Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)

In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten

--------------------

Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.

Lektion lernen

  • KÂZİB(E) [kazib(e)] : KAZİB (C.: Kuzıbân) KAZİB 1-Yalancı. Yalan söyleyen. 2-Ağaç dalı. 3-Karada ve denizde ticarete hırslı olan kimse.         Benim beğenmediğim bir şöhret-i kazibemden istifade edip, hiç hatır ve hayalimize gelmeyen entrikalarla başımıza Menemen hadise-i vakıasının bir mevhum taklidini geçirdiler. 
  • elhasıl Hasılı, sözün özü, kelâmın lübbü, neticesi, kısası, kısacası. Hülasa-i kelâm, netice-i kelâm, filcümle.           "Kimin için Allah var, ona herşey var. Ve kimin için yoksa, herşey ona yoktur, hiçtir." Elhasıl, nasıl ki, iman, ölüm vaktinde insanı idam-ı ebedîden kurtarıyor; öyle de, herkesin hususî dünyasını dahi idamdan ve hiçlik karanlıklarından kurtarıyor.
  • DAREYN Her iki dünya. İki yurd. İki yer.       Hidayetin neticesi, semeresi ve hidayetteki lezzet ve nimet nedir?" diye sual eden saile cevaptır. Yani, hidayette saadet-i dareyn vardır. Hidayetin neticesi, nefs-i hidayettir. Hidayetin semeresi, ayn-ı hidayettir.  
  • fazl (a.s. ç. fuzûl.) Fazla, ziyade, artık, bâki. Fazlalık, üstünlük. İyilik, fazîlet, erdem, lütuf. Alicenaplık, ihsan, cömertlik. İyi ahlâk, olgunluk, ilim ve irfan sahibi oluş. İki sayının birbirinden olan farkları.
  • DERPİŞ Önde olan, göz önünde bulunan.
  • matmah (a.i. ç. matâmih.) Göz dikilen şey, göz konulan yer.       Semâvî kitapların ki, matmâh-ı cihânî.
  • TAMAH (Tımah - Tumuh) Bir şeye göz dikip bakma. Hırsla isteme, şiddetle isteme. Hırs, aç gözlülük.       Fakat hırs ve tamah ve lisan-ı hal ile istemek olmamalı. Yoksa, ehl-i dalâlet ki, hırs ve tamah yolunda dinini feda etmiş;
  • ATİYYE (a.i. ç. atâyâ, atiyyât.) Hediye. Bahşiş. Lütüf ve ihsan. Her yıl bir veya iki defa askere verilmek üzere devlet hazinesinden çıkarılan nakit vb. şeyler. tar. Padişahların çeşitli sebeplerle hizmetinde bulunanlara dağıttığı hediyeler.       Hem cevap veren, atiyye veren Sensin. 
  • BİTEVÎ Sürekli, durmadan, biteviye, monoton, boyuna, yekpâre, tekmil.
  • yekpare Tek parçadan meydana gelen. Bütün. Parçasız. Som.       Ermeniler yakmışlardı. Van’ın meşhur kalesi ki, dağ gibi yekpare taştan ibarettir, benim medresem onun tam altında ve ona tam bitişiktir
  • müzekkire-i mükerrere Tekrar tekrar hatırlatan.       hem de evamirine olan itaati temin ve tesis eden azamet-i Sâniin tasavvurunu zihinlerde idame edecek bir müzekkire-i mükerrere olan ibadete muhtaçtır. 
  • kavl Söz, lakırdı, lâf. Karar, sözleşme. Fiiliyata dökülmeyen, sözde kalan şey. İtikad, delâlet. Tarif. İlham. Bir rivayette var ki, o keçinin kavli haber verdiği vakit bazı Sahabeler de işittiler.3 RNK-Mektubat/200
  • MÂKES Akis yeri, akseden yer, aksetme yeri, birşeyin yansıdığı yer, yansıma yeri. Ayna.       Evet, ayna muhafaza edilmeli, çünkü mazhardır. İşte mürşidin ruhu ve kalbi bir aynadır, Cenâb-ı Haktan gelen feyze mâkes olur, müridine aksedilmesine de vesile olur. Vesilelikten fazla, feyiz noktasında makam verilmemek lâzımdır.  
  • SÜBHÂNALLAH Allah her türlü eksiklikten uzak ve bütün üstün sıfatlara sahiptir demek; tesbih etmek.
  • 1-EFKAR . 2-EFKÂR 1-Fikirler.    Düşünceler.    Görüşler. 2-Pek fakir, çok fakir.       Eğer hükûmet böyle olursa; yaşasın cünûn, yaşasın mevt, zalimler için de yaşasın Cehennem!.. Ben zaten bir zemin istiyordum ki, efkarımı onda beyan edeyim.
  • ezkâr (a.i. zikr'in ç.) Zikirler. Anmalar, hatırlamalar, bildirmeler, söylemeler.           bazı ezkar ve duaların da tekrarını iktiza eder
  • evrâd Virdler, okunması âdet olan dinî duâlar. Her vakit dilde ve ağızda dolaşan sözler. (bkz. ezkâr.)           Çok sıkıntılarla daimi evradlarımı bazı da noksan olarak yapabilirim.
  • muallâ (a.s. ulüvv'den.) Yüksek, yüce, âli, bülend. Makamı, rütbesi, derecesi yüksek. Ey asırlardan beri Kur’an’ın bayraktarlığı vazifesiyle cihanda en mukaddes ve muhterem bir mevki-i muallayı ihraz etmiş olan ecdadın evlat ve torunları!   
  • nekâis Eksiklikler, noksanlıklar; eksikler, noksanlar. Cenab-ı Hak bütün nekaisten, çirkin şeylerden münezzeh, müberra değil midir? Elbette münezzehtir. 
  • ELHAMDÜLİLLÂH Her ne kadar hamd ve şükür varsa,ezelden ebede ve kimden kime olursa olsun hepsi Allah`a mahsustur. Allah'a hamdolsun, hamd Allah'a aittir. Allah'a şükür.
  • huzû' Mahviyet ve tevazu hali, alçak gönüllü olmak. Allah'ın azametini, celal ve cemalini, büyüklüğünü tahattur ve tefekkürden hâsıl olan, insandaki huzur ve huşu' hâli.       deyip, huzû ile rükûa gidip, Ona ilticâ ve tevekkül etsin. 
  • muarrâ (a.s. ury'dan.) Fenalıktan uzak. Boş. Beri. Arınmış. Yüksek. Temiz. Çıplak.   ve ehl-i dalâletin efkâr-ı bâtılasından münezzeh ve muallâ ve kâinatın bütün kusurâtından mukaddes ve muarrâ olduğunu tesbih ile,
  • tekbîr Ululama, yüceltme; Allah'ı ululama. Allah en büyüktür mânâsına gelen Allahü Ekber sözünü söyleme.
  • 1-TESBİH 2-TESBİH 3-TESBİH 1-Sübhânallah demek.    Allah`ın zâtında, sıfatında ve fiillerinde bütün noksanlardan uzak olduğunu      ifâde etmek. 2-Tahfif etmek, hafifletmek.      Derin uyumak.  3-Dâim olmak, süreklilik.     Bir kimseyi hayatında sena edip övmek. Namaz tesbihatının sırrına göre, nasıl ki namazdan sonra tesbih ve zikir ve tehlille bir hatme-i muazzama-i Muhammediye (a.s.m.) ve zikir ve tesbih eden ve rû-yi zemin kadar geniş bir halka-i tahmidat-ı Ahmediye (a.s.m.) dairesine tasavvuran ve niyeten girmek medâr-ı füyuzat olduğu gibi, ben ve biz de,  RNK-Kastamonu Lâhikası/147
  • akval (Kavl. C.) Sözler, laflar, kaviller.           Bu ise, yüz derece muhâl olmakla beraber, bütün ahvâliyle, akvâliyle, harekâtıyla bütün hayatında emâneti, imânı, emniyeti, ihlâsı, ciddiyeti istikàmeti gösteren ve ders veren ve sıddıkînleri yetiştiren,
  • edvar (Devr. C.) Devirler, zamanlar, asırlar. Musikiyi konu yapan eserler. Şu edvar ve etvârın, bu uzun yolumuzda birer menzil-i nazdır. Yolumuzda teshilât içindir ki kaderden bir emirnâme vermiş sahifede cephemiz. RNK-Kastamonu Lâhikası/207
  • esnâf (a.i. sınf'ın ç.) Sınıflar, neviler, çeşitler, cinsler, zümreler, kategoriler. Bir sanatla veya dükkâncılıkla geçinen (kimse). Uygunsuz, nâmussuz kadın. (bkz. âşüfte, fâhişe, zâniye.)
  • FECR Tan yerinin ağarması. Şafak. Sabah vakti, güneş doğmadan evvel şarkta hâsıl olan kızıllık. Kur'ân'ı Kerîm'in 89. sûresi. Mekke'de nazil olmuştur. 30 âyettir. Bir şeyi genişçe ikiye ayırmak. Günah işlemek. Fücur ve fısk işlemek. Yalan söylemek. Tekzib eylemek. İsyan ve muhalefet eylemek. Haktan sapmak. Meyletmek. Söğmek. Bühtan eylemek. Su akıp gitmek. Karışmak. (L.R.) Kur'ân'ı Kerîm'in 89. sûresi. Mekke'de nazil olmuştur. 30 âyettir.
  • FÜYUZ (Feyz. C.) Feyizler. İnâyetler. Keremler. Suyun çoğalıp taşması. İnsanın içindeki gizli şeyleri saklamayıp izhar etmesi. Bir haberin fâş ve şayi' olması.     Hâşâ! Neam, mümkinde füyuzat-ı İlâhiyeden bir feyiz tecellî eder.        
  • tulû' (a.i. ç. tulûât.) Doğma, doğuş. Bir gök cisminin doğudan görünmesi. mec. Görünme, meydana çıkma. Zihne gelme, kalbe doğma.     gurûb etmiş güneşin sabahleyin yeniden tulû edeceği derecesinde bir katiyetle göstermiştir ki,
  • 1-ZUHR 2-ZUHR 1-Öğle vakti.     Öğleyin. Ve zuhr zamanında-ki o zaman-gündüzün kemâli ve zevâle meyli ve yevmî işlerin âvân-ı tekemmülü ve meşâgilin tazyikinden muvakkat bir istirahat zamanı ve fânî dünyanın bekàsız ve ağır işlerin verdiği gaflet ve sersemlikten ruhun teneffüse ihtiyaç vakti ve in’âmât-ı İlâhiyenin tezâhür ettiği bir andır.  2-Sahavetli zenginlik.      Yüksek şeref.
  • 1-ASR 2-ASR 3-ASR 1-Muttali olmak. Gözcülük etmek. 2-(C.: Evâsır) Kırmak. Hapsetmek.  3-Yüzyıl, asır.    İkindi vakti.    Kur'ân-ı Kerim'in 103. suresi. Mekke'de nâzil olmuştur. 3 âyettir.
  • fihriste Bir kitabın içinde bulunan şeyleri sıra ile gösteren liste.
  • GURUB Batma, batış. Batıda görünmez olma. Gözden kaybolmak. Uzaklaşmak. Irak olmak.        Nasıl ki, güneşin gurûbu, akşam namazının vaktidir
  • avan avan (C.: Uven) (C.: Avine-Avân) 1-Anlar.    Zamanlar.    Vakitler. 2-Yardımcı, nâsır.     Yardımcılar.    Yardakçılar.     Esir.Ve zuhr zamanında-ki o zaman-gündüzün kemâli ve zevâle meyli ve yevmî işlerin âvân-ı tekemmülü ve meşâgilin tazyikinden muvakkat bir istirahat zamanı ve fânî dünyanın bekàsız
  • şayi' (Şüyu'. dan) Duyulmuş, işitilmiş, şüyu' bulmuş, herkesçe bilinmiş. * Ortaklar arasında taksim olunmamış müşterek hisse.
  • BÜLEND Yüksek, büyük. (Mansıbların, makamların en bülendidir)  
  • NASIR Yardımcı, yardım eden, nusret veren. Resül-i Ekrem'in (A.S.M.) bir ismi.             (adeta her biriniz ötekinin faziletlerine nasir olunuz)  
  • TAHFİF (Hıffet. den) Hafifletme, yükünü azaltma. Kolaylaştırma. Lâyıkı vechiyle hürmet etmemek. Maddî-manevî bir ızdırabı azaltmak. Kelimelerin bazı harflerini terketmekle telâffuzunu kolaylaştırmak     sevgili üstadımızdan ebediyen razı olsun ve yüklerinizi tahfif etmekle yüzlerinizi ebede kadar güldürsün. âmin.
  • MUTTALİ´ Haberli. Bilgisi olan. Bir yüksek yerden bakarak görüp anlayan. Vâkıf. Derk eden.     Said Nursî, senelerden beri şiddetli bir istibdad ve takyidât altında bulundurulup tanıttırılmadığı ve hem de kendisi, şahsî kemâlâtını setrettiği, gizlediği için, mezkûr sıfatların herbirisine muttalî olamayan bulunabilir.
  • NEHAR (a.i. ç. enhür, nühûr.) Gündüz. Gün aydınlığı. Toy kuşunun yavrusu. Altın.         "Ben de şaşarım senin aklına. Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır."
  • BAKİYYE Artık. Geri kalan. Artan.
  • dehr Zaman, çok uzun zaman, ebedi. * Bin yıllık zaman. * Dünya.     aynen öyle de, dehri ve dünya hayatı cihetiyle, yine meyveleri âhiret pazarına gönderilen bir muntazam ağaçtır.        
  • enseb En lâyık, çok münasib, tam yerinde.           Demek asıl vazife-i fıtrat ve esâs-ı ubûdiyet ve kat’î borç olan farz namaz, şu vakitlerde lâyıktır ve ensebdir.
  • 1-İFHAM 2-İFHAM 3-İFHAM 1-İkna edip sükût ettirmek. Delil göstermekle ve isbat etmekle galip gelmek. 2-Bildirmek. Anlatmak. Maksadı bildirmek. 3-Ulu etmek, yüceltmek.         Makam-ı ifhâm ve ilzamda, binler misâllerinden yalnız şu iki misâle bak:          
  • ışâ Yatsı zamanı. Akşam ile yatsı namazı arasındaki vakit. * Güneş batmasından ertesi günü fecre kadar olan zaman.
  • işa (Ağaç) çiçek açma. Yatsı.
  • müteesir Te'sir altında kalmış. Acımış yahut sevinmiş. Hissiyatına dokunmuş. Üzüntülü.         Onu hiçbir vecihle müteessir edemezler; kurbiyet dâvâ edemezler. 
  • setretmek Örtmek, kapatmak, gizlemek. Örtünmek.         Demek en büyük bir rahmet, bir şefkat-i İlâhiye, gaybı bildirmemektedir ve başa gelen şeyleri setretmektedir.           
  • 1-SENEVÎ 2-SENEVÎ 1-Seneye ait.    Bir yıl içinde olan.    Senelik.    Seneye mensub. 2-Biri hayır, öteki şer için olmak üzere iki yaratıcının bulunduğuna            inanan Mecûsî topluluğundan olan kimse.