Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)

In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten

--------------------

Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.

Lektion lernen

  • mahmidet (a.i. mahâmid.) Övme, senâ etme, medhetme. ne kadar teşekkür ve izhar-ı mahmidet(övme, medh) eylesem hakkım olmaz mı?     RNK-Barla Lâhikası/507
  • bünyad Temel, esas. Yapı, binâ. viran gönlüm şâd ve bünyâd(sağlamlaştırıldı, kuvvetlendirildi) edildi.  RNK-Barla Lâhikası/508
  • destgîr f. Elinden tutan, yardımcı olan, yardımcı. Yolunu şaşırmış, nur-u hakikati görmekten mahrum, mâsivâ-perestlere Risale-i Nur'la dest-gîr ve şefi' olduğunuzu yıllardan beri bildiğim için, kapınıza boynumu uzatarak, hidayet yolcularınız meyanında yer alabilmek   RNK-Barla Lâhikası/508
  • rûşen Aydın, parlak, aydınlık. Belli, meydanda, âşikâr, ap-açık.   Bârekâllah, ey mukaddes nur-u Hüdâ,  Sendedir envâr-ı tevfik-i İlâhî, rûşenâ.    RNK-Barla Lâhikası/509
  • incilâ Cilalanma, parlama. Görünme, belli olma. Açılma. Âfitâbın nuru zâildir, bu nur emân verir,  Subh-u mahşerde uyûn-u mü'minîne incilâ.   RNK-Barla Lâhikası/509
  • ez'afü'l-ibâd Halkın, kulların en zayıfı.  Ez'afü'l-ibâd Hafız Halid RNK-Barla Lâhikası/525
  • cezil Bol, çok. ed. Peltek ve bozuk olmayan kelime. Hall eder tılsım-ı kâinatı, her harfi dünyaya değer,  İlm-i nâfidir, yazılır ecr-i cezîl, tâ kıyamet bîkeder.       RNK-Barla Lâhikası/510
  • meknûz (a.s. kenz'den.) Hazineye alınmış, saklanmış. Gizlenmiş, yere gömülü.   Hâsılı, bilcümle meknûzât-ı hikmet-perverin,  Her biridir ehline, bir âfitâb-ı Hak-nümâ.    RNK-Barla Lâhikası/510
  • 1-becâ f. 2-becâ 1-Yerinde. Yerine. Uygun. Münâsib. 2-Geniş, bol.   Ey müellif-i Risale-i Nur, ger edersin iftihar becâdır(uygun), Gıpta ederse cümle ihvânın sana, çok sezâdır.    RNK-Barla Lâhikası/510
  • meferr (a.i. firâr'dan.) Firar edilecek yer, kaçılacak yer.   Çünkü eyledin iman-ı tahkike bir memer,  Elde ettin şâh-ı eserle zuhr-i yevmi'l-mefer(her şeyin ortaya çıkacagı günün görünmesi.    RNK-Barla Lâhikası/510
  • sırran tenevveret Gizlice aydınlatma, gizli olarak nurlandırma. Gizlice hizmeti yaygınlaştırma. Sırran tenevveret sırrıyla, perde altında daha ziyade işliyor. İki makine, bin ve beş yüz kalemli iki kâtip olmasıyla, inşaallah zemin yüzünü de ışıklandıracak derecede ders verecek. RNK-Barla Lâhikası/511
  • divan (a.i. ç. devâvin.) ed. Klasik Türk edebiyatı (Divan Edebiyatı) şâirlerinin şiirlerinin toplandığı kitap. Büyük meclis, devlet işlerinin görüldüğü meclis ve bu meclisin toplandığı yer. Yüksek mahkeme. Ahirette hesap verilecek meclis. Huzur, makam -Kayıt defteri. Evliya divanlarını ve ulemanın kitaplarını çok mütalâa eden bir kısım zâtlar taraflarından soruldu: "Risaletü'n-Nur'un verdiği zevk ve şevk ve iman ve iz'ân onlardan çok kuvvetli olmasının sebebi nedir?"   RNK-Kastamonu Lâhikası/27
  • evc-i âlâ En yüksek nokta. Zirve. En üst derece. Belki akıl ve kalbin ittihad ve imtizacı ve ruh ve sair letâifin teavünü ayağıyla hareket ederek evc-i âlâya uçar.  RNK-Kastamonu Lâhikası/28
  • evc-i âlâ En yüksek nokta. Zirve. En üst derece. Belki akıl ve kalbin ittihad ve imtizacı ve ruh ve sair letâifin teavünü ayağıyla hareket ederek evc-i âlâya uçar.  RNK-Kastamonu Lâhikası/28
  • mülâhhas (a.s. hulâsa'dan.) Kısaltılmış, özetlenmiş, özeti çıkarılmış. Bu şeriat, ulûm-u esasiyenin hayatî noktalarını tamamıyla tazammun etmiş olan ulûm ve fünundan mülâhhasdır.  RNK-İşârâtü'l-İ'câz/232
  • müstahrec (a.s. hurûc'dan.) İstihrac edilmiş, bir şeyden çıkarılmış. Alıntı yapılmış, alınmış, bir kitaptan alınmış. Yirmi Dokuzuncu Lem'a-i Arabiyeden müstahreç nurlu, tatlı fıkralardan terekküp ediyor.     RNK-Kastamonu Lâhikası/51
  • mücerreb mücerrebân, mücerrebât. a.s. tecrübe'den ç.  Tecrübe edilmiş, denenmiş. Makbul. Bunun için sana çok kolay ve ucuz, tesiri mücerreb ve kat'î ve   لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ * 3   رَبِّ اَنِّى مَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ * 4   gibi halâs ve şifa ve necat vasıtalarını tavsiye ederim.  RNK-Barla Lâhikası/288
  • metrûk (a.s. terk'den.) Terkedilmiş, bırakılmış, kullanılmaktan vazgeçilmiş; battal. Kullanılmaz halde bulunan, kullanılmayan. Boşanmış olmak. Ölen bir kimsenin bıraktığı eşya. Onlara bırakıyorum ki, emr-i Hak olan ecelim geldiği zaman, benim arkamda o metrûkâtım, benim bedelime o sadık ve mübarek ellerde hizmet-i Nuriye ve imaniyede çalışsın ve istimal edilsin. RNK-Emirdağ Lâhikası/179
  • eşrât-ı saat Kıyâmet alâmetleri. Peygamber, "Eşrat-ı saattenim. RNK-Muhâkemat/81
  • muattar (a.s. ıtr'dan.) Itırlı, güzel kokulu. i. Meşhur bir çeşit lâle. güya dünyayı ışıklandıracak bir Nur fabrikası ve mazi ve istikbali râyiha-i tayyibesiyle muattar edecek bir gül fabrikası semâdan bizim imdadımıza gönderilmiş  RNK-Kastamonu Lâhikası/57
  • fart-ı merbûtiyet Şiddetli bağlılık, aşırı bağlılık. sırf hüsn-ü niyet ve fart-ı merbutiyet ve sadâkatten ve ihlâstan doğmuştur.   RNK-Kastamonu Lâhikası/62
  • fart Aşırılık, fazlalık, fevkalâdelik, ifrat. Mübalağa. Taşkın, taşkınlık; aşkın, aşkınlık. Acele etmek ve ansızın gelmek. Yollara alamet olarak konulan işâret. Yine onun fart-ı şefkatinden himmeti yetişti, ikmâline muvaffak oldum.   RNK-İşârâtü'l-İ'câz/360
  • ta'mîk (a.i. umk'dan. ç. tamîkât.) Derinleştirme. İnceden inceye araştırma, derinliğine araştırma. Dikkat ettim ve tahkik ve tâmik ettim. RNK-Kastamonu Lâhikası/63
  • muâheze (a.i. ahz'den. ç. muâhezât.) Sorgulama, hesâba çekme. Azarlama, paylama, çıkışma, darılma. Tenkit, itiraz, kınama, tariz. Madem muaheze edilecek hiçbir dünyevî madde içlerinde yoktur;  RNK-Tarihçe-i Hayat/294
  • mübâreze-i küfür ve iman İman ve küfür mücadelesi. Ve bu acip asırda, mübareze-i küfür ve iman en son nokta-i istinada sirayet ederek ona dayandırıyor.  RNK-Kastamonu Lâhikası/71
  • hissiyât-ı mütevârise Miras kalan hisler, geçmişten gelerek yeni nesle intikal eden hürmet, hayâ gibi hisler. Ve avâmın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan, an'aneyle gelen hissiyat-ı mütevâriseyi yandırıyor. RNK-Kastamonu Lâhikası/72
  • izâfe izâfet İsnad etmek, dayandırmak, maletmek, havâle etmek. Bir şeyi bir kimseye veya bir şeye nisbet etmek, yakın etmek. İsnâd etmek. Katmak, katıştırmak. * Bir şey üzerine meylettirmek, havale olmak, bağlanmak. * Mal etmek. * Gr: İki isimden meydana gelen bağlılık tamlaması. Risaleti'n-Nur'un makamına on üç farkla tevafuk etmekle beraber, izafeden tavsife geçse ‎رِسَالَةٌ نُورِيَّةٌ 6 olur. RNK-Kastamonu Lâhikası/82
  • şuhur-u muharreme Savaşmanın haram olduğu mübarek aylar; Muharrem, Recep, Şaban, Ramazan. Ben hem kendimde, hem bu yakındaki Risale-i Nur talebelerinde şuhur-u muharremeden sonra bir yorgunluk ve şevkte bir fütur görüyordum.  RNK-Kastamonu Lâhikası/84
  • tesmîm (a.i. semm'den.) Zehirleme. Zehirlenme. Havayı tesmim eden buharat-ı müzahrefe o manevî havayı bozar. Herkes derecesine göre ondan zedelenir.   RNK-Kastamonu Lâhikası/85
  • buharat-ı müzahrefe Pis ve zararlı gazlar. Pis, zararlı buharlar. Havayı tesmim eden buharat-ı müzahrefe o manevî havayı bozar. RNK-Kastamonu Lâhikası/85
  • tefekkühât-ı ilmiye İlimle ilgili hoşa giden, hayrette bırakan meseleler. İlmî meyveler. Bu sıkıntılı zamanda ve tazyikat altında akıl ve kalbi eğlendiren ve keyiflendiren böyle tefekkühat-ı ilmiyeyi israf saymayınız. RNK-Kastamonu Lâhikası/86
  • ehass-ı havas Seçkinlerin en seçkini, ileri gelenlerin en başındaki. Bu yol ehass-ı havassa mahsustur, iman-ı şuhûdîdir.   RNK-Kastamonu Lâhikası/36
  • 1-melâmî (a.i. mel'amet'den.) 2-melâmi' (a.i. lem'a'nın ç.) 1-Kelbiye veya Melâmî tarikatına mensup olanlar.    Kınanmış ve ayıplanmışlardan olan. 2-Parıltılar, aydınlıklar. Vehhabilik ve Melamilik fırkaları İslam aleminde köklü ve esaslı bir şekilde yerleşmiş ve gelişmiş olan velayet ve takva esaslarını tahrip edip inkar ediyorlar. Vehhabiler velayetin mektebi olan tarikat ve tasavvuf geleneğini inkar ederken, Melamilik ve bir kısım laubali Mevleviler de  takva ve sünnetin esaslarını zorlayacak bir takım tevil ve tabirlere gidiyorlar. Her iki fırka da Ehl-i Sünnetin mühim esasları olan velayet ve takva esaslarını zedeleyecek fikir ve tavırlar sergiliyorlar. Bu zamanın ağır şartları altında insanların ekserisi İslam’ın emir ve yasaklarını yaşamadığı için, bazı fikri akımlar güya insanları dine çekmek adına bidatlere ve reformist görüşlere ruhsatları bahane ederek müsaade ediyorlar. Ve insanların dinde ciddiyetini bozuyorlar. Halbuki insanları dine çekmenin yolu taviz vermek değil, iman hakikatlerini ders vermektir. Risale-i Nurların mesleği tahkiki iman dersini vererek, insanların ibadet hayatını yeniden ihya etmek ve dinde ciddiyete sevk etmek şeklindedir. Yoksa imanı zayıf bir adama ruhsatlar ile yol göstermek çözüm değil, gevşeklik ve ciddiyetsizliktir. “Vehhâbîlik ve Melâmîliğin bir nev'ine zemin ihzar etmek” tabirinde Vehhabilik ve Melamilik akımından etkilenen bir takım reformist ve ehli bidat hocalara işaret ediliyor. Bunlar, bu gibi mezheplere dayanarak Ehl-i sünnet’e muhalefet ediyorlar, bir takım yanlış ve bidat fikirlerin yayılmasına zemin hazırlıyorlar. Bu akım genellikle İslam dininin ruhsatlarını nazara vererek dinde laubaliliğe sebebiyet veriyorlar.    Melamilik milâdî IIX. yüzyılda yaşanan siyasî ve sosyal çalkantılar sonucu ortaya çıkan akımlardan birisidir. Bir açıdan tarikat ve tasavvuf metoduna tepki olarak ortaya çıktığı da söylenebilir. Çünkü insanlardan uzaklaşmayı, inzivayı telkin eden tarikatlardaki uygulamaların tersine, toplum içinde yer almayı, ancak insanların hor ve hakir göreceği şekilde yaşamayı öngören bir sistem ortaya konulmuştur. Melâmîlikte halka dönük yaşam tarzı vardır. Yani tarikatlarda olduğu gibi halktan soyutlanma yoktur. Halkla iç içe olmayı esas alırlar. Halktan kopmazlar. Kendilerini herkesten aşağı görmek ilkesini benimsemişlerdir.  Melâmîlik tarihî süreç içinde üç grup altında incelenmektedir. Bu ayırım Melâmî pîrlerinin anlayış farklılığından kaynaklanır. 1. Dönem Melâmîleri: Haldun Kassâr’a bağlanan bu dönem Melâmîliğine Melâmîye-i Kassâriye, ya da Hz. Ebu Bekir’e (r.a.) dayandığı görüşünden dolayı Tarikat-ı Âliye-i Sıddîkiye denilir. Bu dönem Melâmîliği geleneksel tarikat çizgisine yakındır. Ehl-i Sünnet çizgisi içerisindedir. Nefsi gemleme, nafile ibadet, zikir, evrad vs. gibi tarikatlarda görülen kurallar bu dönem Melâmîlerinde de mevcuttur. 2. Dönem Melâmîleri: Bu dönem Melâmîleri ünlü mutasavvıf Ahcı Bayram-ı Veli’nin kurucusu olduğu Bayramiye Tarikatının bir kolu olduklarından Melâmîye-i Bayramiye diye adlandırılırlar. Bu dönem Melâmîleri Vahdet-i Vücud düşüncesini benimsemişlerdir. Aşırı Ehl-i Beyt (bk. Âl-i Beyt maddesi) sevgisinden dolayı Şiîliğe meyletmişlerdir. 3. Dönem Melâmîleri: Bu dönem Melâmîleri kurucuları Muhammed Nûru’l-Arabî’nin adından dolayı Melâmîye-i Nûriye diye bilinirler ve Nakşîliğe yakındırlar. Bu dönem Melâmîleri riya, şöhret, hubb-u cah gibi tehlikelerden kurtulmak uğruna halka kendilerini kötü gösterme, şeriata aykırı davranma gibi bir yöntem takip etmişler ve halkın kendilerinden kaçtığı oranda gerçek ihlâsı ve Allah sevgisini kazanacaklarına inanmışlardır. Günümüzdeki bu ekolün savunucularının bir kısmı tıpkı Mevlevilik ve Bektaşilikteki gibi haktan ve kökünden sapmıştır. Melamiliğin diğer üç dönemine sapkın demek mümkün değildir. Ama bazı tenkide medar noktalar da vardır.  (1) bk. Kastamonu Lâhikası, (48. Mektup)
  • meşruta-i meşrua Şeriata uygun hareket eden meclis. O müthiş istibdâdât-ı acîbeye karşı meşruta-i meşruayı bir vasıta-i necat görüyordu. RNK-Kastamonu Lâhikası/101
  • serrişte İpucu, tutamak. Bahane. Mülhidler ise, bu gibi zahirce akıldan çok uzak hadisleri serrişte ederek hakaik-i İslâmiyeye tezyifkârâne bakıp taarruz ediyorlar. RNK-Kastamonu Lâhikası/102
  • tensîk (a.i. nesak'tan. ç. tensîkât.) Düzene koyma, düzenleme, düzeltme. ed. Bir isme bir çok sıfat sıralama. Sizlerin buraya gelen mektuplarınız, kısmen tensikle Lâhikaya derc ediliyor. RNK-Kastamonu Lâhikası/110
  • hatme-i hâcegân tas. Nakşî tarikatı mensuplarının, şeyhlerinin huzurunda, topluca belirli dua ve zikirlerini sonuna kadar okumaları. Nakşîde, "hatme-i hâcegân" tarzında, fakat çok büyük bir mikyasta Risale-i Nur'un bütün şakirtleri mânen hazır ve o dairede bulunuyor niyetiyle tasavvuruyla okunmak, o RNK-Kastamonu Lâhikası/117
  • hatme-i Ahmediye Resûlullahın (a.s.m.) gösterdiği şekilde okunan belirli zikir ve duâlar. ve o çok geniş dâiresi bulunan hatme-i Ahmediyenin (aleyhissalâtü vesselâm) dairesinde yüz milyon müridlerin ‎اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ، اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ 'larından tezahür eden azametli bir hamdi düşünüp içinde ‎اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ ile iştirak eder,  RNK-Kastamonu Lâhikası/132
  • umûr (a.i. emr'in ç.) İşler, hususlar, maddeler, şeyler. Mühim işler. Emirler. Önem verme, aldırma, mühimseme. Evet, hayat-ı dünyeviyenin muhafazası için, zaruret derecesinde olmak şartıyla, bazı umur-u uhreviyeye muvakkaten tercih edilmesine ruhsat-ı şer'iye var. F RNK-Kastamonu Lâhikası/133
  • nâzır-ı bînazîr Benzersiz bakıcı, dikkatle bakan. Nur iskelesinin nâzır-ı bînazîri Sabri, basiret-i basîrin hususî mektubunda yazdığı mübarek bir hemşiremin Cevşenü'l-Kebîri ezber etmesi, eskiden beri o hemşire, Risale-i Nur talebeleri içinde bulunduğuna istihkakını gösteriyor.  RNK-Kastamonu Lâhikası/151
  • basiret-i basîrin Kalp gözüyle bakan, gören. Nur iskelesinin nâzır-ı bînazîri Sabri, basiret-i basîrin hususî mektubunda yazdığı mübarek bir hemşiremin Cevşenü'l-Kebîri ezber etmesi, eskiden beri o hemşire, Risale-i Nur talebeleri içinde bulunduğuna istihkakını gösteriyor.  RNK-Kastamonu Lâhikası/151
  • Bilâd-ı Kasîm' Dikenden başka ot bilmeyen kumlu bölge, çorak belde. Tarih-i mezkûrda, Ceziretü'l-Arabın Necid kıt'asının Bilâd-ı Kasîm'de, bir gece rüyamda, üç güneşin tulû etmiş olduğunu gördüm.  RNK-Kastamonu Lâhikası/157
  • atf-ı ehemmiyet Bir şeye ehemmiyet, önem verme; bir şeyin mühim olduğunu beyan ve iddia etme. O ikisinin mektupları, suret-i zahiriyede benim şahsıma atf-ı ehemmiyet etmeleri gerçi muvafık değil, mübalâğadır;  RNK-Kastamonu Lâhikası/160
  • tereddî (a.i. redy ve redeyân'dan.) Gerileme, kötüleşme, kötü yönde gelişme. Soysuzlaşma, yozlaşma. tereddî ve tedennî-i mutlakdan kurtaracak yegâne çare, Risaletü'n-Nur'un esasatıdır.  RNK-Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî/259
  • 1-nez' 2-nez' Bir şeyi yerinden sökme, koparma. 1-Yok etme, kaldırma.    Can çekişme.    Kuyudan kovayı çekip çıkarma. 2-Bozma; halkı birbirine düşürme, halkı ifsâd etme.   "Âhir zamanda, hafızların göğsünden Kur'ân nez'ediliyor, çıkıyor, unutuluyor. RNK-Kastamonu Lâhikası/168
  • müştehiyât-ı nefsâniye Nefsin hoşuna giden, şehveti celb eden şeyler. ve bilhassa hevesat ve müştehiyat-ı nefsaniyeyi taammüm etmiş memleketlerde ve hususan şuhur-u muharreme RNK-Kastamonu Lâhikası/169
  • 1-taammüm (a.i. umûm'dan.) 2-taammüm (a.i. imâme'den.) 3-taammüm (a.i. amm'den.) 1-Umumîleşme, genel olma, yaygınlaşma. 2-Sarık sarma. 3-Amca olma.  o zamanda medeniyet taammüm etmediğinden ve hususî kaldığından ve tarassudât-ı semâviye pek az olduğundan, bütün etraf-ı âlemde görülmek, umum tarihlere geçmek elbette lâzım değildir RNK-Sözler/798
  • 1-taammüm (a.i. umûm'dan.) 2-taammüm (a.i. imâme'den.) 3-taammüm (a.i. amm'den.) 1-Umumîleşme, genel olma, yaygınlaşma. 2-Sarık sarma. 3-Amca olma.  o zamanda medeniyet taammüm etmediğinden ve hususî kaldığından ve tarassudât-ı semâviye pek az olduğundan, bütün etraf-ı âlemde görülmek, umum tarihlere geçmek elbette lâzım değildir RNK-Sözler/798
  • tehâcümât-ı müttehide Birlikte hücum etmeler, saldırışlar. senin tesirli nasihatinle ihzar ettiğin hizmet-i imaniye tek başıyla kalsa, şimdiki tehacümat-ı müttehideye karşı dayanması çok müşkil.  RNK-Kastamonu Lâhikası/179
  • celb-i nef' Faydalı olanları kendi etrafına çekmek, menfaatı elde etme. Her zaman def-i şer, celb-i nef'a râcih olmakla beraber, bu tahribat ve sefahet ve câzibedar hevesat zamanında bu takvâ olan def-i mefasid ve terk-i kebair üssü'l-esas olup büyük bir rüçhaniyet kesb etmiş.  RNK-Kastamonu Lâhikası/185