Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)

In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten

--------------------

Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.

Lektion lernen

  • SİKKE Damga. Nereye ve kime ait olduğunun bilinmesi için konulan işaret, mühür. Umumi damga. Dirhem. Para üstüne vurulan damga. Düz, doğru yol. Mevlevilerin keçe külâhlarının ismi. Basılmış madeni para.
  • tecemmu' (a.i. cem'den. ç. tecemmu'ât.) Toplanma, birikme, yığılma.  o kâsid kizbi terk edip ve râicsıdk ile tecemmül ederek adaletlerini âleme kabul ettirmişlerdir 
  • ihyâ Diriltmek. Yeniden hayata kavuşturmak. Canlandırmak. Şenlendirmek. Uyandırmak. Gece de uyumayıp çalışmak veya ibâdetle vakit geçirmek.(İnsan der: "Çürümüş kemikleri kim diriltecek?" Sen, de: "Kim onları bidayeten inşâ edip hayat vermiş ise o diriltecek."
  • ÂSÂN Kolay. Suhuletli. Yesir. Bükülmüş ipin her katı.       eğer Her şey birinin olsa, o zaman bütün eşya bir şey kadar âsân ve kolay olur.   
  • bilmüşahede Bizzat şâhit olarak, görerek, görür şekilde, görme derecesinde.             Bilmüşâhede görüyoruz ki, bütün eşya, hususan zîhayat olanların pekçok muhtelif hâcâtı ve pekçok mütenevvi’ metâlibi vardır.  
  • ibdâ Yoktan eşsiz ve benzersiz yaratma.             ve bir baharın ibdâı ve idaresi, bir çiçek kadar âsân; ve hadsiz efradı bulunan bir nevin terbiyesi ve tedbiri, bir fert kadar müşkülâtsız olur.
  • icmâlen Kısaca, özet olarak.               Şu hakikatin beş hüccetine icmâlen işaret ederiz. 
  • SUHULET Kolaylik.         (Bir baharı bir çiçek kadar suhûletle icad eder.)  
  • SUÛBET Güçlük, zorluk.       Eğer müteaddit esbaba ve tabiata isnad edilse, birtek sinek semâvat kadar, bir çiçek bir bahar kadar, bir meyve bir bahçe kadar müşkülâtlı ve suubetli olur.        
  • VÜCÛB Zarûri olma, olmaması imkânsız olma, vâcip ve lâzım olmak; sabit olmak, vazgeçilmesi mümkün olmamak. Sukut ve vuku. Sübut ve temekkün cihetiyle lâzım olmak. Bırakılması mümkün olmamak. Güneşin batması. Muztarib olmak.
  • BİLBEDÂHE Açıklıkla, açıktan, meydanda olarak, besbelli, ap açık bir şekilde.         bilbedâhe kalbe gösterir, aklın gözüne sokuyor. Mâdem şu âlemde bir hakikat vardır; bilbedâhe hakiki rahmet vardır.
  • mebzûl (a.s. bezl'den.) Bol, çok. Gür. Ucuz.       Mimsiz medeniyet, taife-i nisâyı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metâı yapmış. Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verse idik, bir tek narı yiyemezdik.  
  • muannid İnatçı. Bir noktada inad edip duran. Kimseye uymayan. Dediğini yapmak isteyen, dediği dedik.         Ve en muannid bir hasmı dahi ilzam eder.   
  • MÜNKİR (Nekr. den) İnkâr eden, kabul etmiyen, hakikatı tasdik etmiyen, dinsiz.           Ey münkir! Bilir misin ki, küfür ve inkârın ile ne kadar ahmakça bir cinâyet işliyorsun ki, kendi yalancı vehmini, hezeyancı aklını,  
  • SEHÂVET El açıklığı, cömertlik.         Sonra görüyor ki, bir Ganî-i Mutlak, bir sehâvet-i mutlak içinde, nihayetsiz servetini, hazînelerini gösteriyor.  
  • ZÂHİR Görünen, açık, dış yüz.             Elhâsıl, dünyada bundan daha doğru bir haber, daha sağlam bir dâvâ, daha zâhir bir hakikat olamaz.
  • 1-teshil 2-teshil 1-Kolaylaştırma, kolay hale getirme.  2-Öksürtme   Hem, beşerin uzun ve fırtınalı ve dağdağalı olan ebed tarafındaki yolculuğunu gayet derecede teshîl eder ve kolaylaştırır; Yolumuzda teshilât içindir ki, kaderden bir emirnâme vermiş sahifede cephemiz.
  • menâbî(a.i. menba'ın ç.) Kaynaklar. Pınarlar. Nebeân eden yerler. * Her şeyin zâhir olduğu yerler. * Servetlerin çıktığı yerler.     Hayat-ı beşerin direği dahi, menabi-i hayat olan mâ ve türab ve havanın istifadeye lâyık suretiyle muhafazalarıdır. 
  • tahşid Yığma. Toplama. Biriktirme. Yığınak.       Elbette hadsiz tahşidata ihtiyacı vardır ki, o hadsiz düşmanlara karşı dayanıp ehl-i imanın imanını muhafazasına Kur’ân nuruyla vesile olsun.            
  • 1-TESHÎR 2-TESHİR 1-Zaptetme, hâkim olma, zorla ele geçirme.    İtaat ettirme.    Hakir ve zelil etmek. 2-Büyüleme, sihir yapma, aldatma.    Yemek ve içmeğe muhtaç etme.     Dördüncü cihet ve sebep: Büyük Deccalın, ispritizma nevinden teshir edici hassaları bulunur. İslâm Deccalının dahi, bir gözünde teshir edici manyetizma bulunur. Hattâ, rivayetlerde "Deccalın bir gözü kördür" 
  • müşir Mareşal. General.           Evet, büyük bir padişahın onun kanununu ve evâmirini hâmil küçük bir neferi, küçük bir şâhın büyük bir müşirinden daha büyük işler görebilir.    
  • TEHCİR Yerinden, yurdundan çıkarma. Sürgün etme. Hicret ettirme. Sürme. Öğle vakti bir yere gitme.       o tek nefer, düşman olan bir müşiri esir ve bir şehri tehcir ve bir kaleyi teshir edebilir. Ve eseri harika ve kıymettar olur. 
  • muzahrafat  süprüntüler, atıklar           Ve o pek büyük fabrikanın büyüklüğü nisbetinde muzahrafatı ve enkazından kalma kirli maddeleri, süprüntüleri bulunmuyor. Belki büyüklüğü nispetinde temizliğine ve nezafetine dikkat ediliyor.
  • Siracû’s-Sürc  Lambaların Lambası; Risale-i Nur
  • haliçe Küçük halı. Kilim. Seccâde. (Kaliçe de yazılır.) Ince dokunmus küçük hali.       "Hiç mümkün müdür ki, bir haliçenin her tarafına yayılan bir atkı ipini san’atkârâne yerleştiren, haliçenin ustasından başkası olsun?  
  • tecezzî  bölünme, parçalanma             İman, altı rüknünden çıkan öyle bir vahdânî hakikattir ki, tefrik kabul etmez. Ve öyle bir küllîdir ki, tecezzî kaldırmaz.  
  • nesc dokuma, örme       nefsülemirde örümceğin nescinden zayıf ise de, zahire göre daha muhkem görünüyor.
  • varidat (Vâride. C.) Kâr, gelir. Vârid olan. Bir kimseye veya hazineye ait gelir ve paralar. Hatıra gelen, içe doğan.
  • tanzimat Tanzimler, nizam vermeler, düzenlemeler. Düzeltme, ıslah etme, ıslahat. Nizam verme ve nizama koymalar. Sultan Abdulmecid zamanında, 1839'da ilan edilen ferman ile başlayan döneme verilen ad  
  • ecmel (Cemil. den) Çok güzel, en yakışıklı. Daha güzel.       hükmünce, şu bütün kâinatta gündüz gibi görünen bu intizam-ı ekmeli, bu insicâm-ı ecmeli kör olup görmüyorlar. 
  • nezâfet Temizlik, pâklık, taharet.
  • huveyn Gözle görülemeyecek kadar küçük olan hayvancık, mikrop. Hayvancık. Çok küçük canlı.     Yuvarlak bir huveyne, küre kadar büyüse, o da böyle olması pek karîb bir ihtimâl.    
  • 1-İZHÂR 2-İZHAR 1-Açığa vurma. Meydana çıkarma.    Göstermek. Zâhir ve âşikâre ettirmek.    Yalandan gösteriş.    Tecvidde, iki harfin arasını birbirinden ayırıp açarak ihfâsız, idgamsız              olarak okumaya denir. Bu sıfatın harfleri Huruf-ı halk denilen harflerdir. 2-Toplayıp biriktirme.     bazı himayetkârâne vaziyeti göstermelerinin hikmetini şimdi izhar ediyorum ki 
  • kubh Günah ve çirkin hareket. Kabahat. Suç.       Hüsündeki derecat, kubhun tedahüliyledir.
  • tedâhül İç içe olmak. Birbirine dahil olmak. Birbiri içine girmek. Yığılıp kalmak. Birikmek. Karışmak. Bir taksidi ödemeden ötekinin gelmesi. Ödemede gecikmek. Yoksa, başka şeyin kesret-i tevaggulünden senin hayaline tedahül eden bazı ihtimalât,
  • teâvün Yardımlaşmak. Birbirine muâvenet etmek.         Hayatta, düstur-u cidâl yerine düstur-u teâvün’ü esas tutar.          
  • eslihâ Silâhlar. Muharebe ve cenk âlet ve edevâtı.
  • DARB-I MESEL Atasözü.
  • FEZLEKE Özet, hülâsa, netice, icmâl; hesap listesindeki netice. huk. Mahkemelerde soruşturma evrakının altına yazılan özet. Öz halde teftiş raporu. ed. Kısaltılmış eser. tar. Divanın toplanmasından önce sadrazama sunulmak üzere hazırlanan şikâyet ve istek listesi.   Evvela, bu cümle münafıkları ve yolcuları istila eden dehşetin hakikat olduğuna bir fezleke ve bir hülasadır.        
  • hâdim (a.s. hidmet'den ç. hadem, hademe, huddâm.) Hademe, hizmetçi, hizmet eden, işe yarayan. Hadım, haremağası. İmân ve İslâmiye'te ve millete faydalı olmağa çalışan. Yıkıcı olan, yıkan, tahrib eden.     Nur Talebeleri gibi İslâmiyet hâdimleri yetiştirsin, böyle muazzez Müslümanlar meydana getirsin.  
  • iptida Baş taraf. Evvel. Başlangıç. En önce, başta.
  • iptidâî Eski, ilkel, basit. İlk ile ilgili, ilke mensub, ilk derece, baş. İşlenmemiş, ham. İlk mektep, ilkokul, sıbyan mektebi. İptidaî derslerde izah az olur. RNK-Asâ-yı Mûsâ/55
  • mebde (a.i. ç. mebâdî.) Evvel, baş, başlama, başlangıç. İlk unsur, prensip. Kaynak, esas. Temel bilgi.   "Ey insan evlâtları! Nereden geliyorsunuz? Kimin emriyle, ne edeceksiniz? Nereye gideceksiniz? Mebdeiniz nereden? Ve müntehanız nereyedir?"   Ubûdiyet ise, onun yüzünü fenâdan bekàya, halktan Hakka, kesretten vahdete, müntehâdan mebde’ye çeviren bir hayt-ı vuslat, yahut mebde’ ve müntehâ ortasında bir nokta-i ittisâldir.  
  • MUSANNA Sanatlı bir şekilde yapılan. Sonradan yapılmış. Sanatla ve düzgün yapılmış olan. Sanatkârane yapılmış olan. Usta elinden çıkmış olan. * Uydurulmuş, yapmacık.   şimendifer Hâşiye gaibden gelir gibi, kıymettar, musannâ mallarla dolu gelir.
  • ENSÂL (Nesl. C.) Nesiller. Soylar. Zürriyetler. Sülâleler.     İnşaallah, daha hiçbir şey onu koparamayacak; ensal-i atiyede devam edecek, gidecek.
  • 1-HÂTEM 2-HATEM 3-HATEM 1-Mühür, tescil. Mühürlü yüzük. En son. 2-Çok cömert ve eli açık adam. 3-Kırılmış olan şey.    Hayvanın çok yaşamaktan dolayı zayıf olması.         Onun iki omuzu arasında hâtem gibi bir nişan var. 
  • NESL-İ ÂTİ Gelecek nesil. (bir kiyamet çabuk kopmazsa insaallah nesl-i ati görecek.)
  • mecmû Tamamı, hepsi, bütünü, toplamı. Kur'ân-ı Hakîmin mecmu-u hurufatına nisbet edilse ve on defa muzaaf olması nazara alınsa, şöyle bir netice çıkar ki:  RNK-Sözler/465
  • TEVZÎ (a.i. vez'den. ç. tevzî'ât.) Dağıtma, dağıtılma, paylara ayırma. Herkese payını verme, üleştirme.       Hakikat ise, müsbet şeyler, haseneler, iyilikler cemaate, orduya tevzi edilir ve menfîler ve tahribat ve kusurlar başa verilir.   
  • 1-BÂTIN 2-BATİN 1-İç, içyüz, iç kısım.    Görünmeyen taraf, sır.    İç mâna, açık ve görünür mananın içindeki asıl mâna, yalnız kabiliyeti              olanların anlayabildiği hakikat.    ö.i. Allah'ın güzel isimlerindendir.    İnsanın kendisinden daha yakın, kendisinden daha gizli, sığınacak                  kimsenin O'ndan başka sığınak bulamadığı Allah (c.c.). 2-Uzak yer.     Şişman.