Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)
In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten
--------------------
Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.
- didegiryan Teessürle ağlayan göz, yaşlı göz. Dîde giryân, sîne biryân, akıl hayrân, bîhaber. RNK-Barla Lâhikası/433
- mutasavvıfa-i mütefelsife Felsefeye bulaşmış tasavvufî fikir sahipleri. O şüpheli zâtın, her ismin bir mertebe-i âzamı olduğunu tezyif etmek niyetiyle, "Mutasavvıfa-i mütefelsife fikridir" demiş. RNK-Barla Lâhikası/437
- müsevvid (a.s. seved'den. ç. müsevvidîn.) Müsveddeyi, ilk nüshaları yazan. Ramazan'da bir saatte, benimle müsevvid zât hasta iken sür'atle yazılmış. Göreceğiniz tarz, aynen bulunmuş; biz hayret ettik. RNK-Barla Lâhikası/438
- divan-ı nübüvvet Peygamber meclisi. Nasıl ki nur-u Muhammedî ve hakikat-i Ahmediye aleyhissalâtü vesselâm, divan-ı Nübüvvetin hem fatihası, hem hâtimesidir. RNK-Barla Lâhikası/440
- cilveger Cilve ve naz eden. Cilveli. Tecelli eden. Her harfi şem'a-i feyz-i İlâhî, cilveger, Zevk alır baktıkça insan, bütün eşyadan geçer. RNK-Barla Lâhikası/510
- tarh Uzaklaştırma. Bırakma, atma. Belli bir şekil ve ölçü dahilinde yapılan düzenleme. Yerleştirme, kurma, yapma. Vergi koyma. Temel atma. mat. Bir sayıdan diğerini çıkarma. Bahçede çiçek dikmek üzere ayrılmış yer. Kâğıt zeminine yapılan hafif süsleme. Tezhib nakışlarının düzenlenmesi. fetret-i mutlakanın zamanı tarh(çıkarılma) edildikten sonra altı bin altı yüz altmış altı sene kadar, din-i İslâmın sırrını neşreden hakikat-i Kur'âniye, küre-i arzda ayrı ayrı perdeler altında neşr-i envar edeceğine, âyâtın adedi işaret ediyor demektir. RNK-Barla Lâhikası/441
- acul Çok aceleci, sabırsız. Fakat biz acûlüz. Herşeyin bir vakt-i muayyenesi var. RNK-Barla Lâhikası/452
- sereyân Dağılma, yayılma. Geçme, sirayet. En evvel, hakaik-i âliye-i Kur'âniyeden şu âyetin hakikati bana zahir olmuş ve ekser risalelerde, o hakikat sereyan etmiştir. RNK-Barla Lâhikası/454
- mûbikât-ı seb'a Yedi büyük günah, insanı felakete götüren yedi büyük günah. (Öldürme, zina, içki içmek, sıla-yı rahimi terk, kumar oynamak, yalancı şahitlik, dine zarar verecek bid'alara taraftarlık.) Hem mektubunuzda yedi kebâiri soruyorsunuz. Kebâir çoktur; fakat ekberü'l-kebâir ve mûbikat-ı seb'a tâbir edilen günahlar yedidir: Katl, zina, şarap, ukuk-u vâlideyn (yani kat-ı sıla-i rahim), kumar, yalancı şehadetlik, dine zarar verecek bid'alara taraftar olmaktır. RNK-Barla Lâhikası/454
- tefekküh Yemiş toplayıp yeme. Meyvelenme, meyveli olma. Pişman olma. Hoşlanıp hayrette kalma, çok hoşlanıp şaşırma. Bu Kur'ânî risaleler, sair risaleler gibi tefekküh nev'inden değil ki, usanç versin. Belki tegaddîdir. RNK-Barla Lâhikası/456
- kal'a-bend Bir kale içinde yaşamağa mahkûm olmuş olan, kaleye bağlanmış. Yok, sevgili Üstadım, müsterih olunuz; senelerden beri çekmekte olduğunuz, kal'abend cezasından pek şedid azâbınıza, bir başka ve mühim elem katılmasına taraftar olanlara bir parça meyletmek şöyle dursun, belki bu halin şiddetle ve belki fedâisi olarak aleyhte olduğuma, vicdanımın tasdiki kâfi bir şahittir. RNK-Barla Lâhikası/479
- havâtır (a.i. hâtıra'nın ç.) Hâtıralar, fikirler, düşünceler. Mektubunuzun mütalâasından mütevellid teessüratım arasında, kalbime çok havâtır hutur ediyordu. RNK-Barla Lâhikası/478
- meâhiz (a.i. me'haz'ın ç.) Bir şeyin alındığı, çıktığı yerler, kaynaklar, mehazlar. Aziz kardeşim, fıkhü'l-ekber olan esâsât-ı imaniyeyle meşgul olduğumuz için, nakle ve ehl-i içtihadın medârikine ve meâhizine bakan dekaik-i mesâil-i fer'iyeye zihnim şimdilik ciddî müteveccih olamıyor. RNK-Barla Lâhikası/476
- medârik Tedârik edilen, toplanan bilgiler. Sağlam dökümanlar. Aziz kardeşim, fıkhü'l-ekber olan esâsât-ı imaniyeyle meşgul olduğumuz için, nakle ve ehl-i içtihadın medârikine ve meâhizine bakan dekaik-i mesâil-i fer'iyeye zihnim şimdilik ciddî müteveccih olamıyor. RNK-Barla Lâhikası/476
- mülteka (a.s. likâ'dan.) Kavuşma, buluşma, birleşme yeri. Kavşak. Hanefi hezhebinin meşhur bir fıkıh kitabının ismi. Dördüncü burhan: Âlem-i gayb ve şehadetin nokta-i iltisakı ve berzahı ve iki âlemden birbirine gelen seyyârâtın mültekası, vicdan denilen fıtrat-ı zîşuurdur. Mülteka Şerhi Damad'ın ve Merâki'l-Felâh ikisi demişler: İki Ramazan için bir kefaret kâfidir. RNK-Barla Lâhikası/476
- ecel-i mübrem eceli-i kaza Elinden kurtulunması mümkün olmayan, kaçınılmaz olan ecel. İkinci sualiniz: Ecel-i mübrem ile muallâk, malûmunuz olan tâbir-i diğerle "ecel-i müsemmâ" ve "ecel-i kazâ" tâbir edilir. RNK-Barla Lâhikası/473
-
- ecel-i müsemma Belirli bir zamana kadar, Allah'ın takdir ettiği ölüm. İkinci sualiniz: Ecel-i mübrem ile muallâk, malûmunuz olan tâbir-i diğerle "ecel-i müsemmâ" ve "ecel-i kazâ" tâbir edilir. RNK-Barla Lâhikası/473
- müstefsir (a.s. tefsîr'den ç. müstefsirîn.) Bir şeyin tefsirini, izahını, genişçe anlatılmasını isteyen. Soruşturup anlamaya çalışan. Aziz, sıddık, ve ziyade müteharrî ve müstefsir kardeşim Re'fet Bey, RNK-Barla Lâhikası/472
- havâss-ı hamse-i bâtına Kalbe bağlı beş duygu: Hiss-i müşterek (hayâl kuvveti), müdrike (akıl), vehim (vâhime), hâfıza, mutasarrıfa (meydana getirici hayal kuvveti). Hattâ hükemâ ve ulemâ-yı zahirî dahi, o letâif-i aşerenin pencereleri veyahut nümuneleri olan havass-ı hamse-i zahirî, havass-ı hamse-i bâtına diye, o letâif-i aşereyi başka bir surette hikmetlerine esas tutmuşlar. RNK-Barla Lâhikası/470
- tefvîz-i umur İşleri bırakma, işleri birine verme. Tevekkül ederek işi Cenâb-ı Hakk`a bırakmak. kemâl-i teslimle kazâya rıza, kadere teslim ve Cenâb-ı Hakka tefvîz-i umur düsturunu rehber ittihaz ettim. RNK-Barla Lâhikası/458
- İmam Zeyd (Zeyd bin Zeynelabidin) (698-740)  Risale-i Nur Enstitüsü tarafından yazıldı. CUMA, 11 TEMMUZ 2003 01:00 Ehli Beyt mensubu olup, Hazreti Hüseyin'in (ra) torunu ve on bir imamın dördüncüsü olarak kabul edilen Zeynelabidin'in oğludur. İlim tahsil etmek maksadıyla muhtelif İslam beldelerini gezerek, çok sayıdaki alimden ders almıştır. Tabiinden olup, öğrendiği hadisleri rivayet etmiştir. Kendisi ve oğlu Yahya'ya bağlılıklarını bildirenlerin oluşturduğu "Zeydiyye" olarak tanınan fırka, Şia fırkalarının en mutedili ve Ehli Sünnete en yakın olanıdır. Risale-i Nur'da Hazreti Zeyd ve Zeydiyye için, "meşhur İmam-ı Zeyd sâdât-ı azîmeden ve eimme-i Âl i Beyttendir… Bunlar hem ehl-i insaf ve hem çabuk hakkı kabul eder bir taifedir" (Barla Lahikası, s. 181) ifadelerine yer verilmiştir. Künyesi Ebü'l-Hüseyin Zeyd bin Zeynelabidin Ali bin Hüseyin bin Ali bin Ebi Talib şeklindedir. Zeyd, 698 yılında Medine'de dünyaya geldi. İlk derslerini babası Zeynelabidin'den (ra) aldı. Babasının dışında, aralarında ağabeyi Muhammed Bakır'ın da bulunduğu çok sayıdaki alimden dersler aldı. Hadis ilminde önemli bir birikime sahip oldu ve öğrendiği hadisleri rivayet etti. İlim tahsil etmek maksadıyla Medine dışına çıktı ve birçok İslam beldesini dolaştı. Bu arada bazı sahabelerle görüşme imkânı buldu. "İmamet" vasfına haiz olmak için alim olmak ve ilim tahsil etmek gerektiğini, bizzat ilim öğrenmeye çalışarak göstermiş oldu. Bu fiili hareketiyle, "imamlara vahiy geldiği" veya "onlara Allah'ın bildirmesi" şeklindeki görüşlere inanmadığını göstermiş oldu. Çünkü, o zamana kadar bu iddialar ortaya atılmakta ve "imam" telakki edilenlere muhtelif vasıflar ve özellikler verilmekteydi. Çok güzel bir hitabete sahipti. Fıkıh ve kıraat ilmindeki mümtaz kişiliğiyle dikkat çekti. Sohbetinde bulunanlar çok tesirli hitabetinin etkisinde kaldılar. Zeyd, ilim öğrenmek maksadıyla muhtelif beldeleri ziyaret edip alimlerle görüşmesine rağmen, bir kısım iftiracılar, Emevi halifesinin yanında kışkırtma faaliyetlerine giriştiler. Halifeyi bu mübarek insanın aleyhine geçirmek maksadıyla iftiralarda bulundular. Muhtelif beldeleri dolaşmasını, hilafete geçmek için adam toplamaya yönelik faaliyet olarak yorumladılar. İddiaların etkisinde kalan halife de Medine dışına çıkışını yasakladı. Ancak, bir fırsatını bulan Zeyd, Medine'den ayrılarak Kûfe'ye gitti. Zeyd, Kûfe'ye geldikten sonra etrafı, Ehli Beyt taraftarı gibi gözüken bölücüler tarafından sarıldı. Kendisini savaş için kışkırtmaya başladılar. Emevi hanedanının Suriyeli askerlere dayandığını, bu gücün yüz bin Kûfeli savaşçıya kafa tutamayacağını iddia ederek bir an ön önce harekete geçmesini istediler. Zeyd, on ay kadar burada kaldı. Yakalanma endişesiyle ikamet ettiği yeri sürekli değiştirdi. Basra ve Musul taraflarından da başkaldırma telkinleri gelmekteydi. Bunun üzerine binlerce kişi kendisine bağlılığını ifade ederek biat ettiler. Biat edenler, Allah'ın kitabı ve Peygamber Efendimizin (asm) sünnetine uygun hareket, haksız olarak iktidarda bulunanlarla mücadele, zayıfların himaye edileceği vb. gayeler için hareket edeceklerine dair yemin ettiler. Ayrıca, Kûfelilerin daha önce ataları için yaptığı ihaneti kendilerinin yapmayacağını ve Zeyd'i düşmanlarına teslim etmeyeceklerine dair de söz verdiler. Bu ifadeler üzerine Zeyd'in, "Ey Kûfeliler! Dedem Hüseyin'e yaptığınız gibi söz verip de sonradan caymanızdan korkarım" dediği, buna karşılık, "Allah için ancak dönmeni bekliyoruz. Biz senin için canımızı feda ediyor ve sana güvenebileceğin tarzda and içiyoruz, söz veriyoruz" denildiği de nakledilmektedir. Savaşın henüz başlamadığı, ancak, hazırlıkların devam ettiği sırada, Zeyd'in taraftarları kendisine, Ebu Bekir ve Ömer'e düşman olma tavsiyesinde ve telkininde bulundular. Bunun üzerine Zeyd; "Büyük dedem olan Resulullah Aleyhisselam'ın sevdiği kimselere düşmanlık edemem" karşılığını verdi. Bu cevap üzerine çevresinde bulunanlardan dört yüzü hariç geriye kalanların tamamı savaş meydanını terk ederek yanından ayrıldılar. Zeyd ayrılanlar için, "gidiniz, siz rafızilerdensiniz," anlamına gelen "izhebu entümü'r-revafizu" ifadesini kullandı. Kûfe valisi, gizlilik içinde yürütülen faaliyetleri öğrendi. Emeviler bu gelişmeler üzerine harekete geçtiler. Önce, vali tarafından mescidin avlusunda toplanmaya çağrılan savaşçıların önemli bir kısmı tutuklandı. Bu tutuklananları kurtarma çabası netice vermedi. Suriye'den gelen düzenli ordu karşısında, sayıları azalan Zeyd ve taraftarları ancak iki gün dayanabildiler. Çatışmalar sırasında bir okun isabet etmesi üzerine Zeyd vefat etti (740). Zeyd bin Zeynelabidin'e dayanan Zeydiyye, Şia fırkaları arasında önemli farklılıklar arz etmektedir. Bunlara göre, halifeliğin Zeyd bin Zeynelabidin'e verilmesi gerekmekteydi. Bu fırkaya mensup olanlar Hazreti Ali'nin ashabın en efdalı olduğunu ileri sürmekle beraber, diğer üç büyük halifeye karşı saygılı olup, Hazreti Ebubekir, Ömer ve Osman'ın hilafetinin caiz olduğunu kabul etmekteydiler. Ayrıca, halifeliğin dördüncü imam olarak kabul edilen Zeynelabidin'in (ra) soyundan gelenlerle devam etmesi gerektiği inancındaydılar. Zeydilerin mutedil davranmalarında Zeyd bin Zeynelabidin'in aşağıdaki veciz ifadelerinin etkisinin büyük olduğu anlaşılmaktadır: "Ali bin Ebi Talib, sahabenin en faziletlisi idi. Ancak, hilafet, sahabenin uygun gördüğü bir maslahat ve gözettikleri dini bir fayda sebebiyle Hz. Ebu Bekir'e verilmiştir. Çünkü, Hz. Peygamberin (asm) sağlığında çıkan harpler henüz unutulmamış, müminlerin emiri Hz. Ali'nin kılıcındaki, Kureyş ve diğer müşriklerin kanı henüz kurumamıştı. İntikam almak isteyen toplulukların içlerindeki kinler olduğu gibi duruyordu. Kalplerin bütünüyle ona meyletmediği, herkesin gönül rızasıyla boyun eğmediği bir durumda uygun olan tavır, bu işi yüklenecek şahsın, yumuşak, vakur, yaşlı ilk Müslümanlardan ve Hz. Peygamber'e yakın olanlardan olmasıydı" (Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Çağ Yay., 2. C., İstanbul 1986, s. 459). Zeydiyye, Şia fırkaları içinde Ehli Sünnete en yakın olanıdır. Çünkü, Hazreti Zeyd, Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer'in halifeliğini kabul edip, dil uzatmadıkları gibi, halifeliğin sadece Hz. Ali ve Hz. Fatıma'nın soyundan gelenlere ait olduğunu da ileri sürmemişlerdir. Ayrıca, imameti talep edip ortaya çıkmadıktan sonra başkalarının imametini de caiz görmüşlerdir. Zeyd'e, Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer ile ilgi görüşleri sorulduğunda, önce kendileri için Allah'tan rahmet ve mağfiret diledi. Ehli Beyte mensup olan hiç kimsenin onları sevmemezlik edip yüz çevirmediğini, onlar hakkında ancak hayır söylediklerini ifade etti. Hilafete ilk önce Hazreti Ebubekir ve Hz. Ömer'in tercih edildiğini, kendilerinin bu haklardan uzaklaştırıldıklarını belirtti. Ancak, bunun da küfür olmadığını söyledikten sonra, söz konusu mübarek zatlar hakkında bu söylediği sözlerden daha ağır konuşmayacağını da belirtti. Bediüzzaman Hazretleri, Zeyd için, "sâdât-ı azimeden [Seyyidlerin büyüğü]" ifadesini kullandığı gibi, mensupları için de "Şiaların en mutedili ve en Sünnisi" ifadelerine yer vererek önemli izahatta bulunmaktadır; "meşhur İmam-ı Zeyd sâdât-ı azîmeden ve eimme-i Âl i Beyttendir. Ve müfrit Şîaları reddeden ve 'Gidiniz. Siz Rafizilerdensiniz' deyip Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer'den teberrîyi kabul etmeyen ve o iki halife-i zîşânı hürmet edip kabul eden bir zattır. Onun etbâları, Şîaların en mutedili ve en Sünnîsidir. Bunlar hem ehl-i insaf ve hem çabuk hakkı kabul eder bir taifedir. İnşaallah, Vehhâbîlerin tahribatını tamire sebep oldukları gibi, Ehl-i Sünnet ve Cemaatten Zeydîlerin inhirafları dahi istikamet kesb edip, Ehl-i Sünnete iltihak edip imtizaç edecekler. Bu âhirzaman çok çalkalanıyor; bu fitne-i âhirzaman acip şeyler doğuracağını ihsas ediyor." (Barla Lahikası, s. 181). Zamanının büyük bir kısmını ilim öğrenip öğretmekle geçiren, ibadet edip Kur'an-ı Kerim okuyan bu mübarek zat için İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretlerinin de, "Zeyd bin Zeynelabidin zamanında ondan daha büyük fıkıh alimi, sorulara ondan daha seri cevap veren ve daha açık konuşan kimse görmedim" dediği nakledilmektedir.
- ŞEYH HAYÂTÜ’L-HARRÂNÎ Yazar: Sorularla Risale, 14-9-2007 Şeyh Hayâtü’l-Harrânî’nin tam ismi Hayât bin Kays bin Kahhâl bin Sultan el-Ensârî el-Harrânî’dir. Urfa’ya bağlı Harran kazasında doğup yetiştiği için “Harrânî” nisbeti ve “Şeyh-ül-Kıdve” lâkabı ile meşhurdur. Doğum tarihi hakkında kesin bir bilgi yoktur. 12. yüzyılda yaşamış, ömrünün elli senesine yakınını Harran’da geçirmiş bir velidir. Yumuşak huyluluğu, cömert kişiliği, helâle ve harama dikkat etmesi ve gece ibadetlerine çok ehemmiyet vermesi ve bu ibadete düşkünlüğü ile bilinir. Hayattaki en temel gayesi Cennet’i kazanmanın da ötesinde Allah rızasını kazanmaktır. Hayat bin Kays, her yönden ilim sahibi olduğu için bir çok talebenin terbiye edilmesi kendisine verilmiştir ve talebelerinin sayısı oldukça çoktur. Talebeleri kerâmet ehli olmuşlardır. Talebeleri haricinde de ondan pek çok kişi ders ve feyiz almıştır. Evliyânın büyüklerinden birçoğu onun hâllerini beğenip, söylediklerini tekrar etmişlerdir. Bir çok âlim de onun büyüklüğünü dile getirmiştir. Hattâ Harran halkı ne zaman başı sıkışsa ona gider duasını isterdi. Sadece Harran halkı değil, Selahaddin Eyyûbî ve Sultan Nureddin Zengi gibi ünlü hükümdarlar kendisini ziyaret eder, hayır duasını alırlardı. Hayat bin Kays’ın kerâmetleri sadece hayattayken değil, vefatından sonra da devam etmiştir. Üstad Bediüzzaman, kendisini “kutb-u azîm” olarak isimlendirir. “Abdülkâdir Geylânî Hazretlerinden sonra mematları (ölümleri) hayatları gibidir.” der. 1185 tarihinde Harran’da vefat eden Hayat’ın türbesi 1195 tarihinde Harran surlarının kuzeybatı tarafında ve sur dışındaki mezarlığa inşâ edilmiştir.
- MÂRUF-U KERHÎ Yazar: Sorularla Risale, 07-8-2007 İranlı Hıristiyan bir anne ve babanın oğlu olan Mâruf-u Kerhî’nin doğum tarihi bilinmemektedir. Annesi ve babası tıpkı kendileri gibi onun da dindar bir Hıristiyan olmasını istiyorlardı. Bunun için diğer çocukları ile birlikte kilise mektebine gönderdiler. Mâruf farklı bir çocuktu. Her anlatılanı kabullenmiyor ve gönlüne yatmayan şeyi reddediyordu. Nitekim Hıristiyanlığın temel inancı olan “Baba, Oğul, Ruh-ül Kuds” üçlemesini içine sindiremiyordu. Bu konu üzerinde çok düşünüyor ve sorduğu sorularla rahibi bunaltıyordu. Rahip en sonunda, bu çocuğun karşısında izahlarının basit, mantığının sığ kaldığını hissetti. Disiplini sağlamak için onu konuşmaktan menetti. Bu yöntem de işe yaramayınca dayak yolunu seçti. Aynı yolu anne-babası da uygulayınca evinden kaçtı ve yollara düştü. Kervanlarla uzun yolculuk yaptı ve Kûfe’ye kadar geldi. Burada onun elinden ilk tutan İbn-i Semmak oldu ve Ehl-i Beytin büyüklerinden olan İmam-ı Ali Rıza’nın yanına götürdü. Mâruf, Kûfe’de ciddi bir eğitimden geçti. İmam-ı Ali Rıza’nın çocuklarıyla birlikte büyüdüğü için aileden sayıldı. İmam-ı Ali Rıza “O, neseb bakımından değilse de, huy ve muhabbet bakımından Ehl-i Beyttendir. Nasıl ki ceddimiz Selmân-ı Farisi’yi ilhak edip Ehl-i Beytten saydı, Mâruf da bizdendir.” der. Tasavvuf büyüklerinden aldığı derslerle kısa sürede yüksek makamlara erişti. Çok sayıda kerameti görülen Mâruf-u Kerhî daha sonra anne ve babasının Müslüman olmalarına vesile oldu. Zekeriyya bin Yahya ve Sırrîyi Sekâtî gibi zirveleri onun elinde yetişti. Ahmed bin Hanbel gibi âlimler onun görüşlerini aldılar. 815 yılında (h. 200) vefat eden Mâruf-u Kerhî’nin kabri Bağdat’tadır.
- 1-mutâf (tavâf) 2-mutaf (Muy-tâb. dan) 1-Etrafında tavaf olunan, dönülen. 2-Keçi kılından dokunmuş olan. Kıldan yapılan at takımı. Kıldan çul yapan, dokuyan veya satan. Yeni Sözler'le alâkadarlık edenlere, evvelki üç Hafız ile mutaf Hafız Mahmud Efendiye selâm, hem dua ediyorum. RNK-Barla Lâhikası/462
- VEHHÂBÎLİK Yazar: Sorularla Risale, 19-10-2007 Arap Yarımadası’nda, Necid bölgesinde Muhammed bin Abdilvehhab (1703-1792) tarafından kurulan bir mezheptir. Bugün Suudi Arabistan’da etkili durumdadır. Mısır, Hindistan, Afrika ve diğer bazı İslâm ülkelerinde de taraftarları vardır. Necid bölgesi İslâm tarihinde çeşitli görüş ve inançlara sahne oldu (bk. Necid maddesi). Meselâ Hz. Peygamber (a.s.m.) daha hayattayken, peygamberlik iddia eden bir yalancı olan Müseylimetü’l-Kezzâb ve Hâricilerin hâfızları ve ileri gelenleri bu bölgeden çıktılar (bk. Hâricîler maddesi). Hz. Ali (r.a.) ile giriştikleri savaşta öldürülmüşlerdir. “Vehhâbî” ismi, kurucusunun hayatında muhalifleri tarafından verilmiştir. Aralarında bir çok noktadan benzerlik dolayısıyla “Haricilik” hareketinin uzantısı olarak değerlendirilmektedir. Ancak Vehhâbîler kendilerine “Muvahhidûn” derler ve kendilerini ibn-i Teymiye’nin (bk. İbni Teymiyye maddesi) açıkladığı şekilde Hanbelî Mezhebini devam ettiren Sünnîler” olarak görürler ve “Biz itikatta Selef, amelde de daha çok Hanbelî mezhebindeniz” şeklinde tanımlarlar. Vehhâbîler, Kur’ân ve Sünnete çok önem verirler ve namaz konusunda da titiz davranırlar. Ancak Kur’ân ve Sünnet dışında hiçbir kaynağa itibar etmezler, âyet ve hadisleri sadece zahirî mânâlarına göre yorumlarlar. Kanun koyma veya hükümleri çıkarmada akla ve yoruma yer vermezler. Vehhâbîlik sisteminin kurucusu olan Muhammed bin Abdilvehhab’ın görüşlerinin temelini tevhid anlayışı teşkil eder. Şirk, bid’at, şefaat ve benzeri konulardaki görüşlerinin hepsi onun tevhid anlayışına paralel olarak şekillenmiştir. Ona göre: “Tevhid; kalb, lisan ve amelle olmalıdır. Bunlardan birisi eksik olursa, insan Müslüman olamaz.” Böylece Haricîler gibi ameli imandan bir cüz’ saymıştır. Yani namaz, oruç, hac ve benzeri emirleri yerine getirmemek küfürdür; kâfirlerin ise mal ve kanları helâldir. Muhammed bin Abdilvehhab’a göre “Allah’ın kitabı ve Resulünün sünnetinde olmayan bir şeyi ortaya koyan mel’undur, koyduğu şey reddededilir.” En korkunç ve hattâ şirk olarak gördüğü bid’atların başında mezarlar, türbeler ve bunların ziyaretleri gelir. Zira bütün bunlar kişinin kendisi ile Allah arasına vasıta koyması demektir (tevessül). Bu ise küfürdür. Vehhâbîler, Kur’ân ve Sünnet dışındaki her şeyi bid’at kabul ettikleri için, bid’atlara kapılmış olanlarla savaşmanın “Kur’ân’ın bir emri” olduğu inancını taşırlar. Bunun doğal neticesi olarak da bid’atçı zannettikleri Müslümanlara kılıç kullanmaktan çekinmemişlerdir. En şiddetli düşmanlığı da Ehl-i Beyte karşı göstermişlerdir. Osmanlı Padişahı İkinci Mahmut döneminde Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa 1812-1813 yıllarında Medine, Mekke ve Taif, Vehhâbîlerden arındırıldı. 1819’da Kavalalı’nın komutanı İbrahim Paşa tarafından yakalanan Suûdî ailesi idam edildi ve böylece Vehhâbîliğin ilk dönemi kapandı. Ancak daha sonra İngiliz Hükümetinin desteğini alan Vehhabîler, yeni kurulan Suudi Arabistan devletinde etkili oldular. Nitekim 1918 yılı sonlarında Osmanlıların Medîne’den çekilmelerinin ardından, Mekke ve Medine gibi mukaddes bölgeler İngilizlerin desteğiyle Vehhâbîlerin kontrolüne geçti. Okunma Sayısı : 2170
- ba'dehü Bundan sonra, ondan sonra. Sâirlerin yazdıklarını sizler mukabele edip, ba'dehu bana gönderseniz daha iyi olur. RNK-Barla Lâhikası/462
- intak-ı hak Hakkı söylemek. Allah'ın konuşturması. Şimdi anlaşılıyor ki, o mânevî has hattı tavsiye etmek için, intak-ı hak kabilinden bana söylettiriliyordu. RNK-Barla Lâhikası/464
- istişfâ (a.i. şifâ'dan.) şifa isteme, hastalıktan kurtulup iyi olmayı arzulama. Sağlık çaresi arama. Birisinin yardımını istemek, şefâat dilemek. Hem ne haddime düşmüş ki, o menşur-u Kur'ân'dan bahsedeyim! Olsa, olabilse bu fakir, ondan istişfa(şifa isteme) ( اِسْتِشْفَاءْ ) ve istişfa'(şefaat isteme) ( اِسْتِشْفَاعْ ) ve istifaza edebilir. RNK-Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî/256
- istihrac-ı esrar Sırları ortaya çıkarmak, keşfetmek. Şimdilik vazifemiz ise, istihrac-ı esrar olduğundan, mevcut mesaili nakil değildir. RNK-Barla Lâhikası/470
- anasır-ı erbaa Dört temel unsur: hava, su, toprak, ateş. Letâif-i aşere, İmam-ı Rabbânî kalb, ruh, sır, hafî, ahfâ, insanda anâsır-ı erbaanın herbir unsurdan o unsura münasip bir lâtife-i insaniye tâbir ederek, seyr-i sülûkta her mertebede bir lâtifenin terakkiyatı ve ahvâlinden icmâlen bahsetmiştir. RNK-Barla Lâhikası/470
- Meraki’l-Felah Meraki’l-Felah; Hanefi mezhebi fıkıh âlimlerinden Ebu’l-Berekât Hasan bin Ammâr bin Ali eş-Şürunbülâlî’nin (ö. 1069) eseridir. Eserin tam ismi, Meraki’l-Felâh bi İmdâdi’l-Fettâh Şerh-i Nuri’l-Îzâh ve Necâti’l-Ervah’tır. Eser, müellifin daha önce yazmış olduğu Nuru’l-Îzâh isimli eserinin şerhidir. Fıkıh âlimleri nezdinde büyük takdir ve beğeni kazanan eser, Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutuldu. Tamamen ibadet meselelerine yer veren eser, beş ana bölümden oluşur. Bunlar sırasıyla namaz, zekat, taharet (temizlik), oruç ve hac ibadetleriyle ilgili meselelerin ele alındığı bölümlerdir. Basit ve sade bir üslupla yazılan eser, Hanefi Mezhebinin görüşleri esas alınarak yazılmıştır. Eser üzerine et-Tahtavî’nin yazmış olduğu "Hâşiye alâ Merâkı’l-Felâh" isimli şerhi meşhurdur. Allâme Seyyid Ahmed Tahtâvî: "Hâşiyetü’Tahtâvî alâ Merâki’l-Felâh HAŞİYE: Sahife kenarına veya altına yazılan izah. Bir kitabın izah ve şerhini yapan yazı. Kenar, pervaz. ŞERH: Açma, genişletme. Açıklama. Anlaşılanı anlatma. Bir yazı veya konuşmayı kolay anlaşılması için izah etme, tafsil etme. Bir şeyi dilim dilim kesme. Bollaştırma. Bir müşkil ve mübhem makaleyi açıklama, keşif ve izhar etme. Açıklanmış yazı, risale.
- hasr-ı iştigal Bir tek şeyle meşgul olmak, kendini çalışmaya adamak. Bütün çalışmaları bir şeye hasretme. Dokuz seneden beri ihtilâttan bilâsebep men edildiğimden, mesleğim itibarıyla Kur'ân ve imanla hasr-ı iştigal etmiştim. Ve onun neticesi olarak yazdırdığım eserlerden, RNK-Barla Lâhikası/486
-
- dâî-i şüphe Şüphe uyandıran şey. Şüphe çekecek, şüphe edilecek. risalelerimde gerek emniyet dairesi ve gerekse hükûmet dairesi dâî-i şüphe birşey bulamadıklarıdır RNK-Barla Lâhikası/488
- nüsha nusha (a.i. ç. nüsah.) Yazılı, yazılmış şey. Birbirinin aynı olan yazılı metinlerden her biri. Bir kitaptan veya yazılı bir şeyden çıkarılan suret. Gazete ve dergilerde sayı. Muska. Hükûmetin kanunu, tarikat dersi vermeye ve nusha(muska) yazmaya ve nüfuz temin etmeye müsaade etmediği ve ben de bunlarla alâkadar olmadığım ve hükûmet de yanıma gelen ziyaretçileri hoş görmediği için, bazı adam müteaddit defa tarikat ve nusha(muska) niyetiyle yanıma gelmek istedi. Ben de hükûmetin kanununa riayet etmek ve hükûmet memurlar RNK-Barla Lâhikası/489
- muğberr (a.s. gubâr'dan.) Gücenmiş, darılmış, hatırı kalmış, gücenik, küskün. Tozlanmış, tozlu. Mesmuatıma göre, bu halden muğber olanlar yalan ve asılsız bir surette isnadatta bulunmuş. RNK-Barla Lâhikası/489
- tekabbelAllah Allah kabul etsin manasına gelen bir dua sözü. belki bir katre mesabesindeki hamd ve şükrümüzü, "tekabbelâllah" sırrına mazhar buyursun, inşâallah. RNK-Barla Lâhikası/496
- mücbir (a.s. cebr'den.) Zorlayan, zorlayıcı, zorla bir şey yaptıran. Mektubat risalesinin İkinci Mektubunu daima hatırlayarak, bu emirlerinize riayet etmeye çalıştığım halde, bir mücbir-i gaybî bendenizi tahrik ederek, İkinci Mektuba muhalefete sevk ediyor. RNK-Barla Lâhikası/496
- vedîa'tullâh Allah'ın emaneti. Ruh, can. Allah'ın emaneti hükmünde olan halk. bizlere ve memleketimize "vedîatullah" olarak ihsan buyurulmuş. RNK-Barla Lâhikası/496
- emsâl-i kesîre Pek çok benzerler, bir çok misiller. Aziz Üstadım, emsal-i kesiresiyle Üstadımızın riyaseti altında müşerref olmaklığımızı dilediğim Îd-i Fıtrınızı tebrik vesilesiyle, takdim-i ihtirâmât eyler, muhterem ellerinizden ve ayaklarınızdan öperim, sevgili Üstadım. RNK-Barla Lâhikası/316
- rûz (f.i. ç. rûzân.) Gün. Gündüz. Rûz sâim(oruçlu), leyl kaim, Çû makam-ı âşıkan Leyle-i nısf-ı Regaib, Târik-ı dünya ve tâib. RNK-Barla Lâhikası/498
- kâim (a.s. kıyâm'dan.) Ayakta duran, ayakta bulunan, ayağa kalkan. Mevcut, var olan. Birinin yerini tutan, birinin yerine geçen. Namaz kılan, vaktini namaz kılmakla geçiren. Bir işte sebat eden. geo. Dik. Görüp gözeten, koruyan, bilen; Allah. Rûz sâim, leyl kaim, Çû makam-ı âşıkan Leyle-i nısf-ı Regaib, Târik-ı dünya ve tâib. RNK-Barla Lâhikası/498
- tâib (a.s. tevbe'den. Tövbe eden, tövbekâr. Rûz sâim, leyl kaim, Çû makam-ı âşıkan Leyle-i nısf-ı Regaib, Târik-ı dünya ve tâib. Nâşir-i Risale-i Nur, Bediüzzaman muhibb-i bâz-ı Geylân. Ey ferîd-i asru'z-zamân Sensin hakîm-i kalbân. RNK-Barla Lâhikası/498
- minen (a.i. minnet'in ç.) Minnetler. Rahîm, Raûf ve zü'l-Minen(minnet sahibi Allah) Hazretlerinin inâyet ve lütuflarından olarak, tevbe ve istiğfar gibi kullarına ihdâ eylediği, miftâh-ı kerem ve ihsana, RNK-Barla Lâhikası/503
- i'tisâf (a.i. asf'den.) Doğru yoldan ayrılma, sapıtma. Haksızlık yapma. Yolsuzluk etme. çok günahkâr ve terbiyesiz olan ben sefil Yusuf Toprak, bütün fezâyıh(suç hata kusur) ve i'tisaflarıma rağmen, RNK-Barla Lâhikası/503
- aklâm (a.i. kalem'in ç.) Kalemler, yazı aletleri. Memurların çalıştıkları daireler. Oklar. esk. On iki yazı çeşidinin hepsini birden karşılayan terim. "Ulemanın midâd-ı aklâmı, şühedanın kanından mübecceldir" ve اَلْعُلَمَۤاءُ وَرَثَةُ اْلاَنْبِيَۤاءِ 1 * عُلَمَۤاءُ اُمَّتِى كَأَنْبِيَۤاءِ بَنِىۤ اِسْرَۤائِيلَ 2 gibi hadislerle Hazret-i İsâ'nın (a.s.) Havâriyûna, Hazret-i Muhammed'in (a.s.m.) Ensara tekliflerini ve onların icabetini hatırladım. RNK-Barla Lâhikası/505
- râh-ı Hakk Hakk yolu, Allah yolu. i'lâ-yı kelimetullah uğrunda maddeten uğraşan seyl-i dalâletle kapanmış olan râh-ı(yol) Hakka çığır açan bir recül-ü fedâkâra iltihak ve muavenet etmek ve bu vesileyle fırsatı ganimet bilerek, RNK-Barla Lâhikası/505
- 1-mesâvî (a.i. sû'un ç.) 2-mesâvî (a.i. mesva'nın ç.) 1-Kötü haller, fenalıklar, seyyieler. 2-Meskenler, evler, haneler. Yalnız, bunca mesâvi ve mütereddit hareketlerimle huzur-u sâmilerine lütfen kabulüme, RNK-Barla Lâhikası/505
- püştîbân Dayanak, destek, payanda. s. Yardımcı. bir şahsiyet-i alelâde olamayıp, kuvvetli püştibane, fütur götürmez bir mesnede mâlik olmak lâzım geldiğini teyakkun edebildim. RNK-Barla Lâhikası/506
- teyakkun (a.i. yakîn'den ç. teyakkunât.) İyiden iyiye araştırıp şüphesiz ve tam olarak bilme. Ancak Allah'ın en âciz, en aşağı, en günahkâr, en zâlim bir mahlûkunu arkadaşlığına kabul ve tahammül eden, bir şahsiyet-i alelâde olamayıp, kuvvetli püştibane, fütur götürmez bir mesnede mâlik olmak lâzım geldiğini teyakkun edebildim. RNK-Barla Lâhikası/506
- tîğ Kılıç, seyf. (bkz. husam, seyf.) mecruh ruhuma uzanan tîğ-i şifa, neşter-i ümidin tesiriyle dilşad ve mutmain oldum. RNK-Barla Lâhikası/506
-