Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)
In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten
--------------------
Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.
- 1-Şua 2-Şua' 1-(C.: Şu') Sorgun ağacı. 2-Bir ışık kaynağından uzanan ışık telleri. Bir ışık kaynağından uzanan ışık hüzmesi.
- tevhid (a.i. vahdet'ten. ç. tevhîdât.) Birleme, birleştirme. Bir sayma, bir olduğuna inanma, birleme. Allah'ın bir olduğuna inanma, Allah'ın varlığını, birliğini, dengi ve ortağı bulunmadığını kabul etme. Kur'ân-ı Kerim'in 112. suresi olan İhlâs Suresinin diğer bir ismi. Birleme, Allah`in bir olduguna ve Ondan baska Ilâh olmadigina inanma. İşte şu zerre, bir güneş gibi bir nur-u tevhidin şuâını gösteriyor.
- Allahu Ehad: Allah birdir ve her bir varlık üzerinde birliğinin izleri görülür
- hâtime sonuç, son bölüm Son. Nihayet. Son söz. Bitiş. Bir eserin sonuç kısmı. Şu âyetin hakikatini Onuncu Sözün Hâtimesinde icmâlen ve Nokta Risâlesi’nde ve Yirminci Mektubda izâhen beyân etmişiz.
- muktazî gerekçe, gerektirici sebep Demek, haşir ve kıyâmete muktazî, o derece kuvvetlidir ki, hiçbir şek ve şüpheye medâr olamaz.
- nükte ince ve derin mânâ İnce mânalı söz, idraki ve anlaşılması nezâket ve zarifliğe dayanan nazik husus. İbarenin asıl mânasından başka olan nazik ve lâtif mânâ, dikkatle anlaşılabilen ince mânâ. Yere ağaçla vurup eser bırakmak.
- teennî (a.i. enâet'ten. ç. teenniyât.) Acele etmeden, ihtiyatlı, düşünceli ve yavaş hareket etme, temkinli davranma. İlerisini düşünerek acelesiz, dikkatli davranma. düşünerek acelesiz iş görme, ağır davranma Sabırsız adam, teennî ile hareket etmediği için, basamakları ya atlar düşer veya noksan bırakır, maksut damına çıkamaz.
- İsm-i Âzam: Cenab-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı
- hüccet Senet. Vesika. Delil. Bir iddiânın doğruluğunu isbat için gösterilen resmi vesika. Şâhid. Ve madem kati hüccetlerle ispat ettik ki, ortası yoktur.
- lâtif: -Allah'ın güzel isimlerinden. Yumuşak, hoş, güzel, nazik, narin. Cismani olmayan, ruhla ilgili, ruhanî. Tatlı, şirin. Mütenasip. Çok lutf edici. Derin, gizli.
- meyve-i tevhid Allah’ın birliğini kabul etmenin sağladığı güzel netice Tevhid hakikatinin güzel neticesi, Allah'ın birliğinin meyvesi.
- 1-MUTALAA 2-MÜTALAA 1-Bir mes'ele hakkında bilgi edinmek için tetkikatta bulunma, okuma, okuma ile meşguliyet. 2-Bir işi etraflıca düşünmek, okumak, tetkik etmek. milyonlarca Nur Talebelerine, kendini defalarca okutmuş, yazdırmış ve bir ömür boyunca mütâlâa ettirmiş
- tebyiz Temize çekme. Temizce yazma. Müsveddeden daha iyice bir kâğıda yazma. Ağartma, beyazlatma. Maatteessüf, ben burada kimseyle görüşemediğimden, kendime tebyiz edip yazdıramadım.
- Aleyhissalâtü Vesselâm Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun. Allah`in rahmeti ve selâmi üzerine olsun mânâsinda Peygamberimiz için yapilan duâ. Salât ve Selâm onun üzerine olsun, meâlinde Peygamberimiz Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) ismini duyunca söylenmesi sünnet olan bir duâdır.
- Zât-ı Vâhid-i Ehad birliği herşeyi kaplayan ve kuşatan ve herbir şeyde görülen Zât; Allah Tek, yekta ve benzersiz olan Cenab-ı Hak.
- 1-BÂHİR 2-BÂHİR 3-BAHİR 1-Yalancı. Ahmak, serseri adam. Kırmızı kan. 2- Aşikâr. Açık. Belirli. Apaçık. Güzel. Meşhur, namdar. Galip. 3--Deniz, derya. ed. Aruz vezinlerinin bölümleri. (bkz. bahr.) Şimdi şu üç misali birleştir, ne kadar kuvvetli bir mucize-i bâhire olduğunu gör.
-
- istimâl (Amel. den) Kullanmak. Faydalanmak. Beş gàye için onu istimâl ediyor
- ESBÂB-I MÛCİBE Gerektiren sebepler. İcab eden sebepler. İcbar eden, cebreden, zorlayan sebepler. Elbette Cehennemin pek çok vazifeler için pek çok esbab-ı mucibesi ve vücudunun hikmetleri olmasa da, öyle kâfirler için bir Cehennemi halk etmek ve onları içine atmak, o izzet ve celâlin şe’nidir. .
- muhît (a.s. havt'tan ç. muhîtât.) İhâta eden, etrafını çeviren, kuşatan, saran. sos. Bir kimsenin sürekli ilişkide bulunduğu insanlar topluluğu. Çevre. Yöre, dolay, çevre. Daire teşkil eden eğri çizgi. Kendisinden kaçılamayan, kudreti bütün yaratılmışları kuşatan, kendisinden hiçbir şey saklanamayan, ilmi ve kudreti asla âciz ve gâfil olmayan; Allah. Büyük deniz. Okyanus. Mc: Büyük âlim. Demek muhît bir ilim ve kudrete mâlik olmalı ki böyle yapsın. RNK-Sözler/97
- MÜNTEHAP Seçilmiş. Güzide. İntihab ve ihtiyar olunmuş. Mevcudatın en müntehabı ve en muhtacı ve en nâzenini ve en müştakı olan hakikî insanların münacatlarına ve şükürlerine fiilen mukabele ettiği gibi, kelâmıyla da mukabele etmek, hâlıkıyetin şe’nidir.
- şamil Kaplayan, içine alan, ihtivâ eden, çevreleyen Bu ise, fesada daha münasiptir. Çünkü katlin ifade ettiği mana, katlin mübah kısmına da şamildir:
- şe'n (a.i. ç. şân, şuûn.) 1 İş, yeni olan hal. * Şan. * Tavır. * Hâdise. * Vâkıa. * Kasdetmek. * Emr ü hal. * Tıb: Baştan göze gelen kan damarı. Baştan kaşa, kaştdan göze kan getiren iki damar ismi. * Fls: Bir şeyin hususiyetinin fiilî i'câzının şe'nindendir(gereğinden) ve o lisan-ı gaybın, belâgat-ı mu'cizekârânesinin muktezasıdır. RNK-Kastamonu Lâhikası/199
- bürhan burhan (C.berâhin.) Delil, hüccet, isbat vasıtası. Daha uzun bürhanları getirmeye lüzum yok.
- ef'âl Fiiller, hareketler Eğer ef'âlinde beşeriyetten çıkıp harikulâde olsaydı, bizzat imam olamazdı; ef'âliyle, ahvâliyle, etvârıyla ders veremezdi. RNK-Mektubat/137
- sirâcü’n-nur: nur lâmbası .
- hakîkat-ı âliye Yüce, ulvî hakikat, gerçek. Herbir kemâlin, herbir ilmin, herbir terakkiyâtın, herbir fennin bir hakikat-i âliyesi var ki, o hakikat bir ism-i İlâhîye dayanıyor. RNK-Sözler/355
- ihtiyâr Seçme, tercih, irade. Kendi istek ve arzularına göre hareket etme, hür irade, serbestlik. Katlanma, kabul etme zorunda kalma. Yaşlanmış kimse, yaşlı. Senin bir cüz-i ihtiyârın bulunmakla, o ni’metlerin kıymetlerini fahrin ile tenkîs ediyorsun.
- KUDSÎ Mukaddes, kutlu, muazzez, aziz, temiz. Kusursuz ve noksansız. Allah'a mensup, Allah ile ilgili. Melek ve lâhut âlemine mensup, o âlemle ilgili. Ve hem de Kur’ân’ın mânâlarını keşifle tezâhür eden Kur’ân hakikatlerinin tesbiti için elzemdir ki, o müfessir zât herbir fende mütehassıs geniş bir fikre, ince bir nazara ve tam bir ihlâsa mâlik bir allâme ve hem gayet âlî bir dehâ ve nüfuzlu, derin bir içtihad ve bir kuvve-i kudsiyeye sahip olsun.
- MUHTASAR Kısaltılmış, özet, hulâsa. Fakat cevapsız kalmamak için gayet muhtasar birer cevap yazacağız.
- müntehâ Son, en son derece, en son yer, nihayet. Son uç. Onun hakikati ve nokta-i müntehâsı, Cenâb-ı Hakkın ism-i Adl ve Mukaddir'ine yetişip, hendese âyinesinde o ismin hakîmâne cilvelerini haşmetiyle müşahede etmektir. RNK-Sözler/355
- RUBÛBİYET Rabblık, ilâhlık. Cenâb-ı Allah'ın her zaman, her yerde, her mahluka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, terbiye, tedbir ve mâlikiyeti ve besleyiciliği keyfiyeti. Efendilik, sahiplik. Cenâb-ı Hakkın her zaman, her yerde ve her mahlûka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idâresi altında bulundurması vasfı.
- şecere-i kâinât Kâinat ağacı; ağaca benzeyen kâinat. İnsanın câmiiyeti ve şecere-i kâinatın en münevver meyvesi olduğundan, RNK-Sözler/763
-
- RAHÎM-İ MUTLAK Mutlak merhamet sahibi olan Cenâb-ı Hak.
- BAHÂ-İ RAHMÂNÎ Rahmânî kıymet, güzellik.
- cemâl ve kemâlât-ı İlâhiye Cenâb-ı Allah’ın bütün noksanlıklardan yüce olan isim ve sıfatlarının güzellik ve mükemmellikleri
- RAB Besleyen, yetiştiren, terbiye eden Allah.
- 1-ihsân 2-ihsân 1-(a.i. hasen'den.) İyilik etme, güzel davranma, bağışlama, ikram etme, lütuf, bağış, yardım. Verilen, bağışlanan şey. Güzel yapma, yapılan işi en güzel surette yapma. tas. İbadeti ve kulluğu Allah'ı sanki görüyormuş gibi yerine getirme. 2-(a.i. hısn'dan.) Bir yeri sağlamlaştırma, tahkim etmek. Zevcesini nâmahremden korumak. İffetli ve namusla olma. Evlenme. Ehl-i azamet olmak.
- TEMERKÜZ Merkez tutma, merkezleşme. Bir merkezde toplanma. Yığılma. Birikme. Koyulaşma. Cumhurun nazarı kitaplara temerküz ettiğinden, yalnız hayal meyal lâzımı tahattur eder.
- BASÎRÂNE Görerek, bilerek, iç yüzünü de görür gibi. Evet, her bahar mevsiminde pek hakîmâne, basîrâne, kerîmâne faaliyetler başlar ve harikulâde san’atlar yapılır.
- CEMÂL Yüz güzelliği. Güzellik, iç ve dış güzelliği. tas. Cenâb-ı Hakk'ın lütuf ve ihsânı ile tecellisi. Muvâzenesini muhâfaza edip, tenâsübünü idâme edip, o hakàikın heyet-i mecmûasının tenâsübünden hâsıl olan hüsün ve cemâlin menbaından, Kur’ân’ın bir i’câz-ı mânevîsi neş’et eder.
- VAHDET Birlik, yalnızlık, teklik bir ve tek olma. Yalnızlık, bir köşeye çekilme, tenhalık, halvet. tas. Allah'a yakınlık, Allah'a ulaşma, Allah'a kavuşma. İfade sırasında konunun dışına çıkılmaması. (Kesretin zıddıdır.) Sonra, her menzilden, her tabakadan, her âlemden, her tâifeden, her ferdden, herşeyden, kendini gösterecek, yani vücudunu ve vahdetini bildirecek pencereler açmış.
- CÂMİD (Câmide) Ruhsuz, sert, katı madde. Cansız, durgun, donmuş. Ey benî İsrâil ve ey benîâdem! Sizlere ne olmuş ki, kalbleriniz taştan daha câmid ve daha ziyâde katılaşmıştır.
- şâfi' Hastaya şifa veren (Allah. C.C.). Yeter görünen, kifayet eden.
- KİBRİYÂ Azamet, büyüklük, ululuk, celâl. Cenab-ı Allah'ın azameti ve kudreti, her cihetle büyüklüğü. "Kabirden sizi ihyâ edip, haşre getirip, huzur-u kibriyâsında hesâbınızı görecektir."
- AZAMET Büyüklük, ululuk, yücelik. Cenab-ı Hakk'ın büyüklüğü. Kibirlilik. mec. Çalım, kurum. O büyük, azametli mahlûkları böyle yeryüzünde çadırlar misillü kolayca kuran ve koyan Fâtır-ı Zülcelâline karşı secde-i hayret eder.
- CELÂL Sonsuz büyüklük, haşmet, ululuk, yücelik ve haşmet sahibi olan Allah. Allah'ın Kahhar, Cebbar, Mütekebbir gibi sertlik, hışımlılık, yücelik ifade eden nitelikleri hakkında kullanılan, Allah'ın güzel isimlerinden biri.
- CEMÂL-İ LÂYEZÂL Zâil olmayan,devamlı güzellik.
- MUHSÎN Sonsuz iyilik ve ihsanda bulunan Allah. İhsan eden, iyilik eden. Kerim. Cömert. Allah'ı görür gibi O'na ibadet eden. Sen sonsuz ihsan sahibi Muhsin’sin, ben ise günah ve kötülük işleyen bir âsiyim.
- KERÎM (a.s. kerem'den ç. kirâm, küremâ.) Kerem sahibi, ihsan edici, cömert, eli açık. Affedici, ulu, azîz, şerefli, büyük. Yarattıklarına karşılık beklemeden bağışta bulunan, kullarına nimetler ihsan eden, günahları örten, günah işleyeni affeden, Allah. İkrâm ve ihsânı bol olan Allah. Nihayetsiz aç, nihayetsiz susuzdur. İşte, semere-i Mi’rac olan marziyât-ı İlâhiye ile, şu dünya gayet Kerîm bir Zâtın misafirhânesi; insanlar dahi Onun misafirleri, memurları; istikbal dahi Cennet gibi güzel, rahmet gibi şirin ve saadet-i ebediye gibi parlak göründüğü vakit, ne kadar hoş, güzel, şirin bir meyve olduğunu anlarsın.
- asfiya Hz. Peygambere vâris olup onun yolundan giden âlim ve velî olan büyük zatlar. Samimi, saf, içi temiz, tuttuğu yol doğru olan kimseler. Samimi dostlar, azizler.
-