Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)

In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten

--------------------

Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.

Lektion lernen

  • mübâhese (a.i. bahs'den ç. mübâhesât. Bir iş hakkında iki veya daha çok kimse arasında edilen söz, konuşma. Bir iş hakkında görüşme. İddialı konuşma, bahse girişme; bahis, iddia. Hem münakaşa, münazaa ve mesail-i dîniyede damarlara dokunacak tarafgirane mübahese etmemek lâzımdır ki, Nur aleyhinde garazkârlar çıkmasın. RNK-Emirdağ Lâhikası/346
  • azamet-i kadr İtibarın büyüklüğü; onur, şeref ve haysiyetin büyüklüğü, rütbe ve derecenin büyüklüğü. Ve Besmelenin azamet-i kadrine en kat'î bir hüccet şudur ki, İmam-ı Şâfiî gibi çok büyük müçtehidler demişler: "Besmele tek bir âyet olduğu halde, Kur'ân'da yüz on dört defa nâzil olmuştur." RNK-Lem'alar/176
  • rahmet-i mücesseme Cisimleşmiş rahmet, yağmur gibi maddî vücut giymiş rahmet. Ve bu Rahmeten li'l-Âlemîn olan rahmet-i mücessemeye vesile ise, salâvattır. RNK-Lem'alar/181
  • ferec Gam, tasa ve sıkıntıdan kurtulma; kederden darlıktan sonra gelen sevinç, teselli. Zafer. Girecek yerler. Biz ferec ve ferah ve sürur ve fütuhat isteriz—fakat kâfirlerin kılıcıyla değil!  RNK-Lem'alar/185
  • Ecel-i Muallak Levh-i Mahv İsbat'ta mukadder olarak yazılı, bâzı şartlarla mukayyed olan ecel. Ecel-i müsemma
  • lihye-i şerîfe Lihye-i saadet Peygamberimiz Hz. Muhammede (a.s.m.)'e ait sakal, sakal-ı şerif.
  • Müzekker Erkek, er. Gr: Müennesin zıddı. Kelimeyi erkek gösteren. (İsim, zamir, sıfat, fiil). Malum ya, resm-i geçitleri yapan, müzekker ve akıl insanlardır. 
  • Müennes Dişi. Müzekkerin mukabili. Gr: Hakiki, itibarî veya söylenişi cihetiyle "dişi" olan kelime.Müennes-i hakikî: Müzekker kelimenin sonuna bir "e-a" ilâve ederek yapılan kelime. Meselâ: (Kâtib: ): Erkek yazıcı. (Kâtibe: ): Kadın yazıcı.Sonu "e" ile biten kelimeler ekseriyetle müennestir. Muallime, Müdire, Sıddıka, Şahide gibi. Burada müzekkerin müennese ve akılın gayr-ı akıla tağlib ve teşmiliyle, mecazen enva-ı eşyaya irca edilmiştir
  • zükûret Erkeklik. Çünkü, âyet yalnız zükûret ve ünûset keyfiyetine değil,
  • ünûset Dişilik. gr. Müennes oluş. Çünkü, âyet yalnız zükûret ve ünûset keyfiyetine değil, belki o çocuğun acip istidad-ı hususîsi ve istikbalde kesb edeceği vaziyetine medar olan mukadderât-ı hayatiyesinin mebâdileri, 
  • şaika Şevkli, hevesli. Daha bu letâiften başka sâika, şâika ve hiss-i kablelvuku gibi çok letâif var.  İnsanın meşhur havassından başka havassı vardır. Zaika gibi bir hiss-i saika, hem bir hiss-i şaika vardır. Hem insanda gayr-ı meş’ur hisler çoktur. 
  • âgâh f. Haberdar. Uyanık. Kalbi uyanık. Malumatlı. Basiretli. Vâkıf. Bilen. Âgâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittibâ ettikçe, hamiyet dâvâsında yalancılık ediyorsunuz. 
  • merdûdü'ş-şehâdet şahitlikleri kabul edilmeyenler. Fâsık, yani devamlı günah işleyenler, yalan söyleyenler, müslümanları aldatan kimseler merdudü'ş-şehâdettirler. Hem mezheb-i Hanefiyede, ehl-i zimmeden olan bir kâfirin şehadeti makbuldür; fakat fâsık merdûdü’ş-şehadettir. Çünkü haindir. 
  • kerr u ferr harbi Vur kaç savaşı.
  • Halita Karışık halde olan. Karma. İki veya muhtelif maddelerden yapılmış. Madenlerin birbirleriyle birleşmelerinden hâsıl olan mürekkep madde. Halita şeklinde gayr-ı muayyen olsa, tearüf ve teavün olmaz. 
  • Bahî (a.s. bâh'tan.) Şehvete dâir, şehvetle ilgili.  ve bahillik ve tamahkârlık ve hırsın bir halitası olan hısset ile hiç münasebeti yok. Yalnız sureten bir benzeyiş var. Bu hakikati teyid eden bir vakıa: 
  • 1-Mübezzir 2-Mübezzir 1-Müsrif, Sefih. Hesabsız sarfiyat yapan. Harcayan.    Çok söz söyleyen. Sırrı ifşâ eden. 2-Tohum eken âlet. Cây-ı hayrettir ki, bâzı müsrif ve mübezzir insanlar, böyle iktisadçıları, "hısset’ ile ittiham ediyorlar. 
  • geven Çalı. Dikenli ve bir karış kadar boyunda bir nebat. Aslı Gevân'dır.( bot. Baklagillerden, yabani olarak yetişen, dikenli ve kökünden kitre adı verilen bir çeşit zamk elde edilen çalımsı bitki İktisat, sebeb-i izzet ve kemal olduğuna delâlet eden bir vakıa:  Bir zaman, dünyaca sehâvetle meşhur Hâtem-i Tâî, mühim bir ziyafet veriyor. Misafirlerine gayet fazla hediyeler verdiği vakit, çölde gezmeye çıkıyor. Bakar ki, bir ihtiyar fakir adam, bir yük dikenli çalı ve gevenleri beline yüklemiş, cesedine batıyor, kanatıyor. Hâtem ona dedi:  "Hâtem-i Tâî, hediyelerle beraber mühim bir ziyafet veriyor. Sen de oraya git; beş kuruşluk çalı yüküne bedel beş yüz kuruş alırsın."  O muktesit ihtiyar demiş ki: "Ben bu dikenli yükümü izzetimle çekerim, kaldırırım; Hâtem-i Tâî’nin minnetini almam."  Sonra Hâtem-i Tâî’den sormuşlar: "Sen kendinden daha civanmert, aziz kimi bulmuşsun?"  Demiş: "İşte o sahrâda rast geldiğim o muktesit ihtiyarı benden daha aziz, daha yüksek, daha civanmert gördüm."
  • Hâtem-i Taî Cahiliye döneminin cömertliğiyle ünlü şairidir. Tay Kabilesinin reisi olan Hatem, çocuk yaşlarından itibaren cömertliği ve misafirperverliği ile tanınarak "Cevvâd" lakabıyla anılmıştır. Cahiliye döneminde yaşayan üç önemli cömertten (diğer ikisi Ka'b bin Mâme ve Herim bin Sinân) biri olan Hâtem'in bu özelliği darb-ı mesel haline gelmiştir. Onun cömertlik, hoşgörü, tevazu, sadakat, iffet ve vefakârlık gibi erdemlere sahip bir insan olduğu, şarap içmeyi ve sefaheti haram saydığı bildirilmektedir. Hatem-i Tâî'nin İslamdan önce Miladi 578 yılında vefat ettiği rivayet edilmektedir.
  • Hâtem-i Taî Cahiliye döneminin cömertliğiyle ünlü şairidir. Tay Kabilesinin reisi olan Hatem, çocuk yaşlarından itibaren cömertliği ve misafirperverliği ile tanınarak "Cevvâd" lakabıyla anılmıştır. Cahiliye döneminde yaşayan üç önemli cömertten (diğer ikisi Ka'b bin Mâme ve Herim bin Sinân) biri olan Hâtem'in bu özelliği darb-ı mesel haline gelmiştir. Onun cömertlik, hoşgörü, tevazu, sadakat, iffet ve vefakârlık gibi erdemlere sahip bir insan olduğu, şarap içmeyi ve sefaheti haram saydığı bildirilmektedir. Hatem-i Tâî'nin İslamdan önce Miladi 578 yılında vefat ettiği rivayet edilmektedir.
  • 1-İktisar (Kasr. dan) 2-İktisar (Kesir. den) 1-Sözü kısa kesmek. Kısaltmak.  2-Paralamak. Kırılmak. Kelâmın kanaat ve istiğnası ve asabiyeti ise, makamın haricinde üslûbu aramamaktır. Şöyle ki: 
  • mükebbir Tekbir getiren, ''Allahü ekber'' diyen. ve kendine müsebbih4 ve mükebbir eden Zât-ı Zülcelâle, yerin zerrâtı adedince hamd ve tesbih ve tekbir edip ve mevcudatı adedince hamd ediyoruz ki, bize bu nevi ubudiyeti ders veren Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmına ümmet eylemiş. RNK-Mesnevî-i Nuriye/218
  • inhiraf Doğru yoldan sapma. Dönme. Bozulma. Değişme. Kırıklık. Tecvidde: Harf okunduğu zaman o harfde, dil ucuna veya dil arkasına doğru bir meyli bulunmasına denir. İnhirâf sıfatının harfleri Lâm ve Ra harfleridir. Bunlara Münharif denir. Ya mizacın inhirafından, kuvve-i hayaliye şahsın hastalığına göre bir terkibat, tasvirat yapıyor; yahut gündüz veya daha evvel, hattâ bir iki sene evvel aynı vakitte başına gelen müheyyiç hâdisâtı, hayal tahattur eder, tâdil ve tasvir eder, başka bir şekil verir. 
  • mence (Mencâ) Kurtulacak yer. Necat bulacak yer. Necat bulma. Kurtulma. Allah, melce ve mencedir. Kâinattan küsmüş, dünya ziynetinden iğrenmiş, vücudundan bıkmış ruhlara melce ve mence odur.
  • Deyyan Mükâfatlandıran veya cezalandıran. Herkesin hesabını ve hakkını en iyi bilen ve veren Allah, Hâkim. Yâ Deyyân! Beni çirkin günahlarımın arkadaşlıklarından kurtar! Yerimi genişlettir! İlâhî, Senin rahmetin melceimdir ve Rahmeten li’l-Âlemîn olan Habibin, Senin rahmetine yetişmek için vesilemdir. Senden şekvâ değil, belki nefsimi ve halimi Sana şekvâ ediyorum. 
  • 1-Müsi' (Sev'. den) 2-Mü'sî 1-Yaramaz, itaatsiz, iş görmez. Kötülük işleyen. 2-Kederli kimseyi avutan, gamlı kimseye teselli veren. (Bak: Üsvet)
  • Manyatizma Birisinin bâzı hareketleri ile başkası üzerinde uyuşukluk verici te'sir. (Bak: İpnotizma) Mıknatıs özelliklerinin bütünü. Fiziğin bu nitelikleri inceleyen bölümü. Telkin ve hipnoz yolu ile birini tesir altına alma. Nasıl ki bazı adam, manyetizma vasıtasıyla bir cama dikkat ede ede âlem-i misale karşı hayalinde bir pencere açılır, o aynada çok garaibi müşahede eder. Halbuki aynada değil, belki aynaya olan dikkat-i nazar vasıtasıyla, aynanın haricinde hayaline bir pencere açılmış, görüyor. Onun içindir ki, bazan nâkıs bir şeyhin hâlis müridi, şeyhinden daha ziyade kâmil olabilir. Ve döner, şeyhini irşad eder ve şeyhinin şeyhi olur. 
  • Müstehlik (Helâk. den) İstihlâk eden, satın aldığı şeyi bizzat kullanıp sarfeden, harcayan. Tüketici. İktisatsızlık yüzünden müstehlikler çoğalır, müstahsiller azalır.
  • Müstahsil (Hâsıl. dan) Yetiştiren, hâsıl eden, husule getiren, elde eden. Üretici. İktisatsızlık yüzünden müstehlikler çoğalır, müstahsiller azalır.
  • haybet Mahrumiyet, mahrumluk. İsteğine erememe, arzusunu gerçekleştirememe. Ümit kırıklığı. Hırs, sebeb-i haybettir ve illet ve zillettir; ve mahrumiyet ve sefaleti getirir.
  • ümerâ (a.i. emîr'in ç.) Emirler, beyler. Amirler. Kumandanlar. ask. Binbaşıdan paşaya kadar üst rütbeli subaylar. Neden ulema, ümera kapısında görünüyor da, ümera ulema kapısında görünmüyor? 
  • Ehl-i Vifak Uyum gösterenler, muvâfakat edenler, aynı görüşü paylaşanlar, barışçı davrananlar. Beğenilen işlerde birbirine muvafakat edip uyanlar, anlaşanlar. İttifak ehl-i vifakın hakkı iken ve hilâf ehl-i nifakın lâzımı iken, neden bu hak oraya geçti ve şu haksızlık şuraya geldi? 
  • kasr-ı nazar Dar görüşlülük. İleriyi görememek. Bir şey üzerinde ehemmiyetle fazla durma, nazarı hususen bir şeye çevirme. Altıncı belâ: Nazarı tams eden ve belâğatı setreden, zahire olan kasr-ı nazardır.  RNK-Muhâkemat/90
  • 1-Deni (C.: Deniyyât) 2-Deni' 1-Soysuz, alçak, ahlâksız.    Dünyaya âit, fâni ve geçici.    Yakın, karib. 2-Hor, zelil.
  • iştirâk-i emvâl Mal ortaklığı.
  • teşrîk-i mesa'î Mesaileri birleştirme, birlikte çalışma, işbirliği yapma, bir işi beraber yapma. Bir adam onunla teşrik-i mesai etmek ister, seninle meşveret eder.
  • taksîm-i a'mâl İş bölümü, işlerin paylaşılması
  • tama' Hırsla isteme, şiddetle isteme. Hırs, aç gözlülük.
  • şahs-ı mânevî Manevî şahıs; belli bir şahıs olmayıp, kendisine bir şahıs gibi muâmele edilen şirket, cemaat, cemiyet gibi ortaklıklar; belli bir kişi olmayıp bir cemaatten meydana gelen mânevî şahıs.
  • mestûr (a.s. setr'den.) Örtülü, örtülmüş, setrolunmuş, kapalı, gizli, perdeli. Açık saçık gezmeyen, nâmuslu kadın. Hiçbir halim de mestur kalmamış.
  • kâide-i mukarrere Kesinleşmiş, üzerinde karar kılınmış, yerleşmiş kaide. Halbuki, kaide-i mukarreredir ki, "Bir ispat edici, "Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefis daima kötülüğe sevk eder." Yusuf Sûresi, 12:53.
  • i'râz Yüz çevirme. Başka tarafa dönme. Çekinme, sakınma. Onlardan iraz etmek ve onlara itimat etmemek lâzımdır. RNK-İşârâtü'l-İ'câz/146
  • mükâbere (a.i. kibr'den. ç. mükâberât.) Tartışmada kurala aykırı olarak ağız kalabalığıyla karşısındakini alt etmeye çalışma. Haksızlığını bildiği halde laf kalabalığıyla karşısındakini susturmaya çalışma. Kendini büyük görme, büyüklük taslama. Çünkü, saadet-i ebediye olmazsa, şu kâinatta bilbedâhe sabit olan hikmetleri, faydaları, mükâbere ile inkâr etmek lâzım gelir. 
  • tahammuk Ahmaklaşma Biz de deriz: Ey ahmaku’l-humakadan tahammuk etmiş sarhoş ahmak! Başını tabiat bataklığından çıkar, arkana bak
  • Ahmak-ul Humaka Ahmakların en ahmağı. Ey ahmaku’l-humakadan tahammuk etmiş sarhoş ahmak! 
  • TARD-I ŞERİK Ortaklığı, ortağı reddetmek.
  • târikü's-salât Namaz kılmayı terketmiş olan kimse, namaz kılmayan, bînamaz.
  • mühtedî (a.s. hidâyet'ten.) İhtida eden, hidayete eren, İslâm dinini kabul eden. Eskiden düşman, şimdi dost olan mühtedî diyor ki: 
  • mâ'dûmât-ı hariciye İlm-i İlâhide olup, maddi vücudu olmayan şeyler. Hariçten başkası tarafından görünmeyen, maddi vücudu olmayan şeyler; İlâhî ilim dairesinde olan.
  • ihtirâ Cenâb-ı Hakk`ın yoktan, benzersiz yaratması. Evvelce keşfolunmamış, bilinmeyen bir şeyi keşfetmek. İcad etmek. * Edb: Hiç kimse tarafından kullanılmamış tabirler ve mazmunlar kullanma. (Bak: Delil-i ihtira', İbda') Zülcelâlin iki tarzda icadı var: Biri ihtirâ’ ve ibdâ’ iledir.