Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)

In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten

--------------------

Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.

Lektion lernen

  • CÜZ`İYÂT Parçaya ait olan şeyler, ufak tefek şeyler.           Külliyâtı, cüz’iyat kadar kolay icad eder.  
  • cüz'iyât-ı ahvâl Hâllerin incelikleri, ayrıntıları. İşte bu üç misale kıyasen, daire-i kesretin müntehâsındaki cüz'iyâtın, cüz'iyât-ı ahvâlinde, tevhid noktasında cemâl-i İlâhînin ve kemâl-i Rabbânînin binler envâı ve yüz bin çeşitleri onlarda temerküz cihetinde görünür, anlaşılır, bilinir, tahakkuku sabit olur. RNK-Şuâlar/28
  • kesret  Çokluk, sıklık, çeşitlilik.           ve gayet derecede israfsızlık içinde son derece çokluk ve kesret ile beraber son derecede hüsn-ü san’at;      
  • ENVÂ  Çeşitler, türler, cinsler, nevîler.             Şu kısım ihbarâtın çok envaı var. 
  • HODBÎN Başkasına hak tanımayıp, kendi lezzet ve menfaatını tâkib eden. Bencil. Enaniyetli. Kibirli.     "Belki terakkî etmişsin ki, nefsi okşayan ve uhrevî meyvesini dünyada tattıran ve hodbînlik hissini veren zevkleri, keşifleri geri bırakıp, daha yüksek makama, mahviyet ve terk-i enaniyet ve fanî zevkleri aramamak ile uçmuşsun."  
  • kelime-i tevhid  Allah’ın birliğini ifade eden cümle “Lâ ilâhe illâllah”
  • mütehakkim (a.s. hükm'den ç. mütehakkimîn.) Zorba, zorbalık eden, tahakküm eden. Hâkimlik taslayan.       "Dışarı çıkmak yasak. Başına bere koyamazsın, sarık saramazsın" diye mütehakkimâne ve mütecâvizâne ifadeler kullanmış; Üstad da geriye dönmüştür. Bu tarz muâmeleler çoktur."  
  • CİLVE Esmâ-i İlâhînin tecellisi. Tecelli. Güzellere yakışır duruş ve davranış. Dilberâne hareket. Naz ve edâ. Hoşa giden görünüş. Görünme, akis, yansıma; Allah`ın isimlerinin varlıklar üzerinde aksederek görünmesi.     Hattâ, birtek zîhayat şeyde, yalnız zâhir olarak yirmi kadar esmâ-i İlâhiyenin cilve-i nakşı görünebilir. 
  • Ehadiyet Birlik. Allah'ın her bir şeyde birliğinin tecellî etmesi, Allah'ın birliği. Allah’ın birliğinin her bir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi         Elcevap: Şu suâle, gayet derin ve ince ve gayet yüksek ve geniş olan bir sırr-ı Ehadiyet ve Samediyetin beyânıyla cevap verilir.  
  • irae Göstermek, göstererek öğretmek. Göz önüne koymak. Gösteriş.       O nurlar uhrevî yolumu irae ettiler. 
  • SIFAT-I SEB`A  Yedi sıfat. (Hayat, ilim, basar, sem, irade, kudret, kelam.)
  • TAAYYÜN Meydana çıkma, belli olma, belirlenme.           deki hitaptan, onların alem-i zerratta dahi bir nevi vücut ve taayyünleri olduğu anlaşılıyor.          
  • TEŞAHHUS (C.: Teşahhusât) Şahıslanma, belirlenme. Tarif edilebilir hâle gelme.       (Nakkaş-ı Ezelî, hadsiz kudretiyle, nihayetsiz cilve-i esmâsını her vakit tazelendirmekle ayrı ayrı şekilde göstermek için, eşyadaki teşahhusları ve hususî simaları öyle bir surette halk etmiştir ki, hiçbir mektub-u Samedânî ve hiçbir kitab-ı Rabbânî, diğer kitapların aynı aynına olamıyor. Alâküllihal, ayrı mânâları ifade etmek için, ayrı bir siması bulunacak. )  
  • HÜSN-Ü SERMEDÎ  Sonsuz güzellik.
  • inbisat Genişleme, yayılma; açık yüzlü olma, sevinçli ve neşeli olma. Açık yüzlü olma. Şâd, mesrur ve mahzuz olma. Gönül açıklığı. Kalb ferahlığı. Fiz: Sıcaklığın etkisiyle madenî cisimlerin enine, boyuna büyüyüp uzaması. Genleşme.     O hakikatteki sıfatlardan bir kısmı, duygular vâsıtasıyla inbisat ederek, inkişaf edip ayrılırlar. 
  • ittisal Ulaşmak. Bitişmek. Birbirine dokunmak. Yakınlık. Bağlılık. Kavuşmak.   Yani amel ile ceza arasında o kadar ittisal (bağlılık) vardır ki, sanki dünyadaki amel, ahirette tecessüm edip sevap kesilmiştir.     
  • CELÎL Celâl sahibi, azîm, mertebece herşeyden yüksek olan Allah. Büyük, ulu. Bir yazı stili. Eskiden resmi yazılarda vezir veya müşir rütbeli kimselere hitap olarak yazılırdı.     Binaenaleyh, o müfessir-i celîlin tefsirdeki meleke-i rasihasına böyle zayıf noktaları bahane tutmak, şüpheleri iras etmek, insafsızlıktır.  
  • kemâl (a.i. ç. kemâlât.) Olgunluk, mükemmellik, eksiksizlik, tamlık. Fazilet, erdem, bilgi. En yüksek değer, değer, kıymet, paha. Hayatın gençlikten sonraki devresi.   "Cenâb-ı Hakka yüz binler hamd ve şükür olsun ki, ilhaddan kurtuldum, tevhide girdim; tamamıyla inandım ve kemâl-i imânı kazandım."      
  • 1-SÂNİ (a.s. sun'dan.) 2-SANÎ' (a.i. sun'dan.) SÂNÎ (a.s. seny'den.) 1-(a.s. sun'dan.)     Yapan, işleyen, yapıcı.     Her şeyi san'atlı olarak yaratan Allah.     San'at eseri meydana getiren.     huk. Istısnâ akdinin borçlusu. 2-(a.i. sun'dan.)    Görülen, yapılan iş, işlenmiş iş, amel. 3-(a.s. seny'den.)     İkinci.  
  • BASAR Görme.
  • ZÎHAYAT Hayat sahibi, canlılar.             Bütün zîhayat firâk ve zevâl sillesiyle ağlayan yetimlerdir.
  • EVSÂF (a.i. vasf'ın.) Sıfatlar vasıflar, nitelikler, özellikler. Bir şeyin veya kimsenin sahip olduğu iyi hasletler.         Şahıs itibarıyla, bir şahıs çok evsafa câmidir.          
  • MASNUİYET Sanatlı oluş, sanatla yaratılmış olan.           Adeta, o zîhayatın masnuiyeti arkasında muktedir, muhtar, işitici, bilici, görücü bir Zâtın mânevî bir teşahhusu, bir taayyünü, imana görünür.
  • MUHTAR İhtiyar eden. Seçilmiş olan. Hareketinde serbest olan. İstediğini yapmakta serbest olan. Hür. Köyde veya şehrin mahallesinde seçimle o semtin idâre ve hükümet işlerini üzerine alan kimse. Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir ism-i şerifi.     Hayvan, muhtar olduğu için, lezzet ile beraber elemi de var.  
  • isal (a.i. vüsûl'den.) Ulaştırmak. Vâsıl etmek. Yetiştirmek. Vardırmak. Eriştirme.   Hem şefkat dahi, aşk gibi, belki daha keskin ve daha geniş bir tarîktir ki, Rahîm ismine îsâl eder.   
  • rikkat Merhamet, acıma, başkalarının düştüğü durumdan dolayı müteessir olma hasleti. İncelik, rakiklik, yufkalık. mec. İncelik, nezaket. İfadede incelik.    Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber manevi ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden biçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu. 
  • MÂLİK-İ ZÜLCELÂL Sonsuz büyüklük ve herşeyin sahibi olan Allah.
  • kesb kisb Emek sarf etmek. Kazanmak. Kazanç. Çalışmak. Sa'y ve amel ile kazanmak. Elde etmek. Edinmek. Kazanç yolu. Fık: Bir insanın kendi kudret ve iktidarını bir işe sarfetmesi.     Melâikelerin şu hizmetleri, cüz-ü ihtiyarîleriyle bir nevi kisbdir.
  • memlûk Köle. Kul. Esir. Bende. Hizmetkâr. Birinin malı olan. ("Hem Sensin Mâlik. Çünkü biz memlûküz.)      
  • SAHÂBET Sâhib olma, sâhib çıkma. Sohbetinde bulunmuş olma. Yardım etme, koruma, arka olma.     ve onlara sahabet edecek ve himayet edecek bir mâlikleri, bir sahipleri, bir hakikî dostları yok mu?
  • YEKNESAK Durağan, monoton. Devamlı aynı halde olan. Biteviye. Değişmez bir hal.İşte, bak:       Şu saray içinde bulunan ve memleketi ihâta eden yeknesak unsurlar, mâdenler var. 
  • Zât- Zülcelâl haşmet sahibi Zât, Allah
  • mesrur Sevinçli, sürurlu.         o müjde ne kadar mesrûrâne olduğunu elbette anlarsın
  • MÜŞTAK (şevk. den) Arzu ve iştiyak gösteren, fazla istekli.           Eğer şu dünya hayatına müştaksan, mevtten kaçarsan, katiyen bil ki, hayat zannettiğin hâlât, yalnız bulunduğun dakikadır.              
  • Arş Bağ çardağı. Gölgelik. Kürsü, taht, yüce makam. En yüksek gök. Allahın kudret ve saltanatının tecelli yeri.      
  • ferş Yer. Yeryüzü. Döşeme. Döşeyiş. Yaymak. Yayılmak. Döşenmiş şey. Küçük develer.
  • TAHAVVÜLÂT  Bir halden diğer hâle geçmeler, değişiklikler.         Bu mütemadiyen çalkanan inkılâplar ve tahavülâtlar içinde vücudunu ve hizmetini ve zîhayat ise hayatını muhafazaya ve vazifesini yerine getirmeye çalışan mahlûkatta  
  • ZÂT-I AKDES En mukaddes zat, her türlü kusur ve noksandan uzak ve pâk olan zât; Allah.             Çünkü, Zât-ı Akdes-i İlâhî madem sermedî ve daimîdir; elbette sıfâtı ve esmâsı dahi sermedî ve daimîdirler. 
  • KAHHÂR (a.s. kahr'dan.) Kahreden, kahredici kuvvet sahibi, yok eden, batıran, mahveden, gazaplı. ö.i. Kahreden, kudret ve kuvvet sahibi, Allah. Galip gelen, kahreden; Galib-i Mutlak ve her an kahretmeye gücü yeten mânâsında Allah`ın bir ismi. Galib-i Mutlak ve her an kahretmeğe muktedir olan Allah (C.C.) Hak Celle ve A'lâ'nın esmâ ve sıfâtındandır.
  • SEKERÂT (a.i.) Sarhoşluk. Dalgınlık, baygınlık. Ölüm ânı, can çekiştirme, ölmek üzere olan bir kişinin kendinden geçmesi.     Hattâ, az sözden ve gürültüden müteessir olan hastalara ve sekeratta olanlara karşı, Kur’ân’ın zemzemesi ve sadâsı, zemzem suyu gibi onlara hoş ve tatlı geldiği cihetle, bir nevi i’câzını onlara da ihsas eder.  
  • CESÎM İri, büyük, kocaman, çok büyük, cüsseli. Kebir. Ehemmiyetli. Askerlik ocağı cesîm ve muntazam bir fabrikaya benzer. 
  • eczâ (a.i. cüz'ün ç.) Cüz'ler, parçalar, kısımlar. Eczacılıkta, ilaç yapmada kullanılan çeşitli maddeler. Bir ilâcın tesirli maddesi. Ciltlenmemiş kitab ve saire. Perakende.   Yeni hikmetle, müvellidü’l-mâ, müvellidü’l-humuza, karbon, azot’tur ki, bu anâsır, evvelki unsurların eczâlarıdır.
  • GARK Batmak, boğulmak             " Ona dedim: "Senede kaç kayık gark olur?" Dedi: "Bir iki tane.
  • mezkûr Sözü edilen, zikredilen, bahsedilen.             Yoksa, bu zamandan tâ o zamana bakmakla, mezkûr zevkin dekàikını göremezsin. 
  • seyl (a.i. ç. süyûl.) Sel. şiddetle gelen şey. Akan, akıcı şey; şiddetli akma.     Cehennem, şecere-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden dalın iki meyvesidir ve şu silsile-i kâinatın iki neticesidir ve şu seyl-i şuûnâtın iki mahzenidir ve ebede karşı cereyan eden ve dalgalanan mevcudâtın iki havzıdır ve lûtuf ve kahrın iki tecellîgâhıdır ki, dest-i kudret bir hareket-i şedîde ile kâinatı çalkaladığı vakit, o iki havuz münâsip maddelerle dolacaktır.
  • tahkir Hakaret etmek. Hor görmek. Küçük görmek. Aşağı ve alçak addetmek.       "Bunlar madem kendilerine sadık ve müşfik üstadlarına hain çıktılar; elbette çok alçaktırlar, merhamete değil tahkire lâyıktırlar."
  • takdîs Allah`ı noksan ve kusurlardan pâk ve yüce kabul etmek. Büyük hürmet göstermek. Mukaddes bilmek. Cenab-ı Hakk'ın kusursuz, pâk ve her hususta noksansız olduğunu bildirmek, söylemek ve Allah'a (C.C.) şükretmek.   Ben dahi onların bütün tesbihatıyla Seni takdis ederim. RNK-Lem'alar/642 
  • adem Yokluk. Bulunmama, olmama. Hiçlik. Ölüm. Amma inkâr ise, o adem-i kabul(kabul etmeme) değil, belki o kabul-ü ademdir(yokluğunu kabul etme, inkar), bir hükümdür. Onun aklı hareket etmeye mecburdur. RNK-Sözler/265
  • DER-AKAB Hemen, derhâl, çabuk, arkasından, akabinde. Meselâ, kudret kelimelerinden olan şu çiçeğe bak ki, kısa bir zamanda o çiçek tebessüm edip bize bakar; derakab, fena perdesinde saklanır. RNK-Sözler/118
  • HERC Ü MERC Darmadağın, allak bullak, karmakarışık.           Hem, öyle bir zelzele-i herc ü merc içinde karışıklık olacaktı ki, kâinatı dağıtacaktı. Yirmi camus birbiri içinde hareket etse, ne kadar velveleli bir herc ü merce sebebiyet verdiği mâlûm.