Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)
In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten
--------------------
Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.
- inkılâb(a.i. kalb'den. ç. inkilâbât.) Bir halden diğer hale geçme, hal değiştirme, değişim, dönüşüm. Altüst olma, tersine dönme. Devrim. ast. Gündönümü. Fakat hakikate inkılâbıyla kesif olup, hakikat-i asliyeyi münkesif eder. RNK-Muhâkemat/36
- mel’abegâh Oyun yeri, sahası. Dünya "Yüzer sene envar-ı şeriatın mazharı olmuş olan o daire, şimdi büyük kızların lisesi ve mel’abegâhıdır."
- MUATTAL Tatil edilmiş. Kullanılmaz olmuş. Battal edilmiş. Terkedilmiş. İşsiz. Tenbel. Orada kalan kitaplar, lüzumu varsa, muattal kalmamak şartıyla kalabilirler. Büyük mecmua elinde bulunan, muattal bırakmamak ve okutmak ve mümkünse hapishaneyi teşrik etmek şartıyla onun elinde kalsın.
- mutî' (a.s. tâat'dan.) İtaat eden, boyun eğen. Bağlı, tâbi, başka birinin hükmü altında olan. Rahat. Semâvâtta hüşyar nöbettarlar, mutî sekeneler var.
- SEYYİ' Kötü, fena. Dünyaperestlik esâsâtı olan ahlâk-ı seyyieden tecerrüd et, fânî ol.
- DÂR Yer, mekân, yurt, konak.
- MEZRAA Tarla. Ekilip mahsul alınan mülk, yer. ("Hem bir mezraadır. Ek ve mahsülünü al, muhâfaza et; müzahrafâtını at, ehemmiyet verme.)
- SERMEDÎ Ebedî, sürekli.
- MASNÛ (a.s. sun'dan. ç. masnû'ât.) San'atla yapılmış, san'at değeri yüksek. Sahte, düzme, uydurma, yapma. Sonradan uydurma. tic. İstisna akdine konu olan şey. Hem, masnu’daki güzelliği ve nakıştaki hüsnü masnua ve nakşa mal edip, Sâni’ ve Nakkaşın mücerred ve mukaddes cemâlinin cilvesine nispet etmeyerek, "Ne güzel yapılmış" yerine, "Ne güzeldir" der; perestişe lâyık bir sanem hükmüne getirir.
- MEFTUN Aşık, aşırı bir sevgiyle bağlanmış, tutkun. Fitne ve belâya tutulmuş olan. Mecnun. Cünun. Fitne. Muhatabım Ziyâ Paşa değil, Avrupa meftunlarıdır.
- HENGÂM Zaman, an, devir, çağ, sıra, vakit, mevsim. Öyle ise mevt hengâmında bütün bütün çıplak olmaz, yuvasından çıkar, beden-i misâlîsini giyer.
- elvâh Herşeyin kaderinin muhâfaza edildiği mânevî levhalar. Levhalar. Tablolar. Küre-i arzın bütün mânevî mahsulâtı, şimdilik perde-i gayb altında olan o meydanın defterlerine ve elvahlarına gönderiliyor;
- ÂLEM-İ ŞEHÂDET Şehâdet âlemi, gözle görülen âlem, dünya, kâinât.
- MANZUM Ölçülü, mizanlı, tertibli. Vezni ve kafiyesi olan söz. Edebi ölçüsü olan sözler. (Kaside ve şiirler gibi). Dizilmiş, sıralanmış, düzenlenmiş.
- menfur Nefret edilen. Kendisinden nefret edilen, sevilmeyen. İğrenç. Mebguz. Ef’âl-i hususiye-i nâmeşrua, san’attaki meharet ve hazakate münafi değildir ve san’atı menfur etmez.
- mevhum Aslı olmayıp evham mahsulü olan. Vehim. Olmadığı halde var sanılan, kuruntu edilen. Makam-ı iddianın, Üstadım Bediüzzaman’ın mevhum suçuna beni iştirak ettirmesine karşı kısaca derim ki: Bundan murad, temsilin hasiyeti olan akli birşeyi hissi birşeyle ve aslı olmayan mevhum birşeyi muhakkak ve mevcut olan birşeyle ve gaip olan bir şeyi, hazır birşeyle tasvir etmektir.
-
- MUHÂL İmkânsız, vukuu mümkün olmayan. Bâtıl, boş söz. Hurâfe olan nazariye. Bu ise bin defa muhâl içinde muhâl bir hurâfedir.
- firâk Ayrılık. Ayrılmak. Hicran. Geçmişten çıkan teessüfler, elîm firaklar ve gelecekten gelen korkular ve endişeler, senin cüz'î lezzetini hiçe indirir. RNK-Asâ-yı Mûsâ/30
- lehviyât Kadınlı erkekli haram eğlenceler, oyunlar; nefsânî gayr-ı meşrû eğlenceler. Eğlenceler, oyunlar, faydasız işler. Nefsi azdıran oyun ve eğlenceler. Kur’ân’ın şevki ise, ruh düşer heyecana, şevk-i maâlî verir. İşte bu sırra binâen, şeriat-ı Ahmediye (a.s.m.) lehviyâtı istemez.
- mahfî Gizli. İtaat etse sevap görür; etmezse azap görmez. Çünkü mahfî kaldığı için hüccet olamaz.
- sukût Düşme, düşüş, aşağı inme. Değerini kaybetme. Bozulma. Sarkma, dökülme. Büyük bir makam ve vazifeden ayrılmış olma. Çocuğun vakitsiz, sakat ya da ölü olarak doğması. Yaprak dökümü. Devrilme. Mahvolma. Ahlâk bakımından alçalma. Madem bu derece akıldan, insaniyetten sukut etmişler. RNK-Sözler/518
- el’iyâzû billah “Allah korusun” Eğer şirk ve küfre düşse -el’iyâzû billah!
- intibâh Uyanıklık, göz açıklığı, gâfil olmama. Hassasiyet. Agâh ve münebbih olmak. Hakikatı ve hakkı anlayıp yanlıştan, fenadan dönmek. Sinir ve duyularda uyanma, harekete gelme. Bir durum veya olaydan ders alma, ibret alma. Müslümanları, beşeri uyandırsın, intibah versin, gafletten kurtarsın, sırât-ı müstakîm olan Kur’ân yolunu göstersin.
- TUĞYAN Azma, azgınlık. Zulüm, haksızlık ve küfürde ileri gitme. Şaşkınlık, çoşkunluk, taşma, coşma. Hiddetlenme. Resmî devlet kuvvetlerine karşı durmak. Su baskını. Hazret-i Mevlânâ'nın üfürdüğü neyden tuğyan(çıkan taşan) ve feyezan eden, Allahım! Beni ve arkadaşlarımı, nefis ve şeytanın şerrinden, ehl-i dalalet ve tuğyanın şerrinden muhafaza eyle. Amin, amin, amin.
- istimdat Medet dileme, imdat isteme, yardıma çağırma. Aman dileme, merhamet ve yardımına sığınma. Acaba Risale-i Nur’u Kur’an kabul eder mi? Ona ne nazarla bakıyor?" denildi. O acîb sual karşısında bulundum. Ben de Kur’an’dan istimdat eyledim.
- MUKADDİME Önsöz, başlangıç, evvel gelen, öne geçen. İşte bu Dokuzuncu Şuâ, mezkûr âyâtıyla işaret edilen dokuz âlî Makam ve bir ehemmiyetli Mukaddimeden ibârettir.
- tebdil Değiştirmek. Yenilemek. Tağyir etmek. Bir şeyi başka bir hâle veya şeye değiştirmek. Ve bu seyyal memleketi sermedî bir memlekete tebdil edecektir. RNK-Mesnevî-i Nuriye/69 Beşerin âsâr ve kanunları, beşer gibi ihtiyar oluyor, değişiyor, tebdil ediliyor.
- fevk Üst, üst taraf, yukarı, üzeri.
- HASNÂ İzzetine ve iffetine düşkün kadın. Çok fazlasıyla kendini haramdan saklayan kadın. Namuslu olan kadın, kendini haramdan sakındırmakta itina gösteren kadın. Güzel kadın. Ve Esmâ-i Hüsnânın çok hasnâ ve güzel cilvelerini tazelendirmek için âlem-i gaybdan gelip âlem-i şehadete vazifedârâne bir seyerandır, bir cevelândır.
- CEVELÂN Dolaşma, dolanma, gezinme. Yerinde durmayıp gezme, hareketlilik. o latife daimi seyir ve cevelan etmekte ise de, sahiline vasıl olamaz.
- teceddüd Tâzelenme, yenilenme. Zevâl ve adem yok, teceddüd var.
- infirad Teklik, bir oluş. Yalnızlık. Tek başına kalma. Yalnızlık hâli. hâkimiyetin en esaslı hassası, elbette istiklâl ve infiraddır. Demek intizam vahdeti ve hâkimiyet infiradı iktiza eder.
-
- istiğnâ Allah`tan başka kimsenin minneti altına girmemek, gönül tokluğu. Elindekini kâfi bulmak. Zenginlik istememek. Muhtaç olmayıp zengin olmak. Nazlanmak. Azamet ve tekebbür etmek Senden istiğna mı ediyorl RNK-Sözler/522
- tard Kovma, çıkarma, uzaklaştırma, sürme. Görevden uzaklaştırma. Okuldan uzaklaştırma. Hem şüphesiz tard ve red edilecekler. Çünkü mahiyetçe şeraret ve nuhusetleri vardır. RNK-Sözler/254
- tevehhüm Zannetme, evhamlanma, yok olanı var zannetmekle ümitsizliğe ve korkuya düşme. Demek, o daire haricinde tevehhüm olunan kemâlât, kemâlât değildir.
- inhisar Yalnız birşeye âit kılma; tekelleşme. Bazı şeylerin üretme, pazarlama vb. haklarının bir kuruluş veya şahsa verilmesi, imtiyaz, tekel. Tek başına sahiplik. Bir şahsa, bir topluluğa ait olma. Hasredilme, tahsis olunma. Melâike, insan gibi bir surete inhisar etmez; müşahhas iken, bir küllî hükmündedir. Hazret-i Azrâil Aleyhisselâm, kabz-ı ervâha müekkel olan melâikelerin nâzırıdır.
- istilzam Gerektirmek, lüzumlu kılmak. Eğer şu umum muhtelif hususî tecrübeler nazara alınırsa, görünür ki, nokta-i iştirak yalnız tabiat-ı mâsiyettir ki, cezayı istilzam ediyor.
- mütenahî (a.s. nihâyet'ten.) Sonu belli olan, sınırlı. Nihayete eren, biten, sonu gelen. mat. Sonsuz. Şu altı temsil, hem nâkıs, hem mütenâhî, hem zayıf, hem tesir-i hakikisi yok olan mümkinât kuvvetinde ve
- 1-senâ 1-senâ 1-(a.i. ç. esniye.) Överek bahsetme, övme, övüş, medh. 2-Meyve ve yapraklarının karışmasından meydana gelen, baklagillerden iç sürdürücü bir ot. şimşek parıltısı.
- VECİH Cihet, yön, taraf, cephe, tarz, şekil, sebep.
- MÜBERRÂ Temiz, kusurdan uzak ve arınmış. aczden müberrâ, kusurdan mukaddes,
- NAKİSE Kusur, ayıb, eksiklik, kabahat, noksanlık. * Gıybet. Meselâ, şemsin ziyasından bazı şeylerin mahrum ve hariç kalması, şemse bir nakîse olur.
- müstevli İstilâ eden, zapt eden; işgalci. O zaman alem-i İslam, maddeten fakirdi ve müstevlîlerin esaretinde bulunuyordu.
- iskât Sükût ettirmek. Cevap veremiyecek hâle getirmek. Susturmak. Kandırmak, râzı etmek. tesettürle zâhiri ve bâtınî zilletten ve mânevî bir esâretten kurtarıyor diye gâyet güzel bir cevapla gaddar medeniyeti iskât ediyor.
- intâc Neticelenme. Husule getirme. Sona erdirme. Doğurma, meydana getirme. Çünkü, tek bir adem, hadsiz ademleri intâc eder.
- zahr-ı kalb Hafıza duygusu, ezber gücü. ve bilhassa o meyvelerin cemiyetli çekirdekleri olan kalplerini ve zahr-ı kalb denilen kuvve-i hafızalarını başka kuvvetlere hiçbir cihetle kaptırmaz
- in`am Nimet verme, nimetlendirme, ihsan etme, iyilik yapma. tar. Yeniçerilerin aylıklarına zam yapma. günler ve yılların geçmesiyle inâmı sürüp giden ebedî cemâl-i mücerredin bâkî kalmasının şehâdetiyle sabittir.
- PEREST Tapan, tapınan, taparcasına seven, ibadet eden, aşırı derecede seven. (Âteş-perest: Ateşe tapan. Mey-perest: İçki seven. Hod-perest: Kendini beğenen.)
- temlik Mâlik olma, mal sahibi olma. Ve onun mâliki, aklı varsa, o dallardaki meyveleri başkalara daimî temlik edip boş boşuna malikiyetini bozmaz.
- ictimâ' (a.i. cem'den.) Toplantı. Toplanmak. Toplama. Bir araya gelmek. Kavuşmak. Toplama. Bir araya gelme, bir yere birikme. Yığılma, birikme. ast. İki veya daha fazla yıldızın bir hat üzerinde bulunması hali, kavuşum. Bu içtimâ, âlemin eczâ ve erkânının azametiyle beraber senin elinin içine girip içtimâ etmeleri demektir. RNK-Mesnevî-i Nuriye/189
-