Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)

In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten

--------------------

Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.

Lektion lernen

  • Mürebbi Terbiyeci, terbiye eden, yetiştiren, ders veren. Pedagog. Besleyen. ve şu âlem-i insaniyetin mürebbîsi, RNK-Sözler/491
  • imam-ı mübîn Kader defteri. Geçmiş ve gelecekte eşyanın alacakları sanatlı ve düzenli hallerin yazıldığı, programlandığı ilim defteri. Gayb âlemine; yani geçmiş ve geleceğe bakan, zahirde görünen vücuda değil; asla, nesle, köke ve tohuma bakan ilâhî emrin bir nevi ünvanı. Levh-i Mahfuzun defterleri olan İmam-ı Mübîn ve Kitab-ı Mübînde, bütün mevcudatın bütün sergüzeştlerini kaydedip yazan ve umum çekirdeklerde umum ağaçlarının fihristlerini ve programlarını ve zîşuurun başlarında bütün kuvve-i hâfızalarda, sahiplerinin tarihçe-i hayatlarını yanlışsız,  RNK-Lem'alar/660
  • ervâh-ı neyyire Nur saçan ruhlar. Maahaza, zahirden hakikate geçen ervah-ı neyyire ashabı ve kulûb-u münevvere aktabı ve ukul-ü nuraniye erbabı ve kurb-u huzur-u İlâhîde dahil olanlar, RNK-Mesnevî-i Nuriye/66
  • Enfa' Daha nâfi. Daha menfaatli. Pek faydalı.  Bu risale dahi, başta denildiği gibi, bir tiryak-ı enfa' ve bir iksir-i âzamdır. RNK-Lem'alar/671
  • nevâfil (a.i. nâfile'nin ç.) Nafileler, farz ve vacip olan ibâdetlerin dışında kalan ibâdetler. Sâir nevafilin ihfası çok sevaplı olduğu halde, şeaire temas eden, hususan böyle bid'alar zamanında ittibâ-ı sünnetin şerafetini gösteren ve böyle büyük kebâir içinde, haramların terkindeki takvâyı izhar etmek, değil riya, belki ihfâsından pek çok derece daha sevaplı ve hâlistir. RNK-Kastamonu Lâhikası/227
  • licâm (Ligâm) f. (a.i. ç. elcime, elcüm, lücüm.) Hayvanın ağzına vurulan gem, dizgin. Bu risale, öyle geveze mülhidlere bir licamdır, yani gemdir. RNK-Lem'alar/671
  • hadîdü'l-mizâc (a.s.) Öfkeli, çabuk kızan. herkese lüzumlu, hususan hadidü'l-mizac ve müşkil-pesend insanlara, kıymettar ve haklı ve kuvvetli bir cevaptır. RNK-Lem'alar/674
  • müşkil-pesend f. Zorla beğenen. Her şeyi kolay kolay beğenmiyen. Zorlaştıran. hususan hadidü'l-mizac ve müşkil-pesend insanlara, kıymettar ve haklı ve kuvvetli bir cevaptır. RNK-Lem'alar/674
  • âfil (a.s. ufûl'den.) Ufûl eden, gurub eden, batan. Görünmez olan, kaybolan. Fani, geçici. Nefs-i insaniyetin müptelâ olduğu âfil ve nâfil şeylerin, etvar-ı âlem üzerinde hakikatlarını gösterip, kalbin rabıtasını kesip, yüzünü bekà ve âhirete çevirir. RNK-Lem'alar/676
  • 1-fend 2-fend 1-f. Mekir, hile, desise, yalan, dolan. 2-Büyük dağ.
  • 1-Bâis(f.) 2-Bâis (Ba's. dan) 1-Fakir.    Şiddet ve zahmete uğramış kimse. 2-Gönderen. Sebeb olan. İcab ettiren.    Yeniden yaratan. Ölüleri tekrar dirilten.    Peygamber gönderen (Allah C.C.) Şüphe ise tahkikate bâistir. RNK-İşârâtü'l-İ'câz/150
  • ibtâl-i hiss Hisleri uyuşturma; hisleri vazifelerini yapamaz hâle getirme. Fakat, bu fırtınalı zamanın hissi iptal eden ve beşerin nazarını âfâka dağıtan ve boğan cereyanlar, iptal-i his nev'inden bir sersemlik vermiş ki, ehl-i dalâlet mânevî azabını muvakkaten tam hissedemiyor; ehl-i hidâyete dahi gaflet basıyor, hakikî lezzetini tam takdir edemiyor. RNK-İman ve Küfür Muvazeneleri/21
  • küfr-i meşkûk şüpheli küfür, ''Acaba yanlış mı düşünüyorum, yoksa Allah var mı? diye şüpheye düşme. Bir Müslüman el-iyâzü billâh, eğer irtidat etse, küfr-ü mutlaka düşer; bir derece yaşatan küfr-ü meşkûkte kalmaz. RNK-Tarihçe-i Hayat/692
  • muammâ (a.i. amâ'dan. ç. muammeyât.) Karışık, mânası zor anlaşılır şey, anlaşılmayan, anlamı gizli ve güç anlaşılır söz. Bilmece. Anlaşılmaz, çözülmesi güç iş. İşte bu dehşetli hakikatın muammasını Risale-i Nur hall ve keşfetmiş. Bir kısacık hülâsası şudur: RNK-Şuâlar/261
  • feyz (a.i. ç. füyûz.) Bolluk, bereket. İlim, irfan. Mübareklik. Şan, şöhret. İhsan, fazıl, kerem. Yüksek rütbe almak. İlerleme, olgunlaşma.  tas. Allah'ın kuluna bağışladığı marifet ve dinî heyecan. Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su. Bir haberi fâş etmek. İçindeki düşüncesini izhar etmek. (Hakaik-ı imaniye ve esasat-ı Kur'aniye, resmî bir şekilde ve ücret mukabilinde dünya muamelâtı suretine sokulmaz. Belki bir mevhibe-i İlâhiye olan o esrar, hâlis bir niyet ile ve dünyadan ve huzuzat-ı nefsaniyeden tecerrüd etmek vesilesiyle o feyizler gelebilir. M.)Artma, çoğalma.
  • Hudaperest Allah'a ibadet eden. Dindar. Diğeri hüdâbin, hüdâperest ve hak-endiş, güzel ahlâklı idi ki,  RNK-İman ve Küfür Muvazeneleri/27
  • fısk (a.i. ç. fusûk.) Hak yoldan veya hak yolundan çıkma, Allah'a karşı isyân etme. Sefahate dalma. Hâinlik. Dinsizlik, ahlâksızlık.Haddini tecavüz. Günah.  Fık: Allah'ın emirlerini terk ve O'na isyan etmek ve doğru yoldan sapıp çıkmak. Böyle olanlara şeriat dilinde "fâsık" denir. (Fısk; haktan udul, ayrılmak; hadden tecavüz, hayat-ı ebediyeden çıkıp terketmektir. Fıskın menşei; kuvve-i akliye, kuvve-i gazabiye, kuvve-i şeheviye denilen üç kuvvetin ifrat ve tefritinden neş'et eder. Evet ifrat veya tefrit, delillere karşı bir isyandır. Yani sahife-i âlemde yaratılan delâil, uhud-u ilâhiyye hükmündedir. O delâile muhalefet eden, Cenab-ı Hak'la fıtraten yapmış olduğu ahdini bozmuş olur. Ve keza ifrat ve tefrit, hayat-ı nefsiye ve ruhiyenin maraz ve hastalığını intac eden esbabdandır. Buna, fıskın birinci sıfatı olan O nur ile bu ziya mezc olmazsa zulmettir; zulüm ve cehli fışkırır. Nurun libasını giymiş bir zulmet-i müzevver. RNK-Sözler/958
  • mahall-i maksûd Kastedilen, istenilen mekan. Ulaşılmak istenen hedef. olan aşr-ı ûlâ-yı Ramazan'da mahall-i maksuda vâsıl olmuşlardır. RNK-Barla Lâhikası/305
  • netîce-i hilkat-i beşeriye İnsanoğlunun yaratılışının neticesi, meyvesi. NAMAZ KILMAK ve büyük günahları işlememek2 ne derece hakikî bir vazife-i insaniye ve ne kadar fıtrî, münasip bir netice-i hilkat-i beşeriye olduğunu görmek istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle: RNK-İman ve Küfür Muvazeneleri/35
  • cemiyet-i beşeriye İnsan topluluğu, insan cemiyeti. O yoldaki bostan ise, cemiyet-i beşeriye içinde muvakkat hayat-ı içtimaiyedir ki, şer ve hayır, çirkin ve güzel karışıktır. RNK-İlk Dönem Eserleri/30
  • 1-tîn 2-TÎN (C.: Etyân) 1-İncir.    Kur'ân-ı Kerim'in 95. suresi. Mekke'de nazil olmuştur. 8 âyettir.  2-Balçık. * Mektup gibi şeyleri mühürlemek. Nimetler içinde tîn ve zeytinin tahsisinin sebebi, o iki meyvenin çok mübarek ve nâfi olması ve hilkatlerinde de medar-ı dikkat ve nimet çok şeyler bulunmasıdır.  RNK-Mektubat/555
  • gül-i Muhammedî Kırmızı renkte bir gül çeşitidir. ("Keşfül Hafa" isimli hadîs kitabının 1, cilt, 302. Sahifesinde, mezkur gül hakkındaki rivayetlerin sıhhatleri üzerinde durulmaktadır.) Güzelce istimal etsen, o iki müteaffin yaraların, iki güzel kokulu gül-ü Muhammedî (a.s.m.) denilen latîf çiçeğe inkılâb ederler. RNK-Sözler/57
  • zât-ı semâvi Yüce zât, mânevî makamı yüksek zât Ta Hızır gibi bu zât-ı semâvî dediğini desin." RNK-İman ve Küfür Muvazeneleri/44
  • intikâl Bir yerden başka bir yere geçme, yer değiştirme, göçme. Miras olarak kalma, babadan kalma. Anlama kavrama. Geçme, bulaşma, sirâyet etme. Ölme, âhirete göçme. Konu değiştirme, bir bahisten başka bir bahse geçme. Hastalığın yer değiştirmesi. Ve pek büyük bir işleyici var olduğunu intikal etmedi.  RNK-İman ve Küfür Muvazeneleri/49
  • tebâiyet Tabilik, tabi olma, uyma. "Sağ yolda kanun ve nizama tebaiyet mecburiyeti vardır RNK-İman ve Küfür Muvazeneleri/48
  • batn, batın (a.i. ç. ebtân.) İç, karın, insanın içi. Soy, nesil. (bkz. bâtın.) Birbirlerine hısımlığı pek yakın olmayan küçük kabile. Batnındaki çirkinlikler zahirine aksetmiş olmalı ki, gülmeyi ağlamak, terhisâtı soymak ve talan etmek tevehhüm etmişsin RNK-İman ve Küfür Muvazeneleri/28
  • cennet-i kâzibe-i dünyeviye Yalancı dünya cenneti, insanları aldatan dünyanın zevk ü safası. Hem kendi cennet-i kâzibe-i dünyeviyesinden ihraç ve tard ve vahşet ve yalnızlık içinde zindan-ı mezara idhal ve hapis olduğu halde, ehl-i hidayet ve ehl-i Kur'ân için, öteki âleme gitmiş eski dost ve ahbaplarına kavuşmaya vesiledir.  RNK-İman ve Küfür Muvazeneleri/54
  • 1-selb 2-selb 1- Zorla alma, kapma, ortadan kaldırma, giderme, izâle.    Nefy ve inkâr etme.    Man: İki şey arasında nisbet-i vücudiyenin kalkması. 2-Ayıp.    "Noksan etmek ve çekmek" mânalarına da mastardır Unsuriyetin şe'ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan, tecavüzdür. İşte bu hikmettendir ki, beşerin saadeti selb olmuştur. RNK-Sözler/195
  • ma'şûk-ı mecâzî Fânî mâşuklar. Gerçek sevgiye lâyık olmadığı halde âşık olunan şeyler. Mecazî sevgi, mecazî olarak ilgi duyulan, sevilen; mecazi sevgili. Halbuki, en keskin tarik olan aşk, nefisten elini çeker, fakat mâşuk-u mecazîye yapışır.  RNK-Sözler/645
  • daire-i afak Ufuklar dairesi, çok geniş ve büyük dâire, kâinat. Ve gafletin en kalın ve boğucu ve geniş daire-i âfâkında ve fennin en geniş perdelerinde Asâ-yı Mûsâ'daki Meyvenin Altıncı Meselesi ve Birinci, İkinci, Üçüncü, Sekizinci Hüccetleriyle gayet parlak bir tarzda gafleti dağıtıp nur-u tevhidi göstermiş. RNK-İman ve Küfür Muvazeneleri/72
  • mevt-âlûd (a.f.b.s.) Ölüm gibi, ölümlü, ölü gibi, korkunç. Ve mevt-âlûd hayat-ı fâniyede boğulan ehl-i ilhada karşı, bâkiyâne, hayat-âlûd, muvakkat bir mevt-i zâhirî ile galibâne mukabele eder. RNK-Şuâlar/849
  • hareket-i mezbûhâne Boğazlar gibi davranma. Boğazlanır gibi hareket, can çekişme hareketi, ölüm ânındaki çırpınış. mec. Son ümit ile yapılan çırpınma hareketi. Gördüm ki, şu gün, güya bir tabuttur. Hareket-i mezbuhânede olan cismimin cenazesini taşıyor.  RNK-İman ve Küfür Muvazeneleri/80
  • cüz-i lâyetecezza Maddenin bölünemeyen en küçük parçası; eskiden molekül ve atom zannedilirdi. Bölünmeyen, parçalanmayan kısım, bölünme imkanı olmayan en ufak zerre, bölünmez parça. İman, o cüz-i lâyetecezzâ hükmündeki cüz-ü ihtiyarî yerine, gayr-ı mütenâhi bir kudrete istinad etmek için bir vesika verir. Ve belki iman bir vesikadır. RNK-İman ve Küfür Muvazeneleri/81
  • cüz-i lâyetecezza Maddenin bölünemeyen en küçük parçası; eskiden molekül ve atom zannedilirdi. Bölünmeyen, parçalanmayan kısım, bölünme imkanı olmayan en ufak zerre, bölünmez parça. İman, o cüz-i lâyetecezzâ hükmündeki cüz-ü ihtiyarî yerine, gayr-ı mütenâhi bir kudrete istinad etmek için bir vesika verir. Ve belki iman bir vesikadır. RNK-İman ve Küfür Muvazeneleri/81
  • cüz-i lâyetecezza Maddenin bölünemeyen en küçük parçası; eskiden molekül ve atom zannedilirdi. Bölünmeyen, parçalanmayan kısım, bölünme imkanı olmayan en ufak zerre, bölünmez parça. İman, o cüz-i lâyetecezzâ hükmündeki cüz-ü ihtiyarî yerine, gayr-ı mütenâhi bir kudrete istinad etmek için bir vesika verir. Ve belki iman bir vesikadır. RNK-İman ve Küfür Muvazeneleri/81
  • cüz-i lâyetecezza Maddenin bölünemeyen en küçük parçası; eskiden molekül ve atom zannedilirdi. Bölünmeyen, parçalanmayan kısım, bölünme imkanı olmayan en ufak zerre, bölünmez parça. İman, o cüz-i lâyetecezzâ hükmündeki cüz-ü ihtiyarî yerine, gayr-ı mütenâhi bir kudrete istinad etmek için bir vesika verir. Ve belki iman bir vesikadır. RNK-İman ve Küfür Muvazeneleri/81
  • NEFY-İ NEFY Yokluğun yokluğu. Çünkü nefy-i nefy ispattır. Yani, yok yok ise, o vardır. Yok, yok olsa, var olur. RNK-İman ve Küfür Muvazeneleri/84
  • ribh Kâr, kazanç. Fâiz. Ribh fiili, hakikaten münafıkların fiili olduğu halde, bu cümlede ticarete isnat edilmiş olduğu neye işarettir? RNK-İşârâtü'l-İ'câz/157
  • LEHVİYÂT-I MUHARREME Haram kılınmış olan gayr-i meşrû eğlenceler. O dikenli çiçekler ve meyveler ise, lezâiz-i nâmeşruadır ve lehviyât-ı muharremedir ki, mülâkat esnasında tasavvur-u zevâldeki elem kalbi kanatıyor, mufarakatinde parçalıyor, cezayı dahi çektiriyor. RNK-İman ve Küfür Muvazeneleri/113
  • ADEMNÜMÂ Yokluk gösteren. Mevcudatın ademnümâ akıbetlerini gör. Çünkü şu dünyadan bekàya giden yol, fenâdan gidiyor. RNK-İman ve Küfür Muvazeneleri/87
  • ZELZELE-İ ZEVAL-İ DÜNYA Dünyanın yok oluş sarsıntısı. Esbab içine dalan fikr-i insanî, şu zelzele-i zevâl-i dünyadan hayrette kalıp meyusâne fîzar ediyor.  RNK-İman ve Küfür Muvazeneleri/87
  • gıyâs Yardım, yardımcı. Sen dahi, biçare nefsim, İbrahimvâri ‎لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ 1 gıyâsını çek, kurtul. RNK-Sözler/299
  • ayn-ı ikab Şiddetli azap, eziyet ve cezânın ta kendisi. Akıl ayn-ı ikab oldu, .... Bekàyı bir belâ gördüm.  RNK-İman ve Küfür Muvazeneleri/90
  • NEFS-İ ZEVÂL Gelip geçici olan, ölümlü olan nefis. Visal nefs-i zevâl oldu, .... Devâyı ayn-ı dâ gördüm. RNK-Sözler/301
  • bilâ  "...sız, ...siz." (Bilâ-bedel: Bedelsiz.)
  • hârika-pîşe f. Hârikalı, hârika işler yapan. Meselâ görsen, hârika-pîşe bir zat, bir dirhem pamuktan, yüz top çuha ve ipek veya patiska gibi mütenevvi sair kumaşları o tek dirhem pamuktan nescetmekle beraber, helva, baklava gibi çok taamları dahi ondan yapıyor. RNK-Sözler/393
  • dâhiye Hârikulâde zekâ ve fetanet sahibi. Âfet, belâ, musibet. Kazâ. Emr-i azîm. Büyük iş ve hâdise. Sol tarafıma baktım; müthiş zulümat dalgaları içinde azîm fırtınalar, dağdağalar, dâhiyeler hazırlandığını görüyor gibi oldum.  RNK-İman ve Küfür Muvazeneleri/94
  • vaziyet-i marziye Hoşnut olunacak hal. Meselâ, esbaba teşebbüs, bir dua-yı fiilîdir. Esbabın içtimaı, müsebbebi icad etmek için değil, belki lisan-ı hâl ile müsebbebi Cenâb-ı Haktan istemek için bir vaziyet-i marziye almaktır. RNK-Sözler/426
  • mazhariyet-i münkeşife İnkişaf etmiş, açılmış, ortaya çıkmış mazhariyet. En gelişmiş ayna oluş, en mükemmel gösterici oluş, dâima gelişen mazhariyet. herbiri lisan-ı istidadıyla Feyyâz-ı Mutlaktan bir suret talep ediyorlar ve esmâsına bir mazhariyet-i münkeşife istiyorlar. RNK-Sözler/426
  • ayat-ı beyyinat Ap-açık âyetler, deliller veya işâretler. Bununla beraber Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan, âyât-ı beyyinatın telâfifinde maksad-ı hakikîye telvih ve işaret ettiği gibi, bazı zevahir-i âyâtı—kinayede olduğu gibi—maksada menâr etmiştir. RNK-Muhâkemat/25