet edilmesi halinde bilinen.       Zira bir menfaat veya cüz’î bir haysiyet veya itibarî bir şeref için veya “Filân yiğittir” sözlerini işitmek gibi küçük emirlere hayatını istihfaf eden veya ağasının namusunu isti’zam için kendini feda eden kimseler,    
  • müşağabe Aldatma, kötülük etme. Birbirine kötülük etme. fel. Münakaşayı bir gaye sayanların yolu, didimcilik, eristik.      Ne kadar hakikatsiz ve karıştırıcı ve müşağabeli bir kıyas oldunuz!  
  • haslet-i hamrâ Kızarma hasleti; hamiyet, gayret ve mahçubiyetten kaynaklanan ve yüz kızarması şeklinde kendini gösteren haslet.           “Ben ölürsem devletim, milletim ve ahbaplarım sağdırlar” gibi kelime-i beyza ve haslet-i hamrâyı gayr-ı müslimler çalmışlar?              
  • Avra Şaşı. Kör kadın. Tek gözlü. Mc: Kör fikir. Çirkin ve kabih söz. Sâdece dünyayı düşünüp âhireti unutan.       olan kelime-i hamka ve seciye-i avra, himmetimizin elini tutmuş, rehberlik ediyor.            
  • seciye-i avrâ Tek gözlü seciye, huy. mec. Dünyaperestlik. İsterse tûfan olsun" veyahut ‎وَاِنْ مِتُّ عَطَشًا فَلاَ نَزَلَ الْقَطْرُ 1 olan kelime-i hamkâ ve seciye-i avra, himmetimizin elini tutmuş, rehberlik ediyor. İşte, en iyi haslet ki, dinimizin muktezasıdır: RNK-İlk Dönem Eserleri/491                      
  • hamka Ahmak, budala kadın.          
  • elektrik-i muzi Parlak ışık veren, parlayan lâmba. Aydınlatan elektrik.         Birinden tiryak-ı şâfi, birinden elektrik-i muzî tevellüd eder.               
  • tekâsül (a.i. kesel'den. ç. tekâsülât.) Üşenme, tenbellik, ilgisizlik, kayıtsızlık.         Eyyühe’r-ruûs ve’r-ruesâ! Tekâsülî olan tevekkülden sakınınız.                              
  • 1-Sari (Sâriye) 2-Sar'î 3-Sari f. 4-Sarî (C.: Surrâ) 5-Sari' 1-Sirayet eden, bulaşıcı, geçici olan.    Genişleyip başkasına da geçmeğe, yayılmağa müstaid olan. 2-Sara hastalığı ile ilgili. 3-Süren, sürücü. 4-Gemici. 5- Düşmüş. Yere düşmüş sar'alı kimse.   Çeşit çeşit sarî hastalıklar gibi intişar eden istibdat.      
  • zîr ü zeber Altüst, karmakarışık, darmadağın.         Bu sekizinci dehşetli mânianın zîr ü zeber olacağına dair emareler görünüyor.  
  • Bismark (1815-1898) Prens Otto Von Bismarck, Alman birliğinin kurucusu, Alman devlet adamı. Bismarck, ordudan ayrılıp toprakla uğraşan eski bir subayın oğlu olarak dünyaya geldi (1815). Altı-oniki yaş arasını sıkı bir eğitim ve disiplinin uygulandığı yatılı okulda geçirdi. 1835 yılında hukuk eğitimini tamamladı. 1839 yılında annesinin ölümü üzerine Pomeranya'ya yerleşti. 1847 yılında Prusya eyalet meclisine seçildi. Daha sonra Frankfurt diyet meclisinde Prusya'yı temsil etti. Bir ara Petersburg ve Paris'te büyükelçilik yaptı. Berlin'e geri çağrıldıktan sonra devlet bakanı, ardından başbakan oldu. Dışişleri bakanlığını da beraber yürüttü. Alman imparatoru I. Wilhem ile uyumlu çalışarak çok sayıda reform yaptı. Prusya ordusunu çok güçlü hale getirdi. İmparator ile başlayan etkili işbirliği yirmi altı yıl sürdü (1862-1888). Alman birliğinin kurulmasındaki en büyük rolü Otto von Bismarck üstlenmiştir. Önce Avusturya'yı sonra da Fransa'yı yenen Prusya orduları, Paris'e girdikten sonra Almanya'nın İmparatorluk olduğu ilân edilmiş ve Versailles Sarayı'nda düzenlenen bir törenle Wilhelm, "Kayzerlik tacı"nı giymiştir. Alman siyasî tarihi 1803'den beri bu devletin daima genişlemeye çalıştığını göstermekle beraber, Bismarck devri büyük Alman Birliğinin güçlü temeller üzerine kurulduğu dönemdir. Bismarck'ın ayrılmasından sonra, ırkçılık kendini göstermeye başladı. Bismarck döneminde milletler arası dengelerin çok titiz bir şekilde gözönüne alınmasına rağmen, ondan sonra yayılmacılık siyasetinin izlenmesi, Almanya'ya pahalıya mal olmuş ve bu süreç Birinci Dünya Savaşı ile son bulmuştur. Araştırmacı bir kişiliğe sahip olan Bismarck ömrünün son yıllarını anılarını yazarak geçirdi. Kur'ân'ı da inceleyerek Kur'ân ve Hz. Peygamber (a.s.m.) hakkında övücü ifadelerde bulundu.  
  • Karlayl (Thomas Carlyle) (Hi: 1210-1298) İskoçya'da doğmuş, Londra'da ölmüştür. İskoç tarihçisi ve filozofudur. Babası dindar bir duvarcı ustası idi, oğlunu papaz yapmak istiyordu. Onun dinî şüpheleri papaz olmasına mâni oldu. Yedi sene manevî mücahededen sonra imanî mes'elelerde istikrar elde edebilmiştir.Carlyle (Karlayl) şöyle diyor: Kur'anı bir kere dikkatle okursanız, Onun hususiyetlerini izhara başladığını görürsünüz. Kur'anın güzelliği, diğer bütün edebî eserlerin güzelliklerinden kabil-i temyizdir. Kur'anın başlıca hususiyetlerinden biri, Onun asliyetidir. Benim fikir ve kanaatıma göre Kur'an, serapa samimiyet ve hakkaniyetle doludur. Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) cihana tebliğ ettiği davet, hak ve hakikattır. (Karlayl)    
  • seratan Tıb: Kanser hastalığı. Yutmak. Yengeç. ast. Güneş'in 22 Haziran'da girdiği burç: Yengeç Burcu. tıp. Yenirce: mide, rahim gibi ameliyatı güç yerlerde yengeç biçiminde et parçaları meydana getirip sürekli genişleyerek yaralara yol açan çıban.     Ye’s, ümmetlerin, milletlerin “seretan” denilen en dehşetli bir hastalığıdır.       
  • nesh Geçersiz yapma, ortadan kaldırma, hükümsüz bırakma, iptal etme. fık. Var olan şer'î bir hükmün yine şer'î bir hükümle kaldırılması, sonraki hükmün önceki hükmün yerini alması. Aynısını yapma, kopyalama. Bir yazı çeşidi.       Amma maslahat için kizb ise, zaman onu neshetmiştir…      
  • urvet-ül vüska Kopmaz ve sağlam kulp; Müslümanlık. İslâmiyet. Kur'an-ı Kerim.         Necat yalnız sıdkla, doğrulukla olur. Urvetü’l-vuska sıdktır. Yani, en muhkem ve onunla bağlanacak zincir, doğruluktur.
  • tefsîk (a.i. fisk'ten. ç. tefsîkât.) Günaha, fıska sürükleme. Birisine günahkâr deme, birisini fasıklık ile, günahkârlık ile suçlama. Bozma.           Bir sâlih âlim, kendi fikr-i siyasisine muvafık bir münâfıkı hararetle senâ etti ve siyasetine muhalif bir salih hocayı tenkit ve tefsik etti.                
  • mütehhem (Müttehim) (Vehm. den) Suçlanan, kendinden şüphe edilen. Töhmetli. Maznun. Zan ile kendine kabahat isnad edilen.       Nasıl ki bir aşiretin bir ferdi bir cinayet işlese, o aşiretin bütün efradı, o aşiretin düşmanı olan başka aşiretin nazarında müttehem olur.        
  • Mihanikiyyet (Mihanik. den) y. Makine sanayiini ihate eden fen ve ilimler. Makine gibi cansız şeyler. Cansız ve duygusuz fakat ahenkli hareket ve hareket kabiliyeti.         O fabrikanın bir çarkı geri kalsa, yahut bir arkadaşı olan başka bir çarka tecavüz etse, makinenin mihanikiyeti bozulur.            
  • ebnâ-i cins Kendi sülâlesinden gelenler. Aynı cinsten olanlar.         Yani, kimin himmeti yalnız nefsi ise, o insan değil. Çünkü, insanın fıtratı medenîdir. Ebnâ-yı cinsini mülâhazaya mecburdur.                          
  • Telahuk-u Efkâr f. Fikirlerin birbirine eklenmesi ve ilâve edilmesi.           Evet, nasıl ki, nev-i beşerdeki telâhuk-u efkâr ünvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla birbiriyle meşvereti,     
  • tezlîl (a.i. zillet'ten. ç. tezlîlât.) Aşağılama, küçük düşürme, horlama; küçük ve hor görme.       İman bunu iktiza ediyor ki, tahakküm ve istibdat ile başkasını tezlil etmemek ve zillete düşürmemek, ve zâlimlere tezellül etmemek...            
  • indimizde Bize göre, bizce, yanımızda.           Biz Müslümanlar, indimizde ve yanımızda din ve milliyet bizzat müttehiddir.       
  • levm Çekiştirmek. Birisinin yüzüne karşı kötü söz söylemek. Zemmetmek. Paylamak. Başa kakmak.     Bütün levm ve itâb ve nefret, hevâ hevese tâbi olanlara olsun. Selâm ve selâmet, hüdâya tâbi olanların üstüne olsun. Âmin…    
  • Ârızî Sonrdan var olan. Zâtî ve irsî olmayıp sonradan hâsıl olan. Zâtî ve esastan olmayıp sonradan zuhur ve taalluk eden. Muvakkat, geçici.     Biz Müslümanlar, indimizde ve yanımızda din ve milliyet bizzat müttehiddir. İtibarî, zahirî, ârızî bir ayrılık var.    
  • Dâbbet-ül Arz Hadis-i şerifle âhir zamanda olacağı haber verilen ve âhir zaman alâmetlerinden olan bir nevi mahluk. (Cenâb-ı Hakk'a itâat etmeyenleri içlerinden kemireceği ve yiyeceği bildirilen dehşetli bir mahluk tâifesi.) (Kur'ânda, gayet mücmel bir işaret ve lisân-ı hâlinden kısacık bir ifâde, bir tekellüm var. Tafsili ise; ben şimdilik, başka mes'eleler gibi kat'i bir kanaatla bilemiyorum. Yalnız bu kadar diyebilirim: $ Nasıl ki Kavm-i Fir'avne "Çekirge âfâtı ve bit belâsı" ve Kâbe tahribine çalışan Kavm-i Ebrehe'ye "Ebâbil kuşları" musallat olmuşlar. Öyle de: Süfyan'ın ve deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve "Ye'cüc ve Me'cüc"ün anarşistliği ile fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfür ve küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zir ü zeber edecek. Allahu a'lem, o dâbbe bir nev'dir. Çünki gayet büyük birtek şahıs olsa, her yerde herkese yetişmez. Demek dehşetli bir tâife-i hayvaniye olacak. Belki $ âyetinin işaretiyle, o hayvan, dâbbet-ül arz denilen ağaç kurtlarıdır ki; insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tırnağına kadar yerleşecek. Mü'minler iman bereketiyle ve sefâhet ve su-i istimâlâttan tecennübleriyle kurtulmasına işâreten, âyet, iman hususunda o hayvanı konuşturmuş. Ş.)      
  • Herkül (yun.ö.i.) Cesâret ve kuvvetiyle efsaneleşmiş Yunan mitolojisi kahramanı. mec. Çok güçlü.  
  • Rüstem f. Şark edebiyatında kuvvet ve cesaretin timsali olarak bilinen ve Zaloğlu Rüstem diye veya "Rüstem-i Sistanî" nâmiyle meşhur İran'lı bir kahramandır. Rüstem-i Sistanî, onun hayal-i şanı garet etti bir asır mefâhir-i İran'ı. RNK-Sözler/972
  • muzmahil Darmadağın olmuş, perişan, yok olmuş, çökmüş. Mağlup.           ve nokta-i istinadı olmazsa, bilbedahe, temsildeki Rüstem ve Herkül’ün cesaretleri ve kahramanlıkları kırıldığı gibi, onun cesareti ve kuvve-i mâneviyesi muzmahil olur ve vicdanı tefessüh eder. 
  • Sultân Reşâd (Mi: 1844-1918) Meşrutiyet devri Osmanlı Padişahıdır. Merhametli ve halim tabiatlı olan bu dindar ve abdestsiz gezmiyen padişah, Mevlevi Tarikatına bağlı idi. Boş vakitlerini Mesnevi okumakla geçirirdi. V. Mehmet Reşad (İstanbul 1844-1918.) Osmanlı padişahlarının otuz beşincisidir. Sultan Abdülmecit'in oğludur. Ağabeyi III. Abdülhamit'in yerine padişah olduğunda 65 yaşında idi (1909). Meşruti bir hükümdar olarak 9 yıl süren saltanatında devlet güç koşullar altında varlığını koruma ve sürdürme kavgası vermiştir. Onun döneminde I. Dünya Savaşına girilmiştir. 4 yıl süren bu savaş sonunda Sevr Antlaşması imzalandı ve ülkenin dört bir yanı işgal edildi. Mehmet Reşad, ağabeyi Abdülhamit'in vefatından bir süre sonra vefat etti.
  • Enver Paşa (ö.i.) (1881-1922) İttihad ve Terakki'nin en aktif üç paşasından biri olan ve Almanların yanında savaşa girilmesinin tek sorumlusu olarak gösterilen Enver Paşa'nın asıl adı İsmail Enver'dir. 1881 yılında İstanbul'da doğdu. Daha üç yaşında iken aşırı isteği üzerine ibtidai mektebine yazıldı. Babasının Manastır'a tayininin çıkması üzerine burada okumaya devam edip askeri rüşdiye ve askeri idadi'yi bitirerek Harb okuluna girdi. Bundan sonra da Erkanı Harb Okulu'na girdi. Bu okuldan yüzbaşı rütbesiyle mezun oldu ve Manastır'daki 13. Seyyar Topçu Alayı'na tayin edildi (1903). 7 Mart 1905'te kolağası oldu. Bu görevi sırasında Rum ve Arnavut çetelerine karşı girişilen harekatta gösterdiği başarıdan dolayı altın liyakat madalyası ile ödüllendirildi. 13 Eylül 1906'da binbaşılığa yükseltildi. İttihat ve Terakki Cemiyetinin en aktif üyelerinden biri olan Enver Paşa, bir çok görevlerde bulunduktan sonra 5 Mart 1909 tarihinde Berlin askeri ataşeliğine atandı. Yaklaşık iki yıl bu görevi sürdürdü. İtalya'nın Trablusgarb'a saldırması ve savaşın başlamasından sonra, İtalyanlara karşı gerilla savaş taktiğini uygulamak üzere 22 Ekim 1911'de Bingazi'ye hareket etti. 24 Ocak 1912'de Bingazi Mıntıkası kumandanlığına atandı. Buna ek olarak buranın mutasarrıflığına da getirildi. İtalyanlara karşı başarılı mücadeleler verdiyse de Balkan Harbinin çıkması üzerine İstanbul'a geri döndü ve akabinde, Onuncu Erkan-ı Harbiye reisliğine atandı (1 Ocak 1913). Daha sonra da miralay (15 Aralık 1913) ve mirliva oldu. (3 Ocak 1914) Aynı yıl Harbiye Nazırlığına getirildi. Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla beraber, askeri harekatın yönetimini de üstlendi. Ordunun başında Ruslara karşı giriştiği Sarıkamış harekatıyla 90.000 mevcutlu ordunun büyük bir bölümünün, ağır kış şartlarında Allahüekber dağlarında donarak ölmeleri üzerine geri çekilmek zorunda kalındığı gibi Enver Paşa da cepheden İstanbul'a döndü. Savaşın kaybedilmesi ve Talat Paşa kabinesinin istifası ile Enver Paşa'nın da bakanlığı sona erdi (14 Ekim 1918). Kısa bir süre sonra İttihad ve Terakki'nin ileri gelenleriyle beraber Almanya'ya kaçtı. 1 Ocak 1919 tarihli irade ile ordudan atıldı. Berlin'e vardıktan sonra, İttihat ve Terakki'nin yeniden toparlanma faaliyetlerinde rol oynadı. Almanya'da bulunduğu sıralarda birkaç kez değişik isimlerle Rusya'ya gidip geldi. Bu yolculuklarından birinde Litvanya'da tutuklandı ve iki ay hapis yattı. (15 Ekim 1919) 1-8 Eylül 1920 tarihlerinde Bakü'de gerçekleştirilen Doğu Halkları Kongresi'ne Libya, Tunus, Cezayir, ve Fas'ı temsilen katıldı. Şubat 1922'de Ruslara karşı savaşan Basmacılar'ı teşkilatlandırmak maksadıyla Duşanbe'ye gitti. Son olarak Belcuvan bölgesindeki Abıdarya köyünde karargah kurdu. (4 Ağustos 1922) Burada Kurban Bayramı'nı kutladıkları sırada Rusların saldırısı sonucu meydana gelen çarpışmada ön saflarda savaşırken şehid düştü.
  • Keffaret-üz Zünub Günahların keffareti. Mü'min insanların çeşitli hastalık ve musibetlerine denir. Çünkü günahlarından afvına vesile olabilir. (Huk. İslâmiye ve Ist. Fık. K.)           Belki Cenâb-ı Hak, bu eseri ona bir keffaretüzzünub yapacak bu tefsiri tam anlayacak adamları da yetiştirecek, inşaallah.          
  • karîha Fikir kabiliyeti. Zihin kudreti. Düşünme istidadı. Akıldan hâsıl olan fikirler. Her şeyin evveli. Kuyudan çıkarılan ilk su. Padişahın aklına gelip buyurduğu iş.     Bu itibarla, zamanca, mekânca, ihtisasca dâire-i ihatası pek dar olan bir ferdin fehminden ve karihasından çıkan bir tefsir, bihakkın Kur’ân-ı Azîmüşşana tefsir olamaz…          
  • Maa-haza Bununla beraber. Bununla birlikte.       Maahâzâ, kaleme aldığım şu İşârâtü’l-İ’câz adlı eserimi, hakikî bir tefsir niyetiyle yapmadım.    
  • hulus Hâlislik. Saflık. Samimiyet. Hâlis dostluk. İçden davranmak. Her hayırlı işi ve ameli Allah rızâsını niyet ederek yapmak. Yaltaklanma, dalkavukluk.       Hem hulûs ve huşû ve huzur-u kalble dua etmek,      
  • Sütre Perde. Örtü. Perdelenecek şey. Namaz kılarken kıble cihetinde duvar ve sâir olmadığından, önden geçenlerin namaza zarar vermemeleri için, ön tarafa dikilen şey. (En az altmış cm. yükseklik)     Hattâ yeğeni ve fedakâr bir talebesi olan Ubeyd dahi kendi bedeline şehid düştükten sonra, düşmanın üç sıra askerini yararak geçip, hayatta kalan üç talebesiyle pek acip bir surette, su üzerinde bulunan bir sütreye girer.        
  • üsera (Üsârâ) Esirler. Harbde teslim alınanlar. Köleler.         Bediüzzaman’ı üserâ kampına götürürler. 
  • fîsebilillah Allah yolunda. Allah için.           Bütün hayatını, fîsebilillâh Kur’ân’a, İslâmiyete, Sünnet-i Seniyenin ihyasına hasr ve vakfeden bu fedakâr-ı İslâm,
  • 1-dem 2-dem f. 3-dem' 1-Kan.2-Nefes. Soluk.   Ağız.   Nazar.   An, vakit, saat.   Koku.   Kibir, gurur.   Âli, yüksek.   Körük. 3-Göz yaşı. Sürurdan veya keder sebebiyle ağlama neticesi gelen göz         yaşı.   Dünya gamından geçip,yokluğa kanat açıp,Şevk ile her dem uçup,çağırırım dost, dost!    
  • Me'mul Umulan. Ümid edilen. Beklenilen.         Çünkü birkaç gün sonra, gayet hilâf-ı me’mul bir surette, yayan gidilse bir senelik mesafede, tek başımla, Rusça bilmediğim halde firar ettim.      
  • ekalliyet-i müsrife İsrafçı azınlık, bolluk içinde yaşayan küçük bir topluluk.           Ben, ekalliyet-i müsrifeye tâbi olmak istemem’ demişlerdir.        
  • muktesid (ç. muktesidân.) (a.s. iktisâd'dan.) İktisadlı, tutumlu, lüzumsuz masrafta bulunmayan. Orta yollu, mutedil, ılımlı.     ‘Maişetçe neden bu kadar muktesit yaşıyorsun?’      
  • Nasb Dikme. Bir rütbe alma. Bir memurluğa tayin edilme. Gr: Arapçada kelimenin i'rabının mensub (üstün) olması, yani; (e, a) diye okunuşu.     Madem ki öyledir, ben de seni vekilharçlıktan azl ile kendimi nasbettim!”      
  • mahfel (a.i. ç. mehâfil.) Toplantı yeri, kapalı bölme, oda. Tahirü'l-Mevlevî tarafından İstanbul'da yayımlanmış aylık bir dergi.         Ben kabristandan çıkıp, bu dehşetli hayal ile Sultan Eyüp Camiinin mahfelindeki küçük bir odaya, çok defa girdiğim gibi, bu defa da girdim.                            
  • Merhum (Rahm. den) Kendine rahmet edilmiş. Rahmete kavuşmuş. Dünyanın sıkıcı ahvâlinden kurtulup rahmet-i İlâhiyeye kavuşmuş olan. Dünya imtihanından kurtulup, vazifesini bitirmiş, paydosa kavuşmuş olan. (Vefat etmiş müslüman hakkında söylenir.)    
  • Mütefelsif (Mütefelsef) Filozoflaşmış. Felsefe ile aklını karıştırmış. (Bak: Mütemerrid)           O vakit, nur-u Kur’ân ile, sırr-ı tevhid, şu gelecek surette inkişaf etti. Kalbim, o mütefelsif nefsime dedi: