Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)

In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten

--------------------

Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.

Lektion lernen

  • el-hakku ya'lû (a.cü.) Hak ve hakikat yücedir. Hak gâlib ve yüksektir, meâlindedir. Bu mâna, bir Hadis-i Şerife işaret eder.         Ey arkadaş! Bir zaman bir sâil dedi: “Madem el-hakku ya’lû haktır. Neden kâfir Müslime, kuvvet hakka galiptir?”
  • memdûh, memduha (a.s.medh'den ç.memdûhât) Beğenilmiş, medholunmuş, övülmüş. Medhedilmeye layık. fık. Peygamberimizin (a.s.m.) sevmiş olduğu hareket, iş.         Semere-i sa’yine, kısmetine rıza ise memduh bir kanaattir, meyl-i sa’ye kuvvettir.            
  • 1-sâil (a.s. suâl'den.) 2-sâil (a.s. seyelan'dan.) 3-sâil (a.s. savlet'ten.) 1-Sual eden, soran.    Dilenen, dilenci. 2-Akıcı, akan. 3-Saldırıcı, saldıran, tecavüz eden, mütecâviz.       Ey arkadaş! Bir zaman bir sâil dedi: “Madem el-hakku ya’lû haktır. Neden kâfir Müslime, kuvvet hakka galiptir?”    
  • vakâr Ağırbaşlılık, temkinlilik. Ağırlık, onuru koruma, haysiyet ve şerefi koruma, onurlu olma. Sabır. Halim ve heybetli oluş. Nâmusu muhafazayı mucib haslet. Azamet ve izzet.     Bir ulül’emr, makamında olursa ciddiyeti vakardır, mahviyeti zillettir.  
  • teşriî (Teşriiye) Şeriata, kanunlara dâir. Şeriatla, kanun ile, kanun yapma ile alâkalı, şeriata müteallik, kanuna dair.         Teşriî evâmire karşı itaat, isyanNasıl olur.
  • şer-i tekvînî Yaradılış kanunları. Kâinat işleyişindeki İlâhî âdetler.           O da şer-i tekvînî. Vasf-ı kelâmdan gelen şeriat-i meşhure. Teşriî evâmire karşı itaat, isyanNasıl olur.          
  • mahlût (a.s. halt'dan.) Karıştırılmış. Katılmış. Karışık. Saf olmayan. kim. Karışım.     Bir hak bilkuvve kalmış. Yahut kuvvetsiz kalmış. Ya mahlûttur, hem mahşuş. Ona da bir inkişaf, ya bir taze kuvvet vermek lâzım gelmiştir.        
  • 1-Mahşuş (Haşşe. den) 2-Mahşuş 1-İçine girilmiş.    Buğzedilmiş.    Gizlice bir şey verilmiş.    Karalanmış. 2-Kuru ot.     Bir hak bilkuvve kalmış. Yahut kuvvetsiz kalmış. Ya mahlûttur, hem mahşuş. Ona da bir inkişaf, ya bir taze kuvvet vermek lâzım gelmiştir.
  • müctemi' Toplu. Topluca. Bir araya gelmiş. Hepsi.       Bazan iki şeriat evâmiri, birşeyde beraber müçtemidir; herbirine bir cihet. Demek tekvînî emre itaat ki bir haktır.      
  • sıgar Küçükler. Çocukluk hali. Küçüklük. Zelli oluş.       Ger kalem-i kudretle bir cüz-ü ferd üstüne esîrin cevâhir-i ferdiyle yazılsa bir Kur’ân ki, sıgar-ı sahife nisbeti bir kibr-i san’at-meâl. 
  • temâsül (a.i. mesl'den. ç. temâsülât.) Benzeyiş. Benzeme. Birbirine benzemek. Birbirine müsavi ve müşabih olmak. Hasta sıhhate, iyi olmağa yaklaşmak: Mat: Kesirsiz taksim kabul etmek, kesirsiz bölünebilmek.       İçtimaî heyette düsturları istersen: müsâvatsız adalet, önce adalet değil.Temasülse, tezadın mühim bir sebebidir.  
  • mühezzeb Islah edilmiş. Düzeltilmiş. Lüzumsuzu çıkarılmış, temizlenmiş. Safileştirilmiş.       Mühezzep ve müzehhep yapmak için muvakkat, bâtıl ona musallat. Tâ ki sebike-i hak ne miktar lüzum vardır,        
  • müzehheb Yaldızlanmış, yaldızlı, altın sürülmüş.           Mühezzep ve müzehhep yapmak için muvakkat, bâtıl ona musallat. Tâ ki sebike-i hak ne miktar lüzum vardır,
  • sebike-i hak Hak külçesi. Hak ile batıl arasında mücadele olmadığı zamanda, hakkın kıymet ve derecesinin anlaşılamaması. Mc: İşlenmemiş külçe halindeki altın kıymetinin zâhiren görünmemesi gibi; hakkın bâtıl ile mücadelesinin olmadığı zamanda, hakkın kıymet ve lüzumu derecesinin bir cihette bilinememesi.       Mühezzep ve müzehhep yapmak için muvakkat, bâtıl ona musallat. Tâ ki sebike-i hak ne miktar lüzum vardır,
  • Müştehi İştâhlı. İştihası olan, seven. Hâhişger.         Öyle de, rahmete muhtaç bir biçare meyyitenin güzel tasvirine müştehiyâne bir nazarla bakmak, ruhun hissiyât-ı ulviyesini söndürür.      
  • Mimsiz Medeniyet “deniyet”, aşağılık medeniyet Vahşilik, denîlik. Alçaklık. Medeni kelimesinin, Kur'ân alfabesine göre "mim" harfini kaldırırsak, denî kelimesi kalır. Buna binaen, "mimsiz medeniyyet" de denî, alçak ve zâlim yerinde kullanılmıştır.       Mimsiz medeniyet, taife-i nisâyı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metâı yapmış.          
  • müncemid Donmuş, buz hâline gelmiş. Donuk. Katılaşmış.       Memnu heykel, suretler, ya zulm-ü mütehaccir, ya mütecessid riyâ, ya müncemid hevestir. Ya tılsımdır; celb eder o habis ervahları.              
  • mütehaccir (a.s. hacer'den.) Taşlaşmış, kayalık gibi olmuş.         Memnu heykel, suretler, ya zulm-ü mütehaccir, ya mütecessid riyâ, ya müncemid hevestir. Ya tılsımdır; celb eder o habis ervahları.
  • itkân-ı-mükemmel Mükemmel bir sağlamlık ve pürüzsüzlük.           Tecellî-i vâsii, asgardan tâ ekbere itkan-ı mükemmeli birden tasavvura al.                  
  • tevessü-i te'sîr Tesirin genişlemesi, etkinin yayılması.             O Kadîr-i Zülcelâl, tasarruf-u kudreti, tevessü-ü tesiri noktasında oluyor şemsimiz zerre-misal.     
  • VESÂİL-İ PÜRSEYYAL Alabildiğine yayılan sebepler, vesileler. çok akışkan sebepler, vesileler         Tecellî-i vâsii, asgardan tâ ekbere itkan-ı mükemmeli birden tasavvura al. Cazibe ve nevâmis, vesâil-i pürseyyal           
  • beyn Ara, aralık. e. Arada, araya, arasında       Nev-i vâhidde olan tasarruf-u azîmi mesafesi vâsidir. İki zerre beyninde cazibeyi ele al,Git de, tâ şemsüşşümus ve kehkeşan beynindeki cazibenin yanında koy. 
  • nevâmîs (a.i. nâmûs'un ç.) Kanunlar, şeriatlar.           Tecellî-i vâsii, asgardan tâ ekbere itkan-ı mükemmeli birden tasavvura al. Cazibe ve nevâmis, vesâil-i pürseyyal                
  • KEYFEN Kıymetçe, değerce.             Kemmen büyük olması, keyfen büyük olması her vakit lâzım gelmez. Zira daha cezaletlidir saat-i hardal-misal,      
  • âbid-i müsebbih Allah'ı tesbih eden kul.             Demek âlem erkânlarıyla birer âbid-i müsebbih, birer mutî musahhar Hâlık-ı Lemyezele, Kadîr-i Lâyezâle.      
  • Cevahir-i Ferd (Cevher-i ferd. C.) Cevher-i ferdler. Zerreler, atomlar.         Ger kalem-i kudretle bir cüz-ü fert üstüne esîrin cevahir-i ferdiyle yazılsa bir Kur’ân ki, sığar-ı sahife nisbeti bir kibr-i san’at-meâl, 
  • Cüz-ü Ferd Bir varlıktan veya bir vücuddan bir parça. Atom. (Bak: Cüz-i lâyetecezzâ).                      
  • Kemmen Sayıca azlık veya çokluk cihetiyle. Sayıca.         Kemmen büyük olması, keyfen büyük olması her vakit lâzım gelmez. Zira daha cezaletlidir saat-i hardal-misal,        
  • mahlûk-ı bî-fasâl mahlûk-u bîfasal Fırsat vermeyen yaratık, kocaman yaratık. Anlatılması güç yaratılmış, ayrıntıları çok.         Bir saatten ki, timsali Ayasofî kadardır. Bir sineğin hilkati hayretfezâdır filden, o mahlûk-u bîfasal.       
  • CÜND-Ü SÜBHANÎ Allah`ın kusursuz ve eksiksiz ordusu.             Ki ihtiyarî olmuş, tanzim eden şer’dir. İki şer’ bir yerde bazan eder içtima. Melâike-i İlâhî, bir ümmet-i azîme, hem bir cünd-ü Sübhânî,         
  • havâss-ı hamse Beş duygu.         Hayat asıl, esastır; madde ona tâbidir, hem de onunla kaimdir. Bir hurdebinî huveyn havass-ı hamsesiyle insanın havassını     
  • hurde-bînî Gözle görülmeyecek derecede küçük, mikroskobik.             Hayat asıl, esastır; madde ona tâbidir, hem de onunla kaimdir. Bir hurdebinî huveyn havass-ı hamsesiyle insanın havassını 
  • berk-âsâ Şimşek gibi. Berk gibi. Şimşek gibi parlak. Şimşek gibi yakıcı.         Hem de görür rızkını. Ger insan kadar büyüse, havassı hayretfezâ, hayatı şulefeşan, rüyeti de berk-âsâ bir nur-u âsümânî.       
  • Hamele-i Mümtesil Aldığı emri imtisal edip yüklenen, mes'uliyeti üzerine alan.             Birinci şer’e olmuş hamele-i mümtesil, amele-i mümessil. Hem onlardan bir kısmı ibâd-ı müsebbihtir.        
  • müstağrak (Gark. dan) Garkolmuş, dalmış, batmış. Mânevi bir vaziyete dalmış. Kendini bilmiyecek derecede dalgın olan. Bir şeye dalmış veya daldırılmış olan.       Birinci şer’e olmuş hamele-i mümtesil, amele-i mümessil. Hem onlardan bir kısmı ibâd-ı müsebbihtir. Bir kısmı da müstağrak, Arşın mukarrebîni..
  • bedbin f. Kötümser, ümitsiz. Kötü görüşlü. Her şeyin fena cihetini görmek isteyen. Bed ve fena görüp, beğenmez, istihsan etmez olan.       Bir zâtı gördüm ki yeis ile müptelâ, bedbinlikle hasta idi. Dedi: Ulemâ azaldı, kemiyet keyfiyeti. Korkarız, dinimiz sönecek de bir zaman.    
  • harbî Harple ilgili. Dârü'l-harpte bulunan, müslüman olmayan, kâfir. Bazı silahların namlularını temizlemekte kullanılan demir çubuk. Hilesiz, doğru, açıkça. Tüfek temizliği için kullanılan demir çubuk.       Dem refahı nazar-ı şer’îde yoktur. Zira harbî bir gâvur hürmetsiz, ismetsizdir, demi hederdir. Her de...m.
  • mismâr (a.i. ç. mesâmîr.) Çivi, mıh. Kazık.         Öyle de, zeminin yüzünde çakılmış mismârlar hükmünde her an Olan İslâmî şeâir, dinî minârât, İlâhî maâbid, şer’î maâlim itfâ olmazsa, İslâmiyet parlayacak an be an.  
  • dânâ (f.ç. dânâ-yân.) Bilgili, bilen, malûmatlı, âlim, bilgiç.             Herbir şeâir bir hoca-i dânâdır; ruh-u İslâmı daim enzâra ders veriyor.            
  • itfâ (a.i. tufû'dan.) Söndürme, söndürülme, ateşi bastırma. mec. Bastırma, dindirme, teskin etme. fiz. Sönüm. Fizikte: İntizamlı ve eşit zamanlarla sallanan bir hareketin yavaş yavaş azalarak sıfıra inmesi. Borcun tamamını faiziyle birlikte ödeyerek hesabı kapatma.     Olan İslâmî şeâir, dinî minarat, İlâhî maâbid, şer’î maâlim itfâ olmazsa, İslâmiyet parlayacak an be an.        
  • tahaccür (a.i. hacer'den. ç. tahaccürât.) Taşlaşmak. Taş kesilmek. Donup kalmak. tıp. Kabuk bağlama.       Güya tahaccür etmiş erkân-ı İslâmiyet avâlimi içinde. Birer sütun-u elmas; onunla mürtabittir zemin ile âsüman.
  • zülâl Saf, berrak, tatlı, hafif, güzel, soğuk su. Yumurta akı.         Güya tecessüm etmiş envâr-ı İslâmiyet şeâiri içinde. Güya tasallüb etmiş zülâl-i İslâmiyet maâbidi içinde. Birer sütun-u iman.  
  • BÎNİSYAN Unutmadan.             Herbir mâbed bir muallim olmuş, tab’ıyla tabâyie ders verir. Her maâlim dahi birer üstad olmuştur; onun lisan-ı hâli eder telkin-i dinî; hatasız, hem bînisyan. 
  • Mürtebit Murtabıt Bağlı, birbirine bitişik, bağlantılı, beraber. mec. Bir şeyle ilgili, ilgisi olan. zoo. i. Karınlarının bir kısmı gövdesine bitişik olan böcekler.         Birer sütun-u elmas; onunla mürtabittir zemin ile âsüman.   
  • 1-Bes 2-Be's 1-Kâfi. Yeter. Yetişir. (Allah bes, gayri heves)  2-Azab, şiddet. Korku.    Zarar, ziyan.    Zorluk, meşakkat, zahmet.    Fenalık. (Arapçada: "Savaşta şiddetli harekette bulunmak veya        sıkıntı ve      fakirlikten fenâ durumda olmak" mânâlarına gelir.)     Onları deprettirir. Esaslara ilişilmez, onlarla oynanılmaz. Sussun şimdi dinsizlik; iflâs etti o teres. Bestir tecrübe-i küfran ve yalan.         
  • hiss-i sâdis Altıncı his, altıncı duygu.             Kalb ile vicdan, mahall-i iman. Hads ile ilham, delil-i iman. Bir hiss-i sâdis, tarik-i iman. Fikir ile dimağ, bekçi-i iman.          
  • iltihâm Kaynaşma. Yaranın iyi olup ağzının kapanması. Savaşın kızışması.         Râsih esaslarıyla, bâhir eserleriyle, kürenin yarısıyla iltiham peydâ etmiş, bir ruh-u fıtrî olmuş. Nasıl küsufa girer? Küsuftan çıkmış el’an.        
  • El-an Şimdi. Hâlâ. Hâl-i hazırda.         Râsih esaslarıyla, bâhir eserleriyle, kürenin yarısıyla iltiham peydâ etmiş, bir ruh-u fıtrî olmuş. Nasıl küsufa girer? Küsuftan çıkmış el’an.  
  • teres Pezevenk manâsına gelen bir hakaret sözüdür. Hakaret için kullanılır.             Onları deprettirir. Esaslara ilişilmez, onlarla oynanılmaz. Sussun şimdi dinsizlik; iflâs etti o teres. Bestir tecrübe-i küfran ve yalan.              
  • maalkifaye Kâfi olmakla, yetmekle beraber. Yeterli ve kâfi olan.           Onun için Cumada hutbe-i Arabiye, zaruriyâtı ihtar, müsellemâtı tezkir, maalkifâye olur onun tarz-ı tezkiri.