Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)

In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten

--------------------

Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.

Lektion lernen

  • Mütereddid Kararsız, teredüdde kalan, karar veremeyen, cesaretsiz. Bir yere gidip gelen.       ve ihtimaller içinde şekilsiz ve mütereddit bulunan o masnua o has ve muvafık maslahatlı sıfatları yerleştirmek; 
  • hey'et-i mecmûa Bir şeyin teferruatına ve cüz'lerine bakılmaksızın bütününün gösterdiği hal ve manzara. birşeyin geneli, bütünü     Kâinatın heyet-i mecmuasından gelen büyük ve küllî şehadetin ikinci kanadını ispat eden: 
  • teshîr-i Rabbânî Rabb'in eşyaya boyun eğdirmesi.       teshir-i Rabbânî ile ve istihdam-ı Rahmânî ile, hakikat-i teavünün pek çok misalleri doğrudan doğruya, 
  • mümaselet Benzeyiş, müşabih olmak. şekilce, suretçe birbirine benzeyiş.         muntazam vaziyetiyle ve nuranî tebessümüyle ve bütün yıldızlara mümâselet ve müşabehet sikkesiyle Senin haşmet-i ulûhiyetine ve vahdâniyetine işaret ve şehadette bulunmasın.
  • fevâid-i tenviriye İşıklandırılmış, nurlandırılmış faydalar.         Hem elektriğin en büyüğü bulunan ve fevâid-i tenviriyesine işaret ederek ondan istifadeye teşvik eden şimşek ise, senin fezadaki kudretini güzelce tenvir eder. 
  • vehhâb (a.s. vehb'den.) Karşılıksız olarak mülkünü başkasına çok çok bağışlayan ve hediye eden. Çok fazla bağışlayan, ihsanda bulunan, herkese hakkı olan her şeyi veren, haketmediği halde bağışlarla ihsan eden, nimetlendiren Allah (c.c.).     Senin—ey Vâhid-i Ehad, ey Hannân-ı Mennân, ey Vehhâb-ı Rezzâk—vahdetine ve ehadiyetine,
  • urba (Aslı dır.) İtl. Esvab, elbise. Arabçada: Ukde, köstek, büklüm, düğüm. Zekâvet. Mekir, hile.     Evet, zeminde hiçbir tahavvül ve ağaç ve hayvanlarında her senede urbasını değiştirmek gibi hiçbir tebeddül—cüz’î olsun, küllî olsun—yoktur ki, intizamıyla Senin vücuduna ve vahdetine işaret etmesin. 
  • fettâh-ı allâm Herşeyi en ince ayrıntılarına varıncaya kadar bilen ve herşeye ayrı ayrı sûretler veren.         Ey Fâtır-ı Kàdir, ey Fettâh-ı Allâm, ey Fa’âl-i Hallâk, 
  • şap (şep) Kim: Antiseptik bir cisim olup alüminyum ve potasyum sulfatından mürekkep, tadı buruk ve suda tuz gibi erir bir cisim. Hayvanların ağız ve ayaklarında görülen ateşli, salgın bir hastalık ismi.       limon tuzu, sulfato ve şap gibi sureten birbirine benzemekle beraber,
  • müdahhar Yığılmış, depolanmış.       Dağlar ve içindeki mahlûklar Senin mülkünde ve Senin kuvvet ve kudretinle ve ilim ve hikmetinle musahhar ve müdahhardırlar.  
  • sehiv (a.i. ç. sehviyyât.) Hatâ, yanlışlık, yanılma, kusur.         karışık eczaları karıştırmayarak ve bütün hayvanların ayrı ayrı suretlerini şaşırmayarak hatasız, sehivsiz, 
  • Hüdhüd Bir kuş ismi. Çavuş Kuşu veya ibibik denilir. (Peygamber Hz. Süleyman'ın (A.S.) zamanında, Hicaz ile Yemen arasındaki Sabâ nâm yerde melike olan ve güneşe tapan Belkıs ile Peygamber Süleyman Aleyhisselâm arasında muhabereye vesile olduğundan meşhur ve mübarektir.)        
  • malik-i yevmi'd-dîn Din gününün sahibi, herkesin dünyâda yaptığının mükâfat ve cezasını göreceği yer olan âhiretin mâliki, sahibi olan Allah.           Ey Rahmânürrahîm, ey Sâdıku’l-Va’di’l-Emîn, ey Mâlik-i Yevmiddîn, 
  • nâka-i sâlih Salih Peygamber'in (a.s.) bir mu'cizesi olarak kayadan çıkan devesi.         ve Nâka-i Salih (a.s.) ve kelb-i Ashâb-ı Kehf1 gibi bazı efrad-ı mahsusa hem ruhu, 
  • levh-i mahfûz Korunmuş levha, Allah'ın ezelî ilmiyle kâinatta olmuş ve olacak şeylerin yazılı olduğu levha. İlm-i İlâhînin bir ünvanı.       Levh‑i Mahfuzun defterleri olan İmam-ı Mübîn ve Kitab-ı Mübînde, 
  • Davud Kur'ân-ı Kerim'de adı geçen, İsrailoğullarına gönderilen ve kendisine kutsal kitapların ikincisi olan Zebur verilen Peygamberdir. Zebur Hz. Davud'a (a.s.) İbrani diliyle, Ramazan ayında indirilmiştir. 150 sureden ibaret olup, içinde haram ve helal gibi ahkama dair meseleler yoktur. Daha çok tesbih, tehlil, zikir, nasihat ve öğütlerden ibarettir. Hz. Davut (a.s.) aynı zamanda İsrailoğullarının devlet başkanıydı. Kendi zamanında Kudüs'ü başşehir yapmış ve iktidarı merkezileştirmiştir. Hz. Davud (a.s.) nübüvvet ve saltanatı şahsında birleştiren ilk peygamber olmuştur. Hz. Davud (a.s.) zamanında İsrailoğullarının hükümranlığı Fırat Nehrinden Kızıldeniz kıyılarına kadar yayılmıştır. Devleti yönetirken adaleti öncelikle kendisi icra etmiştir ve davalara bizzat bakarak neticelendirmiştir. Hz. Davud (a.s.) Hz. Süleyman'ın (a.s.) babasıdır. Hz. Davud'a (a.s.) mûcize olarak eliyle demiri hamur gibi yumuşatıp şekillendirmek özelliği verilmiştir. Bununla birlikte Hz. Davud, (a.s.) kendisine ihsan edilen güzel ve etkili sesiyle de bilinmektedir. O, Zebur-ı Şerif'i okurken bütün mahlukatın onunla birlikte Cenab-ı Hakkı tesbihe başlayacak derecede kendinden geçtiği rivayetler arasındadır. Hz. Davud'un (a.s.) m.ö.1010 tarihinde vefat ettiği nakledilir. Kendisinden sonra maddi ve manevi saltanatını, oğlu olan Hz. Süleyman (a.s.) devam ettirmiştir.
  • Musa İsrailoğullarına gönderilen ve kendisine büyük kitapların ilki olan Tevrat indirilen büyük peygamberlerdendir. Tevrat Hz. Musa'ya (a.s.) levhalar halinde indirilmiştir. Hz. Musa (a.s.) Mısır'da dünyaya gelmiştir. Soyu Hz. İbrahim'e (a.s.) dayanır. Kardeşi Hz. Harun (a.s.) kendisine yardımcı olarak peygamber olarak görevlendirilerek Firavun'a gönderilmiş ve Firavun'u tevhide davet etmiş fakat kabul edilmeyince kendine iman eden İsrailoğulları ile birlikte Mısır'dan Mukaddes Topraklara gelmiş ve orada kendisine Tevrat levhaları indirilmiştir. Hz. Musa'nın zamanında kendinde zahir olan mucizelerinin en meşhurları asası ve yed-i beyzasıdır. (Beyaz el.) Asası ile vurduğu taşın on iki gözünden su çıkarmasıyla meşhurdur. Hz. şuayb'ın (a.s.) kızıyla evlenen Hz. Musa (a.s.) Mukaddes Topraklara varamadan vefat etmiştir.  
  • Süfyan Âhir zamanda geleceği ve ümmetin karanlık günler yaşamasına vesile olacağı sahih hadislerle bildirilen dehşetli dinsiz ve münâfık bir şahıs. (Bak: Deccal) (Rivâyetler, deccalın dehşetli fitnesi, İslâmlarda olacağını gösterir ki, bütün ümmet istiâze etmiş. $ Bunun bir te'vil şudur ki: İslâmların deccalı ayrıdır. Hattâ bir kısım ehl-i tahkik, İmam-ı Ali'nin (R.A.) dediği gibi, demişler ki: Onların deccalı Süfyan'dır, İslâmlar içinde çıkacak aldatmakla iş görecek. Kâfirlerin büyük deccalı ayrıdır. Yoksa, büyük deccalın cebr ve ceberut-u mutlakına karşı itaat etmeyen şehid olur ve istemeyerek itaat eden kâfir olmaz. Belki günahkâr da olmaz. ş.)   “Bediüzzaman gizli cemiyet kuruyor, halkı hükûmet aleyhine çeviriyor, inkılâpları kökünden yıkıyor, Mustafa Kemal’e deccal, süfyan, din yıkıcısı diyor, bunu hadislerle ispat ediyor” 
  • kaziye-i muhkeme Tam, sağlam hüküm; temyizin tasdikinden geçmiş, değişmez hale gelmiş mahkeme kararı. Tam, sağlam hüküm. Temyizin tasdikinden geçmiş, değişmez hâle gelmiş mahkeme kararı ki, böyle bir karara mazhar olan herhangi birşey hakkında tekrar dava açılamaz; dâva mevzuu yapılamaz. Aksi takdirde kanun namına kanunsuzluk yapılmış olur. Buna "Kaziye-i mahkumun bihâ" da denir. (Bak: Muhkem kaziyye)     Beraat kararını, Temyiz Birinci Ceza Dairesi, 30.12.1944 tarihli ilâmla, ittifakla tasdik edip, Risale-i Nur dâvâsının hakkaniyeti kaziye-i muhkeme halini alıyor. 
  • 1-mahfûz (a.s. hıfz'dan.) 2-mahfûz 1-Hıfzolunmuş saklanmış.    Korunmuş, gözetilmiş.    Gizlenmiş.    Ezberlenmiş. 2-Alçalmış.     Risale-i Nur bereketiyle her vilayetten ziyade âfâttan mahfuz kalmıştı. Şimdi âfât başladı ve dâvamızı tasdik etti.
  • Ali (ö.i.) Hz. Ali (r.a.). Hz. Peygamber'in damadı, Hulefâ-yi Râşidin'in dördüncüsüdür. Hicretten yaklaşık yirmi iki yıl önce (m. 600) doğduğu rivayet edilen Hz. Ali'nin babası Hz.Peygamber'in amcası Ebu Talib, annesi de Fatıma bint Esed b. Haşimdir. Hz. Muhammed'in peygamberliğine ilk iman eden çocuk olan Hz. Ali, Hicret sırasında Mekke'de kalmış, geceyi Hz. Peygamberin yatağında geçirerek onun evde olduğu kanaatini uyandırmıştır. Hicretin ikinci yılında Hz. Peygamberin (a.s.m.) kızı Fatıma ile evlenen Hz. Ali'nin bu evlilikten Hasan, Hüseyin ile Zeyneb ve Ümmü Kulsüm adlı çocukları olmuştur. (Muhsin adlı çocukları ise henüz bebekken ölmüştür.) Hz. Ali, Bedir, Uhud, Hendek, Hayber başta olmak üzere hemen hemen bütün savaşlara katılmış, büyük kahrahmanlıklar göstererek Esedullah (Allah'ın Arslanı) ünvanıyla anılmıştır. Hz. Peygambere katiplik de yapan Hz. Ali Hudeybiye Anlaşmasını yazmıştır. Mekke'nin fethinden sonra Kabe'deki putları imha etme görevi ona verilmiştir. İlk üç halife döneminde de idari görevlerde bulunan Hz. Ali, Hz. Osman'ın şehid edilmesiyle birlikte seçimle halife olmuştur. Hz. Ali'nin hilafeti döneminde İslam tarihinin en üzücü olaylarından Cemel Vakası (Hz. Aişe önderliğindeki ordu ile yapılan savaş) ile Hz. Muâviye ile yapılan Sıffin savaşları meydana geldi. Hicri 19 veya 21 Ramazan 40'ta (26 veya 28 Ocak 661'de) zehirli bir hançer ile şehid edilen Hz. Ali Küfe' de Harici Abdurrahman b. Mülcem tarafından zehirli bir hançerle şehid edildi. Hz. Ali Kufe'ye (Necef) defnedilmiştir. Hz. Ali'nin, kendisine Hz. Peygamber (a.s.m.) tarafından verilen "Ebu Turab" lakabından başka "el-Murtaza" ve "Esedullâhi'l-Gâlib" gibi lakapları da vardır. Çocukluğunda puta tapmadığı için daha sonraları "Kerremallahu Vecheh" dua cümlesiyle de anılmıştır.
  • Behre f. Nasib, pay, hisse. Tez tez solumak. Vasat, orta.     Değil vukufsuz, garazkâr, mâneviyatta behresiz ehl-i vukufa karşı, belki en büyük âlim ve feylesoflarınıza karşı gündüz gibi ispat etmezsem, her cezaya razıyım!              
  • Sâlih (ö.i.) Hz. Salih (a.s.), şam ile Hicaz bölgesi arasında Hicr bölgesinde yaşayan Semud Kavmine peygamber olarak gönderilmiştir. Semud Kavmi, hak dine inanırken zamanla ondan uzaklaşarak putlara tapmaya başlamışlar ve türlü azgınlıklarda bulunmuşlardır. Hz. Salih (a.s.), Semud Kavmini hak dine davet etmiş fakat çoğu inanmamıştır. İnanmayanlar Hz. Salih'e ve ona inananlara çeşitli eziyet ve işkencelerde bulunmuşlardır. Hz. Salih (a.s.), mucize olarak onların istediği şekilde kayalardan dişi bir deve çıkarmı,ş fakat ona inanmayanlar Hz. Salih'in (a.s.) uyarmasına rağmen deveyi öldürmüşlerdir. Semud Kavminin iyice yoldan çıkması üzerine Allah bu kavim üzerine gazabını indirmiştir. Semud Kavmi, büyük bir ses ile yerle bir olan şehirlerinin içinde helak olmuşlardır. Rivayetlere göre Hz. Salih (a.s.), kendisine inananlarla birlikte şam tarafına giderek Remle'ye yerleşmiştir. Kavmiyle yirmi sene daha yaşayan Hz. Salih (a.s.), 158 yaşında vefat etmiştir.
  • Îsa Hz. İsa (a.s.). Ulu'l-Azm olan peygamberlerdendir. Hakîkî Hıristiyanlık dininin peygamberi olan Hz. İsa'ya dört büyük kitabın üçüncüsü olan İncil-i şerif nazil edilmiştir. Hz. Meryem'in oğlu olan Hz İsa, Allah'ın yaratıcı kudretinin bir nişanesi olarak doğmuştur. Hz. İsa'nın (a.s.) bir ünvanı ve sıfatı Mesih'tir. Kur'ân-ı Kerim'de onun meziyetlerinden bahsedilmekte ve gösterdiği mu'cizelerden haber verilmektedir. Dört büyük kitaptan biri olan İncil, kendisinden sonra Havariler tarafından yazılmış, ancak sonraları tahrif edilmiş ve asliyetini koruyamamıştır. Hz. İsa ümmetine ümmî peygamberin geleceğini müjdelemiş ve Peygamber Efendimizden bahsetmiştir. İncil'in çeşitli bölümlerinde de Hz. Peygamberden haber verilmektedir. Düşmanları ve kendisine inanmayanlar tarafından öldürülmek istenen Hz. İsa, Cenab-ı Hak tarafından göğe yükseltilmiş, kendisini öldürmek isteyenler ise yanlışlıkla Hz. İsa'ya çok benzeyen birini çarmıha germişlerdir.
  • pest f. Alçak, aşağı. Hafif, yavaş ses. * Sesi galiz, kalın ve korkunç olan.       Felsefe şakirtlerinin buna nisbeten ne derece pest ve aşağı olduğunu kıyas edebilirsin. 
  • faysal Kesin hüküm, karar. Keskin kılıç. Hâkim. Hak ile bâtıl arasında verilen hüküm.     Demek, Kur’ân’ın nazar-ı gaybbînîsi, o kütüb-ü sâlifenin umumunun fevkınde, ahvâl-i mâziyeyi görüyor ki, ittifakî meselelerde musaddıkàne onları tezkiye ediyor, ihtilâfî meselelerde musahhihâne onlara faysâl oluyor.
  • 1-sehab 2-sehab 1-Bulut.    Karanlık.    Çekirge gibi kalabalık şekilde bulut gibi uçuşan böcekler. 2-Çağırgan, gürültücü kişi.     Sonra, küçük küçük tâifeler bir ordu teşkil eder gibi, o parça parça bulutları telif edip, kıyâmette seyyar dağlar cesâmet ve şeklinde ve rutûbet ve beyazlık cihetinde kar ve dolu keyfiyetinde olan o sehâb parçalarından, âb-ı hayatı bütün zîhayata gönderiyor.  
  • matla' (a.i. tulû'dan. ç. matâli'.)  Tulû edecek, doğacak yer. Güneş vs. yıldızların doğması ve bunların doğma yeri. ed. Kaside veya gazelin kafiyeli olan ilk beyti, başlangıç beyti.   Mutasarrıf, Müdebbir, Mürebbî, Mugîs, Muhyî gibi esmâların matlaları görünüyor.  
  • bast-ı mukaddemat Asıl maksada, konuya girmeden önce bir şeyler söylemek. tas. Rica hali.         Kur’ân onları haşrin kabulüne mecbur etmek için şöylece bast-ı mukaddemât eder, der:      
  • ulûm-i müte'ârife Herkesin bildiği ve tanıdığı ilimler.       muzaaf tevâtürler sûretinde âdetâ beşerin ulûm-u müteârifesi hükmüne geçmiştir.
  • mihnet (a.i. ç. mihen.) Zahmet, eziyet, sıkıntı. Dert, belâ, musibet.     Islâmın ve ilmin izzet ü vakarını şerefle muhâfaza etmesini bilen ve aslâ dünya zevkleri için mihnet kabul etmeyen bu şahsın, siyasî hiçbir parti ve teşekkülle de katiyen alâkası yoktur.   
  • NÎMETDÎDE Nîmet gören, nîmete kavuşan.
  • müzevver Uydurulmuş, düzme. Fitne, dedikodu.       Evet, envar-ı hidâyeti ilham eden ve şems ve kamerin Hàlık-ı Zülcelâlinin kelâmı olan Kur’ân’ın melâike-misâl zîhayat kelimâtı nerede; beşerin, hevesâtını uyandırmak için, sehhâr nefisleriyle, müzevver incelikleriyle ısırıcı kelimâtı nerede? 
  • fecâat (a.i.) Acıklılık, yürekler acısı, çok acıklı hâl. Merak edilecek hâl, kederlenecek kötü durum. Felâket.       Risale-i Nur’un serbestiyetine vereceğiniz beraat kararı, bütün Türk gençliğini ve bütün Müslümanları dinsizlik fecaatinden kurtaracaktır. 
  • recûliyet Erkek olma, erkeklik. Adamlık. Cesâretlilik, cesaret. mec. Kudret, ehliyet, ehillik.     sertlik ve şiddet kesb edip bir nevi reculiyet kazanır.
  • meyl-i nümüvv Gelişme arzusu, gelişme isteği.       Bir çekirdekteki meyelân-ı nümüvv der:
  • tebâh f. Mahvolmuş, yıkılmış, yıkıntı. Fesada giriftar olmuş. Bozuk, çürük, berbat, harap. Tükenme.   Şu halde, ne şeref-bahş bir taht-ı alidir ki; mazlumlara melce’ ve penah, zalimlere de hüsran ve tebah oluyor. 
  • sümme hâşâ Kat'iyen olmaz, Allah esirgesin.       Ben, o gizli zâlim düşmanlara ve onları aleyhimizde dinleyenlere derim: Hâşâ, sümme haşa, hiçbir vakit böyle haddimden tecavüz edip,  
  • perverde (f.s.) 1-Beslenmiş, terbiye edilip yetiştirilmiş, eğitilmiş. 2-i. Kaynatılmış meyve ezmesi.   Hem, "Bizi ni’metleriyle perverde eden şu semâvât ve arzın İlâhı, bizden ne istiyor, marziyâtı nedir?" 
  • mekreme-i uzmâ Büyük ikram, izzet yeri.       Onda, bir mahkeme-i kübrâ, bir ma’dele-i ulyâ, bir mekreme-i uzmâ vardır ki; tâ şu merhamet ve hikmet ve inâyet ve adâlet tamamen tezâhür etsinler.   
  • Ma'dele-i Ulyâ Büyük adalet yeri, yüksek adaletle herkesin muhakemesi görülen.  
  • kahir (a.s. kahr'den.) kahır Üstün gelen, ezen, ezici. Kahreden; zorlayan. Yok eden, ortadan kaldıran.    Eğer o mânâ bir hüccet ise, temsil suretiyle burhanı daha nurlu, delili daha kâhir, beyanı daha bâhir olur. RNK-İşârâtü'l-İ'câz/386
  • iştiâl (a.i. şaal'dan. ç. iştiâlât.) Tutuşma, tutuşup yanma, parlama, alevlenme. mec. şiddetlenme. Gürültü ile yapma.   Sarfiyatları hadsiz olduğu halde, vâridatları ve gazyağları ve madde-i iştialleri nereden geliyor? 
  • levh-i mahv u isbat Cenab-ı Allah'ın yazar, ifade eder, sonra bozar tahtası hükmünde olan işleri.
  • tayr-ı müsebbih Allah'ı anan, tesbih eden kuş. Evet, bir bahr-i müsebbih olan şu semâvâtın kelimat-ı tesbihiyesi güneşler, aylar, yıldızlar olduğu gibi, bir tayr-ı müsebbih ve hâmid olan şu zeminin dahi elfâz-ı tahmidiyesi hayvanlar, nebatlar ve ağaçlardır.  RNK-Sözler/233
  • Burc (a.i. ç. burûc.) güneşle dünya arasındaki hayâlî dilimlerin her biri. Muayyen bir şekil ve sûrete benzeyen sâbit yıldız kümesi. Kale, hisar çıkıntısı, kule. Tek hisar. Güneş sisteminde yer alan on iki takım yıldızın her biri. Yuvarlak bina.
  • cinayet-i sâriye Bulaşıcı cinayet, başka şeylere de sirâyet eden, bulaşan cinâyet. Öyle ise cinayet-i sâriyedir. Sair mevcudatın netâic-i amellerine halel verdiği gibi, esmâ-i İlâhiyenin cilve-i cemâllerine perde çeker.
  • hebâen-mensûrâ Boşuna olarak, boşuna harcanarak, faydasız yere. Yoksa, sa'yiniz ya hebâen-mensura gider, veya sathî kalır. RNK-Tarihçe-i Hayat/177
  • mensûh (a.s. nesh'den.) Hükmü kaldırılmış, nesholunmuş, hükümsüz bırakılmış. Hem, Rus gibi olanlar, mensuh ve tahrif edilmiş bir dini terk etmekle, hak ve ebedî ve kàbil-i nesh olmayan bir dine ihânet etmek derecesinde gayretullaha dokunmadığından, zemin şimdilik onları bırakıp, bunlara hiddet ediyor.
  • ebvab-ı sema Semâ kapıları, gök kapıları. edebsiz câsusları korkutmak için atılan mancınıklar ve işaret fişekleri misillü, o şeytanları ebvâb-ı semâdan o şahaplarla red ve tarddır.