Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)

In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten

--------------------

Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.

Lektion lernen

  • huffâş (a.i. ç. hafâfiş.) Yarasa, gece kuşu           Zaten zulmetli kafaları, huffaş misillü, bu nurları görmeye tahammül edemezler.    
  • mükrim İkram eden. Ağırlayan. Lütf eden. Misafirsever.       Kerîm olan zât, başka mükrimlere tefevvuk cihetiyle aldığı lezzet-i nisbiyeden bin defa daha hoş bir lezzeti, ikram ettiği adamların telezzüzleriyle, ferahlarıyla alır.
  • âli-cenab f. İyilik sahibi, yüksek ahlâklı. Cömerd. Büyük zat.     Meselâ, nasıl ki sehâvetli, âlicenap, müşfik bir zât, güzel bir ziyafeti, gayet fakir ve aç ve muhtaç olanlara vermek için, seyahat eden güzel bir gemisine serer.  
  • Mennan İhsanı bol, çok çok nîmet veren Allah.      "El-aman, el-aman! Ya Hannân! Yâ Mennân! Beni günahlarımın hacâletinden kurtar!"     
  • hannân Çok acıyan, çok acıyıcı. Çok merhametli olan, Allah. Rahmetlerin en lâtif cilvesini gösteren, Rahman ve Rahîm olan ve çok merhametli olan Allah (C.C.)      
  • hannân-ı mennân Merhamet ve ihsanı bol olan, Allah. rahmetlerin en hoş cilvesini kullarına bağışlayan ve sonsuz minnete lâyık olduğunu gösterecek şekilde kullarını nimetlendiren Allah      
  • Vedûd Çok şefkatli, kendisine çok sevgi gösterilen ve mahlûkatını seven Çok muhabbetli, çok şefkatli. Çok şefkatli olan ve çok sevgi beslenen, seven ve sevilen Allah (c.c.).       İşte bundandır ki, Vedûd ismine mazhar olan muhakkıkîn-i evliya, “Bütün kâinatın mayası muhabbettir.  
  • ihkak (a.i. hakk'dan.) Mazlumun hakkını zâlimden almak. Hakkı yerine getirmek. Hak ile hasmına galib olmak. Hakkı yerine getirme, hak yerine getirilme, hakkı alma.     Hem meselâ, adaletperver, ihkak-ı hakkı sever ve ondan zevk alır bir hâkim, 
  • künh Bir şeyin aslı, cevheri, mikdarı. Dip. Kök. Özü, nihâyeti, vechi. Vakit, zaman.     Bu meselemizin künhüne vakıf olan herkes, bize olan bu hücumun, doğrudan doğruya dinsizlik hesabına dindarlığa bir taarruz olduğunu anlar.      
  • cîfe (a.i. ç. ciyef. ) Laşe, leş, kokmuş et, ölü hayvan.  Leş gibi kokan. Leşlerle dolu olan dünya.           “Ehâdisinizde dünya tel’in edilmiş1, cîfe ismiyle yad edilmiş    
  • ehlullah Allah adamı, veli, evliyâ, Allah dostu. Allah'a itaat edip, O'nun sevgisi ile O'na yaklaşmış olan Veli. Allah'ın sevgisine mazhar olan Evliya.             Sahabelerin ve sair ehlullahın mergub dünyaları evvelki iki yüzdedir.          
  • TABAKAT-I KÜMMELÎN-İ İNSANİYE İnsanların mükemmelleşme dereceleri.       herbir fen bir isme dayandığı ve onda nihayet bulduğu gibi, bütün fünun ve kemâlât-ı beşeriye ve tabakat-ı kümmelîn-i insaniyenin hakikatleri esmâ-i İlâhiyeye istinad eder.        
  • Cins-i Latif Lâtif ve hoş cins, nev. İnsanlar nev'inde kadın. Lâtif ve hoş cins. (kadınlar hakkında kullanılan bir tabirdir.)         gayet güzel bir çiçekle ve insan cins-i lâtifinden gayet güzel bir hasnânın suret ve heykelini yapmak istese    
  • teveddüd (a.i. vüdd'den.) Tedricen kendini sevdirmek. Dostluk etmek. Cenab-ı Hakk'ın çeşitli ve lezzetli nimetler vererek insanlara kendisini sevdirmesi. Sevgi gösterme, dostluk etme, sevişme.     Şimdi, bu mânâ-yı kerem ve lütfu çalıştıran ve tahrik eden, teveddüd ve taarrüf mânâlarıdır. Yani, kendini hüneriyle tanıttırmak ve halka kendini sevdirmek mânâları arkada hükmediyor.    
  • mütecessid Cesed şekline giren, tecessüd eden, vücud bulan.         Evet, o iki mânâ, onda o derece hükmeder ki, adeta o çiçek bir lütf-u mücessem, o heykel bir kerem-i mütecessiddir.    
  • munazzım (a.s. nazm'dan.) Sıralayıp dizen, tanzim eden, düzenleyen, düzen veren. Nazm yazan. Vezinli, kâfiyeli, tertibli yazan. herşeyi en güzel bir şekilde düzenleyen Allah       Onun ile, bunlara Mukaddir, Munazzım, Musavvir isimlerini okutturuyor.  
  • yed-i beyza Beyaz, parlak el. Musa Aleyhisselâm'ın mu'cize olarak gösterdiği beyaz ve parlak eli. Bu tabir mecaz olarak keramet ve hârikulâde haller ve meziyetler hakkında kullanılır.       Sonra, san’atın yed-i beyzâsıyla, inâyetin fırçasıyla, o suretin—eğer birtek insan ve birtek çiçek ise—göz, kulak, 
  • ma'rûf (a.s. irfan'dan.) Bütün mahlûkát tarafından bilinip tanınan Allah. Bilinen, tanınmış. Belli, meşhur. Şeriatın makbul kıldığı veya emrettiği. Adl, ihsan, cud, tatlı dil, iyi muamele. (Bak: Emr-i bi-l ma'ruf)     Lâtif, Kerîm isimlerinin arkalarında Vedûd ve Mâruf isimlerini okutuyor ve masnuun lisan-ı hâlinden işitiliyor.   
  • mülzem Susturulmuş, ilzam ve iskât olunmuş, sükuta mecbur olmuş. Lüzumlu görülmüş.           EHL-İ DALÂLETİN vekili, tutunacak ve dalâletini ona bina edecek hiçbir şey bulamadığı ve mülzem kaldığı zaman şöyle diyor ki:           
  • Tehacüm Hücum etme; üşüşme, hızlıca toplanma, saldırı.           Hayatına muzır mikroptan tut, tâ zelzeleye kadar binler taife düşmanları, hayatına karşı tehacüm vaziyetinde görür.     
  • Kaht Kıtlık. Kuraklık. Kuraklıktan dolayı mahsulün yetişmemesi.       Dünyanın zelzelesi, tâunu, tufanı, kaht u galâsı, fenâ ve zevâli, ona gayet müz’iç ve karanlıklı birer musibet suretinde onu tâzip eder.        
  • Kaht Ü Galâ Yokluk. Kıtlık. Fakirlik. Pahalılık. Dünyanın zelzelesi, tâunu, tufanı, kaht u galâsı, fenâ ve zevâli, ona gayet müz'iç ve karanlıklı birer musibet suretinde onu tâzip eder. RNK-Sözler/862
  • Bilistihkak Lâyıkıyla, liyakatı olarak. Hakkıyla. Haklı olarak.       ve dünyaya gayr-ı meşru bir surette sarf ettiğinizden, bil’istihkak cezasını çekiyorsunuz.    
  • Mülakat Kavuşma. Buluşma. Birleşme. Resmi görüşme. Yüz yüze olma.         Hem mevt ve eceli, âlem-i berzaha giden ve âlem-i bekâda olan ahbaplara visal ve mülâkat mukaddimesi olarak gösterir.  
  • şerûr Çok şerli, kötü, zararlı.           Sendeki nihayetsiz muhabbet kabiliyetini, çirkin ve noksan ve şerûr ve sana muzır olan nefs-i emmârene verme.
  • 1-Mefhum (a.s. fehm'den. ç. mefâhîm.) 2-Mefhum 1-Anlaşılan. Mânâ. İfade. Sözden çıkarılan mânâ. 2-Kömürleşmiş olan.         Şu âyet, mefhum-u muvafık ile şöyle ferman ediyor           
  • Ukuk Anaya babaya itaatsizlik ve hürmetsizlik etmek. Zorbalık, tanımamak, âsi olmak.         Kur’ân’ın nazarında valideynin hukukları ne kadar ehemmiyetli ve ukukları ne derece çirkin olduğunu gösterir.       
  • 1-ÂBÂ (Eb. C.) 2-ÂBÂ 3-ÂBA 4-ABA 1-Babalar, pederler.    Mc : Mürşidler, ileri gelenler. 2-Söz alma. 3-Kule. 4-Kaba, ahmak kişi. 5-Ekseriyetle yünden yapılmış, bol giyimli bir libas, elbise.    (Peygamber Efendimiz de (A.S.M.) bu libası giyerlerdi.)     sen sevdiğin ve şefkat ettiğin bütün mü’min âbâ ve ecdadını ve akraba ve ahbabını dünyada nimetlerin envâıyla ve   
  • teslîs (a.i. süls'ten.) Üçleme, üçe çıkarma. Hristiyanlıktaki Allah'ın üç olduğu şeklindeki inanç; Hristiyanların Allah'ın baba, oğul ve mukaddes ruh olmak üzere üç varlıktan mürekkep olduğuna inanmaları.       Ehl-i teslisin İsâ Aleyhisselâma ve Râfızîlerin Hazret-i Ali Radıyallahu Anha muhabbetleri faidesiz kaldığı gibi.
  • Rafızî (Râfiziyye) Bırakan; kurallardan ve nizamdan ayrılan; Şiî gruplarından olup Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer`i kabul etmeyen, hak mezhepten ayrılmış, namazsız, îtikadı bozuk kimse.         Ehl-i teslisin İsâ Aleyhisselâma ve Râfızîlerin Hazret-i Ali Radıyallahu Anha muhabbetleri faidesiz kaldığı gibi. 
  • Muaşeret Birlikte yaşanılanlar. Sünnet dâiresinde insanlarla iyi münâsebet.         Yoksa, hüsn-ü surete muhabbet nefsânî olsa, o muhabbet çabuk bozulur, hüsn-ü muaşereti de bozar.   
  • tûl Boy, uzunluk. Uzun müddet, uzun ömür; zaman çokluğu. Çokluk, bolluk. coğ. Boylam.     En âli bir hisle, en merdâne bir himmetle onların tûl-ü ömrünü ciddî arzu edip bekàlarına dua etmek, tâ “Onların yüzünden daha ziyade sevap kazanayım”  
  • Mazarrat Zararlar. Ziyanlar.             Kur’ân’ın gösterdiği yolda olmazsa, yüzden bir mazarratına işaret ettik.    
  • mubsırât (Mubsır. C.) Görünenler, görünen âlem.           Meselâ, göz, suretlerdeki güzelliklerini ve âlem-i mubsaratta güzel mu’cizât-ı kudretin envâını temâşâ eder. 
  • şamm(e) (şemm. den) Koklayan, koku alan. Koklama duygusu. Burun.         Meselâ, kuvve-i şâmme, kokular taifesindeki letâif-i rahmeti hisseder.  
  • ezvâk (a.i. zevk'ın ç.)  Zevkler, tatlar, neşeler, lezzetler, hazzlar.           Meselâ, dildeki kuvve-i zâika, bütün mat’ûmâtın ezvâkını anlamakla, gayet mütenevvi bir şükr-ü mânevî ile vazife görür.
  • nâşize İnatçı, kontrol altına girmez. İtaatsizlikte direnen kadın.  Kocasına karşı üstünlük taslayan kadın. Kabarmış, şişmiş.     Erkekler hevâ ve hevesle kadınlaştıkça, kadınlar da nâşizelikle erkekleştiler.
  • kabl Önce. Evvel. İleride. Evvelki.           İşte, kablel bülûğ evlâdı vefat edenlere müjde!     
  • istifâza (a.i. feyz'den.) Feyz alma, feyz bulma, feyizlenme.           gayet ulvî ve onlara lâyık makam ve füyuzattan o muhabbet vasıtasıyla istifaza etmektir.  
  • Teemmel f. Düşün, dikkat et, incele (mânasına emirdir). Hattâ İmâm-ı Rabbânî Radıyallâhü Anh demiş ki: "Letâif-i Cennet, cilve-i esmânın temessülâtıdır." Teemmel!  Sekizinci İşaret            
  • Ekulü Kemâ Kâle Onun söylediği gibi söylerim (meâlinde.)             O dergâhını ona açtığın gibi, rahmetinle bana da aç. Ekulü kemâ kale:
  • asgar (a.s. sağîr'den.) En küçük. Daha küçük.             âlem-i asgar ve ekber olan insan ve kâinatın vech-i delâletlerini, mücmel ve kısa bir surette beyanlarını isteriz.      
  • hulasa Bir şeyin, bir bahsin özü. Kısaca esası. Bir maddenin karakterini veren keskin özü. Hesap bilançosu. zf. Kısaca, sözün kısası.       İşte şu âyetin hülâsatü’l-hülâsası şudur ki:
  • vücûb Vacib ve lüzumlu olma, varlığı gerekli olma, gerekme. Bırakılması mümkün olmama. Lâyık olma. Zarûri olma, olmaması imkânsız olma, vâcip ve lâzım olmak; sabit olmak, vazgeçilmesi mümkün olmamak.           Şu âyet, vücub ve vahdeti gösterdiği gibi, bir İsm-i Âzamı gösteren gayet büyük bir penceredir.
  • vücud Varlık. Var olmak. Bulunmak. Cesed, cisim, ten, gövde.         bir Kadîr-i Zülcelâlin vücud ve vahdetini ve kemâl‑i rububiyetini gösterir.         
  • hey'et (a.i. ç. hey'ât.) Şekil, suret. Görünüş. Kılık, kıyafet. Hal, durum, keyfiyet. Bir topluluğu meydana getiren kişilerin bütünü, komite. Gök ve yıldız ilmi, astronomi.     öyle de, koca bir ağacın heyet-i umumiyesiyle gayet muntazam bir vazife-i fıtriyesi ve ubûdiyeti vardır. 
  • ferden ferdâ Fert fert, tek tek, teker teker.           herbiri ferden ferdâ yine o Sâni-i Hakîmin vücub-u vücuduna şehadet ve vahdetine işaret eder;  
  • 1-teslîh 2-teslîh 1-(a.i. silâh'tan.) Silâhlandırma, silâh ile donatma. 2- (a.i. selh'den.) Derisini yüzme.         türlü türlü cihazatla kemâl-i intizamla teslih etmek, türlü türlü hizmetlerde kemâl-i hikmetle göndermek,  
  • inâbe İşlenilen günahlara tevbe edip doğru yola, Hakk'a yönelme. tas. Bir mürşide başvurarak tarikate girme, birinden el almak suretiyle şeyhe bağlanma, gönül verme. ve bütün münîblerin ciddi taleb ve inâbeleri, yine Mâruf, Mezkûr, Meşkûr, Mahmûd, Vâhid, Mahbub, Mergub, Maksud olan o Ma’bud-u Ezelînin vücûb-u vücudunu ve kemâl-i rubûbiyetini ve vahdetini gösterdiği gibi; 
  • müteavin (Avn. dan) Yardımlaşan. Birbirine yardım eden           Veyahut sultanın etrafına halka tutmuş olan asakir-i müteavinenin nazarıyla bakınız.