Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)
In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten
--------------------
Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.
- tefahhuş (a.i. fuhş'dan.) Açık seçik kelimeler kullanma, müstehcen bir şekilde konuşma. Fuhşa girme, ahlâksızlık. Hem tefahhuş ve tefessüh etmeyen bir güzel kadın, nazik ve serîü’t-teessür olduğundan, maddeten tesiri tecrübe edilen, belki semlendiren pis nazarlardan elbette sıkılır.
- emniyet-i mutlaka Mutlak emniyet, kesin güvenlik. "Sizler emniyet-i mutlaka içinde Kâbe'yi tavaf edeceksiniz." RNK-Lem'alar/62
- iyâdetü’l-marîz Hasta ziyâret etme, hâl ve hatırını sorma. Hastalara bir merhem, bir teselli, mânevî bir reçete, bir iyâdetü’l-marîz ve geçmiş olsun makamında yazılmıştır. Elbette Hastalar Risalesi bizim bedelimize onu tesellî edip iyadetü'l-mariz gibi keyfini sormuş ve hastalıktaki büyük sevaplar ve sıkıntılarını sürura kalbetmiş. Cenâb-ı Hak, şifa-i âcil ihsan eylesin. Âmin. RNK-Emirdağ Lâhikası/239
- giryân (f.i.) Gözyaşı döken, ağlayan. Dîde giryan, sîne biryan, akıl hayran, bîhaber.
- BİRYAN Kebabın bir nev'i. Piran. Pürân. Püryan Dîde giryan, sîne biryan, akıl hayran, bîhaber.
- nâlân (f.s.) İnleyen, inleyici, feryad eden. Felsefe mezbelelerinde nâlân, sürünen edepsizler, elbette hakikî edebi ve edebiyatı sizin eserlerinizde bulacaklarına asla şüphe yoktur ki, böyle olacak.
- ahzan (Hüzn. C.) Hüzünler, kederler, sıkıntılar, tasalar, gamlar. İşte bu hâlette vaziyetime baktım ki, medar-ı ezvak olan gençlik gidiyor; menşe-i ahzân olan ihtiyarlık, yerine geliyor.
- 1.tahassür 2.tahassür 3.tahassür 1-Hasret çekme, özlem. Çok istenilen ancak elde edilemeyen şeye üzülme. 2-Pıhtılaşmak. Kanın pıhtılaşması. 3-Dili tutulup konuşamamak Ben de lezzetli bir tahassür içinde buraya baktıkça, o eski gençlik ve şirin zamana hayalen gidiyorum ve ihtiyarlık vaziyetlerini unutuyorum.
- gaye-i aksâ En son gaye, hedef. Ve insanın gaye-i aksâsı, o ubûdiyete ulûm ve kemâlâtla yetişmektir." RNK-Sözler/357
- Zevk-i Selim En temiz, nezih ve en yüksek derecedeki zevk. Selâmette olan zevk. Meşru dairedeki zevk. Güzellikten anlayan, güzelliği arayan duygular. Sezme kabiliyeti. Bu risaleyi gören herbir zevk-i selim ashâbı hayrette kalmakla beraber, kendilerinin istifadelerinden başka, gayrılarının da istifadelerine çalışmayı lâzım buluyorlar. RNK-Lem'alar/404
- fetebârekâllah Allah mübarek etsin.
- iğbirâr (a.i. gubâr'dan.) Gücenme, kırılma, darılma. Tozlama, toz konma. Şu hal, müthiş bir kin, bir iğbirar verdi ki, avâm tabakası havâssa îlân-ı isyan etti.
- müstantık İstintak eden, soran. Mahkemede ilk ifadeyi alan, ilk soruşturma tahkikatı açan hâkim. Sorgu hâkimi. Sual soran. Sorguya çeken. "Ey müstantık efendi! Biz maaşir-i mevcudat, Sultan-ı Ezelin emriyle, kudret-i İlâhiyenin dairesinden memuriyet sıfatıyla gelmişiz.
- tevehhüm-i ebediyet Sonsuzluk kuruntusu; dünya hayatının ve içindekilerin hiç yok olmayacaklarını zannetme, sonsuz yaşama zannı.
- mutasavver (a.s. sûret'ten.) Tasavvur edilmiş, tasarlanmış, düşünülmüş, zihinde canlandırılmış. Akla gelebilir, imkân dahilinde, olabilir. Niyet edilmiş. İnşaallah, Risale-i Nur, ahiren, o mutasavver harika tefsirin yerini tutacak.
- Muhayyir-ül Ukul Akıllara hayret veren. Akılları şaşırtan, akılları durduran. Fakat istikbalde demirin gayet hârika ve muhayyirü'l-ukùl bir surette, denizde, havada ve karada gezerek küre-i arzı musahhar edip, mevt-âlûd bir hârika kuvveti gösterdiğini ifade için, فِيهِ بَأْسٌ شَدِيدٌ 1 kelimesiyle, ihbâr-ı gaybî nev'inden bir lem'a-i i'câz gösteriyor. RNK-Lem'alar/426
-
- küngân (f.i.) Toprak ve çimento gibi şeylerle yapılan su borusu, su yolu. Süleyman aleyhisselâma küngânlık eden ve su buldurup çıkarttıran mübârek ve vazifedar bir kuş olmakla, kendi san'atının mikyasçığıyla Cenâb-ı Hakkın semâvât ve arzdaki mahfiyâtı çıkarmakla mâbûdiyetini ve mescûdiyetini ispat ettiğini, kendi san'atçığıyla bilip ifade ediyor.
- tanîn-endâz (a.f.b.s.) Çınlayan. "Herbir şeyde, Sâniin vahdetine delâlet eden bir âyet ve bir alâmet vardır" mânâsında olan şu beyitle tanin-endaz oluyorlar: RNK-İşârâtü'l-İ'câz/204
- âfitab f. Güneş. Mc: Pek güzel. Çok güzel yüz. Arz değil, âfitab dahi peykidir onun. RNK-Lem'alar/462
- Lenfisam Aslâ kırılmaz, kopmaz. . Risale-i Nur ki urvetü'l-vüska, lenfisâm, Temessük etmiştim, zira hem hidâyet ve ayn-ı hakikat, Koydular bizleri ki orada durmuştu Yusuf aleyhisselâm Hem de beraberimizde idi Hazret-i Üstad. RNK-Lem'alar/462
- istikbâl Gelecek, gelecek zaman, âti. gr. Gelecek zamana işaret eden fiil, gelecek zaman kipi. Karşılama, gelmekte olan bir kişiyi ikramla karşılama. Güneş ve ayın birbirine karşı halde bulunması. Orada bütün kardeşlerimize tahliyeden sonra istikbal edilmekteler iken, sahil boyunu takiben, garptan dolu dizgin iki atlı geliyor. "Üstad geliyor" dediler. Bu izdiham yarıldı. RNK-Lem'alar/463
- medyûn-ı şükrân şükran, teşekkür borçlu. Risale-i Nur'a hizmet edemediğim halde göstermiş olduğunuz teveccühe medyûn-u şükranım. Binaenaleyh, Risale-i Nur'dan bendeniz değil, hiçbir talebeniz o mübarek Elmastan ve lezzetten ayrılamaz. RNK-Lem'alar/464
- mağrûren İnanarak, güvenerek. Aldanarak. Kibirlenerek, gururlanarak. Affınıza mağruren, Risale-i Nur'un bu defaki taharriyâtında iki kerameti meydana aynen çıkmıştır. RNK-Lem'alar/464
- 1-Mezruat 2-mezruat (Mezru. C.) 1-Ekili olan şeyler. Ekili yerler. 2-Arşınlanmış şeyler. Ölçülmüş nesneler. hattâ gübreleri mezrûâtın erzâkı ve insanların mahrûkàtı hükmünde olup, güya o mübârek hayvanlar, tecessüm etmiş ayn-ı nimet ve rahmettirler. RNK-Lem'alar/466
- mahrukat Yakılacak madde. Yanan şeyler. hattâ gübreleri mezrûâtın erzâkı ve insanların mahrûkàtı hükmünde olup, güya o mübârek hayvanlar, tecessüm etmiş ayn-ı nimet ve rahmettirler. RNK-Lem'alar/466
- ukde-i hayâtiye Hayatla ilgili düğüm, hayat düğümü. Can alıcı noktalar, hayat düğümleri. Bir şeyi meydana getiren aslî rükünler Bu âhirde gördüm ki, Risale-i Nur'un eczalarındaki kuvvetli ukde-i hayatiye ve parlak nurlar, o silsile-i tefekkürâtın lem'alarıdır. RNK-Lem'alar/478
- 1-mezbele (a.i. zibl'den. ç. mezâbil.) 2-Mezbele (C: Mezâbil) 1-Süprüntü yeri, süprüntülük, süprüntü dökülen yer, çöplük. mec. Aşağılık, kötü durum. 2-Otun sıcaktan solacak olduğu yer. Kezalik, o keskin ziya karşısında, mezbeleye benzeyen bazı pis kalbler de yanıp kömür oldular.
- küreyvât (a.i. küreyve'nin ç.) Küçük kürecikler, yuvarlaklar. Yuvarlar. Mikroskobik hayvanlar, hücreler. Kan ise, içinde iki kısım küreyvât halk edilmiş. Bir kısmı küreyvât-ı hamrâ tâbir edilir ki, bedenin hüceyrelerine erzak dağıtıyor ve bir kanun-u İlâhî ile hüceyrelere erzak yetiştiriyor-tüccar ve erzak memurları gibi.
- hikmet-i âmme-i kâinat Kâinatın bütününü kuşatan hikmet, gaye ve faydalı oluş. Evet, ism-i Hakîmin cilve-i âzamından olan hikmet-i âmme-i kâinat, iktisat ve israfsızlık üzerinde hareket ediyor, iktisadı emrediyor. RNK-Lem'alar/563
- madde-i iştiâl Işık veren, parlatan, alevlendiren madde. Sarfiyatları hadsiz olduğu halde, vâridatları ve gazyağları ve madde-i iştialleri nereden geliyor? RNK-Lem'alar/571
- suver-i mevcûdât Varlıkların suretleri. Ferd-i Vâhidin ilm-i ezelîsinin âyinesinde bulunan mahiyet-i eşyaya ve suver-i mevcudata, gayet suhuletle, kudret onlara vücud-u haricî giydirir. Ve âlem-i mânâdan âlem-i zuhura getirir, gözlere gösterir. RNK-Lem'alar/583
- terzîk (a.i. rızk'tan.) Rızık verme, besleme. Rızık için verip yedirme. Nasibdâr kılmak yani, meselâ hayat vermek fiili içinde, aynı anda iaşe ve terzik fiili görünüyor. RNK-Lem'alar/588
-
- VÜCUD-U İLMÎ İlim ve mana olarak var olmak. İlmî varlık; bilgiden ibaret varlık, sadece bilgi olarak var olan.
- heyûlâ Madde. fel. İlk madde, bütün cisimlerin ilk maddesi var sayılan madde. Zihinde tasarlanan korkunç hayal, ürkütücü şey. Gösteriş ve iriliği olduğu halde hiçbir te'siri ve değeri olmayan şey. Kâinatın oluşumundaki karmaşık hal, kaos. mec. Önemsiz, küçük ve zayıf şey. Çünkü esir maddesi, maddiyyunları boğduran zerrat maddesinden daha lâtif ve eski hükemanın saplandığı heyulâ fihristesinden daha kesif, ihtiyarsız, şuursuz, câmid bir maddedir. RNK-Lem'alar/617
- lâzım-ı zâtî Zâtın gerekliliği, Allah'ın mutlak lâzım geldiği. Kendisine ait icab eden hal. Kendisine has vaziyet. Yani, birtek Zât-ı Akdesin hassası ve lâzım-ı zâtîsi olan ezeliyeti ve hâlıkıyeti, RNK-Lem'alar/616
- aşk-ı lâhutî Lâhûtî aşk; ulûhiyet ve rûhânî âleme taalluk eden aşk; Cenâb-ı Hakk'a olan sevgi ve muhabbet. şecere-i kâinatın hassas meyvesi olan nev-i insandaki ciddî aşk-ı lâhutî gösterir ki, bütün kâinatta—fakat başka şekillerde—hakikî aşk ve muhabbet bulunuyor. Öyle ise, kalb-i kâinattaki şu hakikî muhabbet ve aşk, bir Mahbûb-u Ezelîyi gösterir. RNK-Sözler/925
- istiğnâ-yı mutlak Sınırsız zenginlik, hiçbir şeye muhtaç olmayış. Hiç bir kayıt ve şarta bağlı olmasızın muhtac olmayış. Hem ezelî, ebedî, sermedî, her cihetçe kemâl-i mutlakta ve istiğnâ-yı mutlakta, maddeden mücerred, mekândan, kayıttan, imkândan münezzeh, müberrâ, muallâ olan bir Zât-ı Akdesin tagayyürü ve tebeddülü muhaldir. RNK-Lem'alar/629
- mazhar-ı ekmel En mükemmel şekilde görünme yeri. Mükemmel ve en olgun görünen, mazhar olan. Yani, nasıl ki kâinat sırr-ı kayyûmiyetle kaimdir; öyle de, ism-i Kayyûmun mazhar-ı ekmeli olan insan ile, bir cihette kâinat kıyam bulur. RNK-Lem'alar/632
- mikyâs-ı mârifet Bilme, bilgi ölçüsü. Hem insan, nasıl ki hayat-ı câmiasıyla Zât-ı Zülcelâlin sıfât ve şuûnâtına bir mikyas-ı marifettir ve cilve-i esmâsına bir fihristedir ve şuurlu bir âyinedir ve hâkezâ çok cihetlerle Zât-ı Hayy-ı Kayyûma âyinedarlık eder. RNK-Lem'alar/635
- delil-i vücut Vücudunun, varlığının delili, ispatı. Meselâ, kâinatta Levh-i Mahfuzun gayet kat'î bir delil-i vücudu ve bir nümunesi, insandaki kuvve-i hafızadır. RNK-Lem'alar/635
- dellâl-ı muzhir İzhar edici, gösterici dellal. İzhar edici, gösterici deliller. Cemâl-i bâkîye âyinedir. Kemâl-i sermediyeye dellâl-ı muzhirdir. RNK-Lem'alar/636
- dellâl-ı aşk Aşkını ilân edici.
- Cemil-i Mutlak Herşeyiyle güzel olan Cenâb-ı Allah. Bütün kusûr ve noksanlardan uzak ve güzellik mertebelerinin en yükseğine ve mükemmel derecesine sâhip olan Cenab-ı Hak. Hayr-ı mutlaktan hayır gelir. Cemîl-i Mutlaktan güzellik gelir. Hakîm-i Mutlaktan abes birşey gelmez. RNK-Sözler/130
- ÂYİNE-İ MÜŞTAK Çok özleyen bir ayna; Allah`ın sonsuz güzelliğine âşık olan ve o sonsuz güzelliğin çok az bir kısmını kendinde gösterebilen insan. Şevkle isteyen, çok özleyen ayna; Allah'ı görmeye çok arzulu ayna. Öyleyse, herhalde o cemâl-i ezelî, kendisinin âyine-i müştâkı olan insan ile ebedü'l-âbâd yolunda seyahatinde beraber bulunmak için, alâ külli hal, bir dâr-ı bekàda bir hayat-ı bâkiyeye insanı mazhar edecek. RNK-Lem'alar/637
- lisân-ı kâl Söz ile anlatılan mânâ, konuşma dili. Onların lisan-ı kal ve lisan-ı hallerinden çıkan intisabın bir mânâsını niyet edip onların namına ve onların adetlerini zikretmekle nihayetsiz rahmete lâyık olan Zât-ı Ahmediyeye (a.s.m.) RNK-Lem'alar/705
- midâd Yazı mürekkebi. Mürekkeb. "Ulemanın midâd-ı aklâmı, şühedanın kanından mübecceldir" RNK-Barla Lâhikası/505
- şiddet-i zuhur Şiddetli görünme. Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyasından istitar etmiş olan Zât-ı Akdes, Zeminin bütün takdisat ve tesbihatıyla, Seni kusurdan, aczden, şerikten takdis ve bütün tahmidat ve senâlarıyla Sana hamd ve şükrederim. RNK-Lem'alar/647
- Feyyâz-ı Müteâl Çok feyiz ve bereket veren yüce Allah (c.c.). Mutasarrıf-ı Fa'âl ve ey Feyyâz-ı Müteâl, Senin vücub-u vücuduna şehadet eden bulut, berk, ra'd, rüzgâr, yağmur, birer birer şehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, keyfiyetçe birbirinden uzak, mahiyetçe birbirine muhalif olmakla beraber, birlik, beraberlik, birbiri içine girmek ve birbirinin vazifesine yardım etmek haysiyetiyle, Senin vahdetine ve birliğine gayet kuvvetli işaret ederler. RNK-Lem'alar/643
- fettâh-ı allâm Herşeyi en ince ayrıntılarına varıncaya kadar bilen ve herşeye ayrı ayrı sûretler veren. Ey Fâtır-ı Kàdir, ey Fettâh-ı Allâm, ey Fa'âl-i Hallâk, RNK-Tarihçe-i Hayat/471
- müdebbir (a.s. dübûr'dan ç. müdebbirân, müdebbirîn.) Evvelden düşünüp işleri ona göre ayarlayan. Her şeyin evvelden tedbirini yapan, gören. İlmi ile her şeyin akibetini ihâta edip ona göre hikmetle iş yapan Allah (C.C.). "Şu acip âlemin elbette bir müdebbiri ve şu muntazam memleketin bir mâliki, şu mükemmel şehrin bir sahibi, şu musannâ sarayın bir ustası vardır. RNK-Sözler/375
-