Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)
In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten
--------------------
Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.
- mutmain (a.s. tam'an'dan.) Gönlü hoş, içi rahat, emin, şüphesi olmayan, zihnini bir şeye yatırıp rahatlamış. Bütün mevcudatı birtek Sânie vermekle necat buluyorlar, birtek Allah’ın zikriyle mutmain olurlar.
- takdîs (a.i. kuds'dan. ç. takdîsât.) Yüceltme, mukaddes sayma, mukaddesleştirme, kudsî ve mübarek sayma. Büyük saygı gösterme. Allah'ın hamde ve övülmeğe lâyık olduğunu bildirme, Allah'ı her türlü kusur ve noksanlıklardan tenzih etme. Hıristiyanlıkta din adamlarının bazı cisimleri veya insanları takdis ederek kutsallaştırmaları. O yed-i rahmeti, siz de şükür ile öpünüz. O dest-i kudreti de minnetle takdîs ediniz.
- bu’d-u mutlak Mutlak uzaklık. Hem ihtilâf ve ayrılığı iktiza eden uzaklık ve bu’d-u mutlak dahi bir ittifak-ı mutlak içinde görünüyor.
- Fenn-i Sarf Gramer. Sarf bilgisi Çünkü, fenn-i sarfça, nasıl ism-i fâil masdardan yapılır.
- intâk (a.i. nutk'dan.) Söyletme, söyletilme, dile getirme. ed. Cansız varlıkları konuşturma sanatı. Her vakit musırrâne, her yazana "Seyrek ve güzel yazınız" derdim. Şimdi anlaşılıyor ki, o mânevî has hattı tavsiye etmek için, intak-ı hak kabilinden bana söylettiriliyordu.
- SÜNBÜL Başak. Zambakgillerden, soğanla üretilen, 15-20 cm yükseklikte, çiçekleri kuvvetli kokulu ve türlü renkli, çok yıllık bir süs bitkisi (Hyacinthus orientalis) Tohumlar gibi neşv ü nemâsız kalan birçok istidad çekirdekleri, zâhiri çirkin görünen hâdiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir.
- MUFADDIL Faziletlendiren, iyilik eden ve nimet veren. Mufaddılın vücub-u vücudunu ve vahdetini ve cemâl-i rahmetini ve kemâl-i rububiyetini gösterir. RNK-Sözler/913
- müdavele Elden ele gezdirme. Alıp verme, devretme. Fikir verme, konuşma. Çevirme, döndürme. Belki böyle mesâil-i imaniyenin itidal-i demle, insafla, bir müdavele-i efkâr suretinde bahsi caizdir.
- Me'mum İmama uyan kimse. İlerdekine uyan. Manzume-i şemsiyenin, yani şemsin me’mumları ve meyveleri olan on iki seyyarenin acaibini ilm-i muhit-i İlâhîye havale edip, yalnız gözümüzün önünde, seyyaremiz bulunan arza bakıyoruz.
- Sükna Oturacak yer. Mesken. Mâyi kalsaydı, kabil-i süknâ olmazdı.
- sufûf-ı ibâd İbadet edenlerin safları. Kulların safları. ve garaib-i mahlûkata bir mahşer ve kafile-i mevcudata bir memer ve sufûf-u ibâdına bir mescid ve makarr olan zemin,
- Memzuc Bitişik. Karışık. Karışmış. Birlik olmuş. Birbirine mezc olmuş. Şakalaşmak. Oynamak. Güzel sanatlarda bir yazı stili. Çünkü hayat pek çok sıfâtın memzuç bir macunu hükmünde bir ziya, bir tiryaktır.
- tahvil-i mekân Mekân değişmesi, başka bir mekâna geçme. ve tahvil-i mekân ve tebdil-i beden ve vazifeden paydos ve haps-i bedenden âzâd etmek ve muntazam bir eser-i hikmet olduğu, Birinci Mektupta gösterilmiştir.
- cahil-i echel En cahilden daha cahil, en cahilden de cahil, kara cahil. Öyle de, Hayy-ı Kayyûm, Muhyî ve Mümît olan Şems-i Ehadiyeti tanımayan adam, zeminin yüzünü, belki mazi ve müstakbeli dolduran zîhayatların vücudunu inkâr etmeli ve yüz derece hayvandan aşağı düşmeli, hayat mertebesinden düşüp câmid bir cahil-i eçhel olmalı!
- fa'âlün limâ yürîd Dilediğini işleyen, dilediği işi yapan, kesintisiz ve mükemmel şekilde istediğini yapan; Allah (c.c.). İradesiyle dilediği şekilde, sürekli faaliyette olan Allah. "Kayyumiyet sırrıyla ve faaliyet-i daimesiyle her an istediğini istediği gibi yapar." meâlinde bir âyettir. Vücud, Fa’âlün limâ Yürid,1 Hâlık-ı Külli Şeye,2 Vâhid-i Ehade3 şehadet eder.
- darip (a.s. darb'dan.) Vurucu, vuran, darbeden, çarpan, döven. Sütünü sağan kimseye vuran dişi deve. Ağaçlı yer. Karanlık gece. Nasıl ki, madrup, elbette dâribe delâlet eder.
-
- Hâlık-ı Külli Şey herşeyi yoktan yaratan Allah Çünkü herşeyde Hâlık-ı Külli Şeye has bir sikke vardır; RNK-Sözler/474
- madrûb (a.s. darb'dan.) Vurulmuş, döğülmüş, çarpılmış, darbolunmuş. Damgalanmış, basılmış. mat. Çarpılan sayı. Nasıl ki, madrup, elbette dâribe delâlet eder.
- vâlid (a.s vilâdet'den.) Doğurtan, baba. Veled, vâlidi iktiza eder.
- merzûk (a.s. rızk'dan.) Rızıklanmış, ihtiyaçları verilmiş. Bahtiyar, saadetli, mutlu. Öyle de, mevcudat üstünde görünen masnûiyet ve merzukiyet gibi sıfatlar dahi, sâniiyet, rezzâkiyet gibi şe’nlerin vücutlarına kat’î delâlet ediyor.
- mâşûk(a.s. ışk'dan.) Sevilen, sevilmiş erkek. Aşk ve ilgi ile sevilen, sevgili. müz. Bir makam. Görmüyor musun ki, mecazî aşklarda yüzde doksan dokuzu, mâşukundan şikâyet eder. RNK-Sözler/479Hem kâinat kalbindeki ciddî aşk, bir Mâşuk-u Lâyezâlîyi gösterir.
- telâfif-i dimâğiye Dimağın lkıvrımlı, büklümlü olmuş hâli. Telâfif-i dimağiye mi? Basit, şuursuz hüceyrat zerreleri mi? Tesadüf rüzgârları mı?
- takattur (a.i. katr, kutûr, katarân'dan.) Damlama, damla damla akma. Ud ağacı ile buhurlanma. Vuruşmağa hazırlanma. Bir kimse kendini bir yerden atma. Ağacın dalı kopup düşme. Bir adamı yanı üzere düşürmek. (Kamus'dan) güya yağmur şeklinde rahmet tecessüm etmiş, takattur etmiş, katre katre geliyor.
- tesviye (a.i. sevî'den.) Bir seviyeye getirme, aynı düzeye getirme. Düz etme, düzleme. Verme, ödeme. Yapma, halletme. Erlere verilen ve bilet yerine kullanılan kâğıt. Bir neticeye bağlama. Hem, Otuz İkinci Sözün İkinci Mevkıfında izah ve ispat edildiği üzere, semâvâtın halk ve tesviyesine muktedir olmayan, beşerin simasındaki teşahhusu yapamaz.
- DERHATIR Hatırda, hatırlamak. Eskiden vatanımda ve sair memleketlerde gördüğüm o cins sarıçiçekleri derhatır ettirdi.
- temhîr (a.i. mühr'den.) Mühürleme. ve herbir mektup üstünde hadsiz sikke-i tevhid mühürleriyle temhir edilmiş bütün bu mühürlerin şehadetlerini kim tekzip edebilir?
- muhdis İhdas eden, yeniden çıkaran, önceden olmayan bir şeyi yapan, icadeden, kuran. Hâdiseye sebeb olan. İhdas eden. Yeni bir şey ortaya çıkaran. Gel gelelim hudûsa. Mütekellimîn demişler ki: “Âlem mütegayyirdir. Her mütegayyir hâdistir. Herbir hâdisin bir muhdisi, yani mucidi var. Öyle ise bu kâinatın kadîm bir mucidi var.”
- Süllem Merdiven, basamak. Derece. Tıb: Kulağın içindeki içiçe daireler şeklinde olan boşluğun adı. Devir ve teselsülü on iki bürhan, yani arşî ve süllemî gibi nâmlar ile müsemmâ meşhur on iki delil-i katî ile devri iptal etmişler ve teselsülü muhâl göstermişler.
- MUHASSIS Tahsis eden, has kılan, hususîleştiren. Demek bir muhassısın iradesiyle, bir müreccihin tercihiyle, bir Mucid-i Hakîmin icadıyladır ki, hadsiz yollar içinde hikmetli bir yolda onu sevk eder; muntazam sıfâtı ve ahvâli ona giydiriyor.
- ABDÜLKADİR-İ GEYLÂNÎ Hicri 470-561, Miladi 1078-1116 yılları arasında yaşamıştır. Kadiri tarikatinin müessisidir. Ölümünden sonra tasarruf eden dört kutub`dan birisidir.
- Muhyiddîn-i Arabî (ö.i.) Adı, Ebu Bekir Muhammed b. Ali'dir. 1165'te Endülüs'ün Mürsiyye kasabasında dünyaya geldi. İbni Arabi ve şeyh-i Ekber diye meşhur oldu. Küçük yaştan itibaren tahsile başlayarak pek çok alimin derslerinde bulunup nakli ve akli ilimleri öğrendi. Tefsir, fıkıh, hadis ve kıraat ilimlerinde büyük bir alim oldu. Daha sonraları tasavvufa yönelerek zamanının alimlerinden ve Seyyid Abdülkadir Geylani'nin ruhaniyetinden feyz aldı. Zamanının ilminden ve feyzinden istifade edilen belli başlı büyük alimlerinden oldu. 1194 Endülüs'ten ayrılarak Tunus'a ve oradan Fas'a gidip çeşitli ilim meclislerinde bulundu. Tekrar Endülüs'e dönüp Kurtuba'ya geldi. Sonra 1201'de tekrar Endülüs'ten Tunus'a geçti. Hac için yola çıkarak Mısır ve Kudüs'e uğradı. Hacdan sonra çeşitli yerleri dolaşarak Konya'ya gitti ve 1230 da şam'a giderek oraya yerleşti. Tasavvuftaki yüksek derecesi sebebiyle sekr halinde iken tevhid (vahdet-i vucud) konusundaki sözleri yanlış anlaşılıp iftiraya uğradıysa da zamanının devlet adamları tarafından himaye edildi. 1240 senesinde 78 yaşında şam'da vefat etti. Yavuz Sultan Selim Mısır Seferi sırasında şamlılarca çöplük haline getirilen kabrinin yanında cami ve dergah yapılmasını emrederek onun kabrinin değerini bulmasını sağladı. Muhyiddin-i Arabi'nin pek çok kıymetli eseri vardır. Fütuhat-i Mekkiyye, Füsüsu'l Hikem, Muhtasar en meşhurlarıdır.
- Gazâlî (ö.i.) Asıl adı Hüccetü'l-İslam Ebu Hamid Muhammed b. Ahmet el Gazzali'dir. Eş'ari kelamcısı, Şafii fakihi, mutasavvıf ve filozoflara yönelttiği eleştirilerle tanınan İslam düşünürüdür. Hicri 450'de (1058) Horasan'da Meşhed'de (Tus) dünyaya geldi. Babasının mesleğinin yün tacirliği olmasından dolayı kendisine "Gazzali" ve zamanında İslama yöneltilen itirazlara cevap vererek itiraz edenleri susturduğu için de "Hüccetü'l-İslam" denilmiştir. Kelam, fıkıh, hadis, felsefe, tasavvuf, mantık gibi ilimlerde yüksek bir mevkiye sahiptir. Bu sahalarda birçok önemli eserleri bulunmaktadır. Hicri 505'te (1111) Tus'da vefat eden ve oraya defnedilen Gazzali'nin eserlerinden bazıları şunlardır. 1-El-Münkız. 2-İhya'ü Ulumi'd-Din. 3-Kimya-yı Saadet. 4-Tehafütü'l-Felasife. 5-Kıstasü'l-Müstakim.
-
- şuara Şâir. C.) Şâirler. Kur'an-ı Kerim'in 26. suresinin ismidir. Mekkîdir. Saniyen, cesedi libasa göre yontmakla rendeleyen şuarâya tenkidimi göstermek istedim.
- 1-kari', kari'e (A, uzun okunur) 2-Kari (A, uzun okunur) 3-Kari' 1-(a.i. kırâat'den ç. kurrâ.) Okuyucu, okuyan. Kur'ân'ı tecvide, usulüne göre okuyan. Âbid ve zâhid olan. 2-Köyde sâkin olan, köylü. 3- Ulu kişi, seyyid. Fakat, ey kàri, ben hata ettim, itiraf ederim; sakın sen hata etme. Yırtık üslûba bakıp, o âli hakikatlere karşı dikkatsizlikle hürmetsizlik etme.
- bââsâm Günahlarla, hatalarla. Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içinde Said'den yetmiş dokuz emvat bâ-âsâm âlâma. RNK-Sözler/944
- Bâhem f. Birlikte. Beraber. (Arabçadaki "Maa" mânasına) Yakînim var ki, istikbal semâvâtı, zemin-i AsyaBâhem olur teslim yed-i beyzâ-yı İslâma.
- revân Yürüyen, giden, akan, cari. Akıcı, gidici. mec. Ruh, can. Hemen, derhal. Ab-ı ru-yi Habib-i Ekrem için, Kerbela da revan olan dem için,
- 1-Bârika (C.: Bevârık) 2-Bârika (C: Berâik) 1-Parıltı. Parıldayan. Şimşek, yıldırım, yıldırım parıltısı. 2-Üzerine biraz yağ dökülmüş olan süt. Bu Furkan-ı Celîlüşşan, o tevhide nâtık burhan, bütün âyât sadık lisan, şuâât barika-i iman, beraber der ki:
- meşrık-ı Nur maşrık-ı Nur Nurun kaynağı. Nûrun doğduğu, geldiği yer. Şu âlem halka-i zikri içinde okuyor aşri, şu Kur’ân maşrık-ı nuru.
- Muvahhid (a.s. vahdet'den ç. muvahhidîn.) Allah'ın birliğine inanan. Tevhid eden. Birleştirici olan. Şu kâinat tamamıyla bir burhan-ı muazzamdır. Lisan-ı gayb, şehadetle müsebbihtir, muvahhiddir. Evet tevhid-i Rahmân’la, büyük bir sesle zâkirdir ki:
- mühefhef Nârin. İnce. Nâzik. Evet, altında nesc olmuş mühefhef mantık ve burhan, sağında aklı istintak, mürefref her taraf, ezhan “Sadakte” der ki, لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ
- 1-Vera 2-Ver'a 3-Vera 4-Vera' 1-Öte. Başka taraf. Arka, geri. 2- Korkaklık, havf. 3- Halk. Mahluk. Arzı örten mahlukat. Yaratılmış olanlar. Torun. 4-Takvânın ileri derecesi. Bilmediği ve şüphe ettiğini öğrenip iyiye ve doğruya göre hareket edip bütün günahlardan çekinme hâleti. Emâm olan verâsında ona mesned semâvîdir ki vahy-i mahz-ı Rabbânî. Bu şeş cihet ziyadardır, burûcunda tecellîdar ki, لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ
- şahik Yüce, büyük dağ. Yüksek yapı veya ağaç. Hem şârık ki sur sûreler şâhık, her kelime bir melek-i nâtık ki,لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ
- şüphe-i târık Şüpheli yol. Evet, vesvese-i sârık, bâvehim şüphe-i târık, ne haddi var ki o mârık girebilsin bu bârık kasra.
- 1-Barik 2-Barîk 1-Şimşek. Işık. Şimşekli bulut. Yıldırım parıltısı. 2-İnce. Nârin. Dakik. Evet, vesvese-i sârık, bâvehim şüphe-i târık, ne haddi var ki o mârık girebilsin bu bârık(barık) kasra.
- emam Bir şeyin ön tarafı. Yemîn olan şimalinde eder vicdanı istişhad. Emâmında hüsn-ü hayırdır, hedefinde saadettir.
- istişhad Birisinin şâhidliğini istemek. Şâhid göstermek. Delil olarak ileri sürmek. Şehid olmak. Yemîn olan şimalinde eder vicdanı istişhad.
- Marık Dinsiz, mürted, hak dinden çıkan. Evet, vesvese-i sârık, bâvehim şüphe-i târık, ne haddi var ki o mârık girebilsin bu bârık kasra.
- Mürefref İnce, nazik kumaştan yapılmış. Dalları sallanan nâzik lâtif ağaç. Sürü sürü, grup grup. Yeşil elbise. Evet, altında nesc olmuş mühefhef mantık ve burhan, sağında aklı istintak, mürefref her taraf, ezhan “Sadakte” der ki, لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُو
- vesvese-i sârık Hırsızın vesvesesi, hırsızın korku, kuruntu ve şüphesi. Evet, vesvese-i sârık, bâvehim şüphe-i târık, ne haddi var ki o mârık girebilsin bu bârık kasra.
-