Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)

In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten

--------------------

Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.

Lektion lernen

  • Savm-ı Visal İki gün iftar etmeden oruç tutmak. (Bu, zaruret olmadan mekruhtur)         Hattâ bir Ramazan-ı Şerifte pek şiddetli hastalıkta, altı gün birşey yemeden savm-ı visal içinde ubudiyetteki mücahedelerini terk etmediler.  
  • tahallüf (a.i. hilâf'dan.) Geride kalma. Uygun gelmeme, uygun olmama, aykırı olma.         Yaz ve kış bu âdetleri tahallüf etmez. 
  • Cami-ül Kelim Vecize. Kısa olup çok mânaya gelen söz.         Üstadımızın, az söylemek âdetidir. Fakat, söylediğini veciz söyler, herhalde düstur-u hikmet olarak pek mânidar ve pek şümullü birer câmiü’l-kelimdirler. 
  • huzûzât-ı nefsâniye Nefsin hazları, nefse hoş gelen şeyler.         Üstadımızın nefisle mücahedede bir rüsuh ve ihtisası vardır ki, asla huzûzat-ı nefsaniyelerine hizmet etmezler. 
  • mehâbet (a.i. heybet'den.) Heybet, ihtişam. Büyük bir kişinin karşısında duyulan saygı ve çekinme hissi. Azamet, ululuk, korkunçluk; büyük görünme.     Fakat bazan tecelliyatın muktezası olarak mehâbet ve celâl nazarı o derece tezahür eder ki, 
  • rüsuh İlim ve fennin derinliğine vukufiyet. Sağlamlık. Devamlılık. Yerinde, sağlam, sâbit ve devamlı olmak. Meharet, meleke.     Üstadımızın nefisle mücahedede bir rüsuh ve ihtisası vardır ki, asla huzûzat-ı nefsaniyelerine hizmet etmezler.
  • ilkâ-yı küllî Küllî ilhâmlar, kuşatıcı ilhamlar, vahiyler, Cenab-ı Hakk'ın peygamberlerinin ve veli kullarının kalblerine bırakmış olduğu mânâlar, feyizler.         Evet, Feyyaz-ı Mutlak tarafından bütün hakaik-i Kur’âniye kalb-i münevverine ilham ve ilka-ı küllî ile ifaza olunur da Kur’ân-ı Mucizi’l-Beyândan başka neye muhtaç olur?  
  • nezâfet-i şer'iye şeriata ait pâklık, şeriatın temizliği, pâklığı; şeriattaki paklık.         Hem Üstadımız, taharet ve nezafet-i şer’iyeye son derece riayet eder, her zaman abdestli olarak bulunur, asla mübarek vaktini boş geçirmez.  
  • meâni Mânâlar.         Evet, âyât-ı teşriiyeyi hâvi Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın hakaik ve maarifini ve âyât-ı kevniyeyi şâmil kitab-ı kebir-i kâinatın vezâif ve meânisini beyan edip, 
  • Ulü-l Azm  Büyük azim sahibi, ciddiyet, sabır ve sebat sahibi büyük zâtlar; bilhassa Hz. Muhammed (a.s.m), Hz. İsa, Musa, İbrahim ve Nuh (a.s.).         Fakat Üstadımız daima gördüğü eza ve cefalara ulü’l-azmane sabır ve tahammül eder. 
  • safâ-yı sadr Kalb ferahlığı.         Hem safâ‑i sadre ve selâmet-i kalbe mâlik olduklarından, o çocuklara dahi hiddet etmeyip buyururlardı ki:
  • Sereyan-ı Seria Sür'atle yayılan, çabuk neşrolan.         ölmeye yüz tutan kalbleri bile izn-i ilâhî ile ihtizaza getirecek kadar harika bir eser-i bedîa, bir sereyan-ı serîa olan Risale-i Nur ile neşr-i hakaik eden bu vücud-u mes’ud ile beşeriyet iftihar etmek lâzım gelirken; çok gariptir ki, 
  • asiye Kederli, hüzünlü kadın. i. Sütun, kolon, direk. ö.i. Hz. Musa'yı Nil nehrinden çıkarıp yetiştiren kadın, Firavun'un karısı.          
  • Mevlânâ Hâlid (k.s.) (ö.i.) Büyük İslâm alimi ve asrının müceddidi olan Mevlana Halid-i Bağdadi 1778'de Bağdat'ın kuzeyinde bulunan Zur şehrinde dünyaya geldi. Soyu baba tarafından Hz. Osman (r.a.,) anne tarafından Hz. Ali'ye (r.a.) dayanır. Babası Ahmed bin Hüseyin'dir. Küçük yaşta akli ve nakli ilimlerden tefsir, hadis, fıkıh, tasavvuf, akaid öğrenmiş, hatta Firuzabadi'nin Kamus'unu ezberlemiştir. Asrındaki bütün alimlerden daha üstün bir ilme sahip ve Kur'ân-ı Kerim'in esrarına vakıftı.1799 hocası Seyyid Abdulkerim Berzenci'nin vefatından sonra onun yerine ders vermeye başladı. Böylece daha yirmi bir yaşında binlerce alim ve talebeye hoca olmuş ve yedi sene ders okutmuştur. 1805'te Hacca gitti, şam'a dönüşünden sonra oraya gelen Abdullah Devlevi'nin bir talebesiyle Hindistan'a gitmeye karar verdi. Çeşitli şehirlere uğraya uğraya bir sene süren yolculuk sonunda Irak'ın Süleymaniye şehrine geldi. Ve oradan Bağdat'a giderek ders vermeye başladı. Burada yetiştirdiği dört bin talebesine ilimde ve tasavvufta icazet verdi. Mevlana Halid talebeleriyle Bağdat'dan şam'a gelerek orada derslerine devam etti. 1826'da şam'da vebadan vefat etti. Değişik ilimlerde yazdığı birçok eseri vardır. En önemlisi şunlardır: İrade-i Cüz'iyye Risalesi, Caliyetü'l Ekdar, Divan, mektuplarından oluşan Mektubat, İtikadname. Yine birgün, Mevlânâ Hâlid (k.s.) Hazretlerinin Küçük Âşık namında bir talebesinin neslinden mübarek bir hanım 
  • Kabl-el Vuku' Vuku'dan evvel. Olmadan evvel.        
  • azm-i metîn Sağlam niyet, gayret.         hem hizmet-i imaniye ve Kur’âniyedeki azm-i metînini, hem ubudiyetteki vezâifi ifaya son derece gayret edip asla fütur getirmeden ulü’l-azmâne bir sabır ile sebat ediyordu. 
  • fetvâ emîni Şeyhülislâmlıkta fetvâ işleriyle meşgul olan dairenin başkanı.           Sonra eski fetva emini merhum Ali Rıza Efendi Hazretleri, o hocanın itirazını red ve Risale-i Nur’un hakkaniyetini tam tasdik ediyor…
  • levm-i lâim Çekiştiricinin kınaması, kınayanın kınaması..       Nüsha-i nâdire-i zaman olan Üstadımız, gayet şecî ve metin ve ulü’l-azmâne bir cesaret-i fevkalâdeye mâlik bir lisanü’l-haktır ki, hak yolunda söz söylemekten çekinmez ve levm-i lâimden korkmazlar. 
  • şecî', şecî'a (a.s. şecâat'ten.) Yiğit yürekli; cesur, yürekli, yiğit.  Nüsha-i nâdire-i zaman olan Üstadımız, gayet şecî ve metin ve ulü’l-azmâne bir cesaret-i fevkalâdeye mâlik bir lisanü’l-haktır ki, hak yolunda söz söylemekten çekinmez ve levm-i lâimden korkmazlar.  
  • Sedd-i Sedid Yıkılması zor olan, sağlam sed. Yıkılmayacak derecede sağlam sedd.       Orada, dünyaca mühim zatlar hazır oldukları halde, kimsenin söyleyemediği gayet acı sözlerle o haksız işe ve daha başka haksız işlere de sedd-i sedid olmuşlardır. 
  • Tanzif (Nezafet. den) Temizlenmek. Temizlemek.       teshir, tedbir, tedvir, tanzim, tanzif, tavziften mürekkep bir hakikat, bu azameti ve ihatatı ile o semâvât Hâlıkının vücub-u vücuduna ve vahdetine ve mevcudiyeti, semâvâtın mevcudiyetinden daha zâhir bulunduğuna bilmüşahede şehadet eder mânâsıyla Birinci Makamın Birinci Basamağında
  • cevval Daim, hareket halinde olan, koşan dolaşan.         bu çalışkan rüzgârın ve bu cevval hizmetkârın kendi başına hiçbir hareketi yok; belki gayet kadîr ve alîm ve gayet hakîm ve kerîm bir Âmirin emriyle hareket eder. Güya herbir zerresi 
  • tasrif İstediği şekilde idare etmek. Maslahatta tasarrufa izin vererek mutasarrıf kılmak. Bir şeyi bozup değiştirerek türlü şekillere koymak, evirip çevirmek. Gr: Bir kelimenin veya fiilin çeşitli zamanlara göre sıra ile söylenişi. Sarf kaidesi üzere kelimenin şeklini başka kelimelere tebdil eylemek. Meselâ: Türkçe'de bir fiilin tasrifi: Hal sigasına göre: Gelmek fiilinin şekli: Geliyorum, geliyorsun, geliyor, geliyoruz, geliyorsunuz, geliyorlar gibi.   Daha, tasrif-i hava ve teshîr-i sehâb gibi şuûnât-ı İlâhiyeyi bunlara kıyas et.  Demek o dalgalanmak, bir Sâni-i Hakîm tarafından bir tavziftir, bir tasriftir, bir kullanmaktır.  RNK-Sözler/915
  • hel min mezid Daha yok mu? Daha olmayacak mı? mânâlarında kullanılır.           “semâ,” “cevv” ve “arz”ın mükemmel ve kat’î derslerini dinlediği halde, “Hel min mezîd” deyip dururken, 
  • mıntıka-i Harre Sıcak mıntıka. Ekvator iklimi olan yerler. Hatt-ı istiva mıntıkası.       Varidatı ise, o mıntıka-i hârrede pek az gelen ve susamış toprak çabuk yuttuğu için mahzene az giden yağmur, 
  • muvâzene-i vâsia Geniş bir şekildeki denge, ihtiyacı olanlara bol ve kâfi miktarda ihsanda bulunarak dengeyi sağlayan Cenâb-ı Hakk, Allah'ın koyduğu denge.       Varidatı ise, o mıntıka-i hârrede pek az gelen ve susamış toprak çabuk yuttuğu için mahzene az giden yağmur, elbette o muvazene-i vâsiayı muhafaza edemediğinden, 
  • TETKİKAT-I AMÎKA Derin incelemeler.       Binlerle dâhi ve yüz binlerle müdakkik ve yüksek ehl-i tahkik, kıl kadar bir şüphe bırakmayan tetkikat-ı amîkalarıyla, başta vücub‑u vücud ve vahdet olarak müsbet mesâil-i imaniyeyi ispat ediyorlar.
  • Hangah f. Allah rızası için ve misafirleri minnet altında bırakmamak ihlâsı ile fakir ve dervişlere ve talebe-i uluma yemek verilen ve misafir edilen yer. Dervişlerin evi, büyük tekke.         hadsiz küçük tekyelerin ve zaviyelerin telâhukuyla tevessü eden gayet feyizli ve nurlu ve sahra genişliğinde bir tekye, bir hangâhda, 
  • ittisaf (a.i. vasf'dan.) Vasıflanma, özellik kazanma. Sıfat sahibi olma, sıfatlanma. Bir hal takınma.       Biz öteki yollardaki dillerden ders aldığımız gibi değil, belki iman noktasındaki ittisaflarından ve keyfiyet ve renklerinden mütalâamızla istifade etmeliyiz” dedi, 
  • MÜBÂYİN Farklı. Birbirinin zıddı. Rklı. Başka türlü. Muhalif. Diğerinin zıddı. Aksi.   Meslekleri birbirinden uzak ve meşrepleri birbirine mübayin olan umum selim ve nuranî kalblerin erkân-ı imaniyedeki müttefikane ve itminankârâne ve müncezibâne keşfiyat ve müşahedatları birbiriyle tevafuk ve tevhidde birbirine mutabık çıkıyor.
  • mezheb (a.i. zehâb'dan. ç. mezâhib.) Gidilen, tutulan, takip edilen yol. Dinde tutulan yol, dinde anlayış ve ibadet yolu. Bir dinin bazı noktalarda görüş farkları bulunan kollarından herbiri. İlim ve felsefede takip edilen yol, meslek, çığır. Din. mec. İffet, namus gibi konularda fazla hoşgörülü davranma. Şâfiî mezhebine göre, kadına temasla abdest bozulur, az bir necaset zarar verir. Ekseriyet itibarıyla hayat-ı içtimaiyeye giren, nim-medenî şeklini alan insanlar ittibâ ettikleri mezheb-i Hanefîye göre, mess-i nisvan abdesti bozmaz, bir dirhem kadar necasete fetvâ var. RNK-Sözler/654
  • muktedâ mukteda-bih (a.s. kadv'dan.) İktida edilen, uyulan, örnek tutulan, örnek alınan, taklit edilen. Önde bulunan, kendisine uyulan imam, reis vb. Müçtehid. Pişivâ. Peşivâ.       Madem en mükemmel ve istidadı en yüksek ve ahlâkı ulvî ve nev-i beşere muktedâ olacak olanlarla konuşacaktır. 
  • tasdîk-gerde Kabul edilmiş, tasdik edilmiş.         ve nev-i beşerden ekseriyet-i mutlakanın tasdik-gerdesi ve rehberi ve muktedası 
  • teveddüd-i İlâhî Allah'ın kendini kullarına sevdirmesi.       Teveddüd-ü İlâhî denilen kendini mahlûkatına fiilen sevdirdiği gibi, kavlen ve huzuren ve sohbeten dahi sevdirmek, vedûdiyetin ve rahmâniyetin muktezasıdır.
  • mübtediyane f. İlk olarak, yeni ve acemi bir talebe gibicesine.       ve hiç kimseyi taklit etmeyerek ve tam mânâsıyla ve müptediyâne fakat en mükemmel olarak, hem iptidâ ve intihâyı birleştirerek yapması, elbette misli görülmez ve görünmemiş.
  • intihâ' (a.i. nihâyet'ten.) Nihayet bulma, sona erme. Son, nihayet, uç. Bitme, tükenme. Eğilme. Dayanma, yaslanma.     hem iptidâ ve intihâyı birleştirerek yapması, elbette misli görülmez ve görünmemiş. 
  • 1.Âl 2-Âl 1.Yüksek. Âlî. Yüce. Bülend. 2.Sülâle, soy, hânedan. Akrabâ ve taallukat.    Yaz sıcaklarında su gibi görünen serap.    Hile, tuzak.     Âl ve Ashâb namında ve nev-i beşerin enbiyadan sonra feraset ve dirayet ve kemâlâtla en meşhuru ve 
  • ihtirâ' (a.i. ç. ihtirâât.) Yeni bir şey bulma, benzeri görülmemiş bir şey icad etme, vücuda getirme. ed. Edebiyatta, daha önce hiç kullanılmamış mazmunları kullanma, yeni benzetmeler yapma. mec. Uydurma, olmayan bir şeyi olmuş gibi gösterme.       Bu zâtın, ümmîliğiyle beraber, getirdiği hakaik-i kudsiye ve ihtirâ ettiği ulûm-u âliye ve keşfettiği mârifet-i İlâhiyenin dersiyle ve 
  • 1-İt'am 2-İt'am 1-Yemek yedirmek. Doyurmak. Taam vermek. 2-İkiz doğurma.         ve iştihaların her nev’ini tatmin edecek bir surette ihzar edilen Rabbânî it’amlar ve 
  • gayb-bîn f. Gaybı gören. Herkesin bilemediği geleceği feraseti ile hissedip bilen. İstikbalden haber veren. Demek, Kur'ân'ın nazar-ı gayb-bînîsi, o kütüb-ü sâlifenin umumunun fevkinde ahvâl-i maziyeyi görüyor ki, ittifakî meselelerde musaddıkane onları tezkiye ediyor, ihtilâfî meselelerde musahhihâne onlara faysal oluyor.  RNK-Sözler/543        
  • lebîd (lebid b. rebîa): İslâmiyet öncesi, câhiliye devrinde Muallaka şairlerinden meşhur bir şâir. Küçük çuval.         Lebid’in kızı, babasının kasidesini Kâbe’den indirirken demiş: “Âyâta karşı bunun kıymeti kalmadı.” 
  • Zemahşerî Harezm kasabalarından Zemahşer'de 1075 yılında dünyaya geldi. Adı, Ebu'l Kasım Mahmud b. Ömer ez-Zemahşeri el-Harizmi'dir. Büyük bir müfessir, dilci ve kelam alimidir. İlk tahsilini doğduğu yerde yaptıktan sonra ilim ve medeniyet merkezi olan Buhara'ya gitmiştir. Burada muhtelif hocalardan fıkıh, tefsir, hadis, kelam, mantık, felsefe ve Arapça dersleri aldı. Bu dönemde Harezm ve Horasan'ın bir çok şehrine giderek bilgilerini artırdı. 1124 yılında Mekke'ye gelerek uzun bir süre kaldı. Eserlerinin bir çoğunu burada yazmıştır. Kendisine Mekke'de uzun süre kaldığından Carullah lakabı verilerek "Carullah Zemahşeri" adıyla meşhur olmuş, ayrıca "Fahr-ı Harezm" ünvanı da verilmiştir. Mekke'de uzun müddet kaldıktan sonra Harezm'e dönmüş ve burada 1143 senesinde vefat etmiştir. Zemahşeri itikadda ateşli bir mutezile, fıkıhta ise Hanefidir. Zemahşeri İslâmi ilimler, nahiv ve edebiyatta çok sayıda talebe yetiştirmiştir. Elli civarında eseri olduğu bildirilmektedir. Bunların en meşhurları: Esasu'l Belağa, El-Keşşaf fi Kıraat, el-Mufassal el-Enmuzec, el-Faik fi Garibil Hadis, Makamat, el-Keşşaf an Hakaikı't-Tenzil, Mukaddimetül-Edeb.
  • tilavet Okumak, takip etme, arkasına düşme. isl. Kur'ân'ı usûlüne uygun olarak, güzel sesle ve anlamını düşünerek okuma.       Kur’ân’ı tilâvet edenler için değil usandırmak, belki kalbi çürümemiş ve zevki bozulmamış adamlara tekrar-ı tilâveti halâvetini ziyadeleştirdiği, eski zamandan beri herkesçe müsellem olup darb-ı mesel hükmüne geçmiş.  
  • ukûl-i müstakîme Doğru yolda olan akıllar.         sağında hadsiz ukul-ü müstakîmenin delillerle tasdikleri, 
  • 1-nâim (a.s. nevm'den ç. nâimîn, niyâm, nüvvâm, nüvvem, nüyyem.) 2-nâim (a.s. ni'm'den.) 3-nâim 1-Uyuyan, uykuda bulunan, uykuda olan. 2-Tâze, körpe, kılçıksız bitki.    Etli sebze.    Yumuşak, kemiksiz şey. 3-Bolluk içinde yaşayış.    Cennetin bir kısmı.   ve ihtirâmı ve nüzûlü zamanında uyku gibi bir vaziyet-i nâimânede bulunması ve 
  • Rumuzât-ı Semaniye Sekiz remiz, sekiz bölüm, sekiz işaret. Bediüzzaman Said Nursi'ye ait bir eserinin adı.       ve huruf-u Kur’âniye ne kadar muntazam, esrarlı ve mânâlı olduğunu gösteren Rumuzât-ı Semaniye nâmındaki sekiz küçük risaleler; 
  • Risale Mektub. Bir ilme dair yazılmış küçük kitap. Haber göndermek. Elçinin götürdüğü mektub, name. Fık: Bir kimsenin sözünü veya emrini başka birisine tebliğ etmek.
  • musannif Sınıflandıran. Kitab tertib eden. tasnif eden.       bir Alîm-i Külli Şeyin ve bir Kadîr-i Külli Şeyin ve bir Musannıfın, herşeyde herşeyi gören ve herşeyin herşeyi ile münasebetini bilen,
  • hudûs  Sonradan peyda olma. Yok iken vücuda gelme. Yeniden meydana gelme.       Evet hudûs hakikati kâinatı istilâ etmiş. 
  • ihdâs (a.i. hades'den.) Yeniden birşey yapma, yeni bir şey meydana getirme, ortaya koyma. İcat. (Bak: İbda', Hudus)        Madem hâdistir, elbette onu ihdas eden bir Sâni var.