Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)

In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten

--------------------

Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.

Lektion lernen

  • derare Deyyus. Karısının kötü hâllerini görmemezlikten gelen kişi.
  • tarâvet Tazelik. Körpelik.           Evet, yaprakların yeşilliği, çiçeklerin tarâvet ve güzelliği ve semerelerin tazeliği, ağacın canlı, hayatlı, hayy olduğuna sadık şahittirler.
  • DESSAS Çok aldatıcı, çok desiseci. Aldatıcı, hilekâr, oyuncu.           Yırt bunları. Şu güzel bahar mevsiminde yolculuk bizim nemize lâzım" der. Her bir desîse ile onu iknâa çalışır. Hattâ o bîçare ona biraz meyleder. Evet, insan aldanır. Ben de öyle bir dessasa aldandım.  
  • fantaziye yun. Yalandan gösteriş, boş debdebe. Zâhirî süs ve zinet. Lüzumlu ihtiyaçtan olmayan ve zevk için kullanılan pahalı eşya. Yani, medeniyet fantaziyelerine birbirini teşvik eder. RNK-Lem'alar/327
  • 1-MÜSKİR (Sekr. den) 2-MÜSKÎR 1-Sarhoşluk veren, şuuru kaybettiren, kullanılması ve içilmesi haram olan        zararlı madde. 2-Çok sarhoş olan.     hoş bir ziyâfetteki keyfe kanaat etmeyip, kendini pis müskirlerle sarhoş edip,    
  • CİNÂN (a.i. cennet'in ç.) Cennetler. Bahçeler.          Naklederek, beşeri onunla ikaz eder. Menkulatı şunlardır: İhbar-ı evvelini, ahval-i ahirini, esrar-ı Cehennem ve Cinanı.
  • itmînân Emniyet içinde olmak. Emin olma. İnanmak, güvenmek, gönül rahatlığı içinde tereddütsüz kabul etme. Tatmin olmuşluk. Mutlak olarak bilmek. Kararlılık.   Kimin fikri oraya girse, haşir ve Kıyâmeti, gece-gündüz, kış ve bahar derecesinde kolay görür, itminân-ı kalb ile kabul eder.    
  • MEMAT Ölüm. Ahirete göç etmek. Vefat. İrtihal. (bkz. Mevt.)
  • MÜRÛR Geçmek, gitmek. Bir taraftan girip öteden çıkmak. Sona erme, nihâyet bulma.      
  • burak Hz. Muhammed'in (a.s.m.) Mi'raç'ta Allah'ın ihsanı olarak bindiği binek . Binek, cennete mahsus bir binek vasıtası. Şöyle ki: Sanki hidayet-i İlâhî, bir burak olup mü'minlere gönderilmiştir. Mü'minler tarik-i müstakimde ona binerek arş-ı kemalâta yürürler. RNK-İşârâtü'l-İ'câz/94
  • havarık (Hârika. C.) Acib ve garip olan hâdise. Hârikalar, insanda hayret ve hayranlık uyandıran şeyler. Okun nişanı delerek öbür tarafından çıkıp gitmesi.       umum havârik-ı san’atını teşhir edip gösterdi,
  • MEHÂFETULLAH Allah korkusu.         Evet, ârif-i billâh aczden, mehâfetullahtan telezzüz eder. Evet, havfda lezzet vardır
  • sabâvet (a.i.) Sabîlik, çocukluk. (Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder.)
  • TELEZZÜZ (a.i. lezzet'ten. ç. telezzüzât.) Tat ve zevk almak. Zevklenmek. Hoşlanma, hoşa gitme.     Onların da istidadlarına muvâfık işlerde çalışmaları, onlara bir telezzüz veriyor.
  • ârif-i billâh Mürşid, ermiş, evliyâ. Hakkın nuru ile Cenab-ı Hakk'ı bilen. Âlemi, hâdiseleri İlahî feyz ve ilim ile gören veli. Allahı bilen, tanıyan ve başkalarını bilgilendirilen kimse.         (hz . peygamberin gelecegini bildiren bazi arif-i billah veya kahinlerin ihbarlari)  
  • CEVAD Çok çok ihsan eden. Çok cömert. Eli açık. Nihayetsiz ihsân ve cömertlik sahibi; Allah.     Sen cömertlik sahibi Cevâd’sın, ben ise Senin cömertliğine muhtaç bir miskinim. 
  • iştiha Meyil. Haz. Fazla istek. Arzu. Açlıktan gelen yemeğe karşı fazla isteklilik.   Belki fakr ve ihtiyacı, hoş bir iştihâ sûretini alır. İştiha gibi, fakrın tezyidine çalışır.  
  • TEBERRİ (a.i. berâ'dan.) Arınma, uzaklaşma, temiz olma. Alâkasız olma. Sevmeyip yüz çevirme.       Senden müstağnî durma fakirliğine düşürme. Kendi güç ve kuvvetimizden teberrî ediyor, Senin havl ve kuvvetine sığınıyoruz.   
  • tezyid Artırma, çoğaltma, fazlalaştırma.           Evet, nasıl ki şükür nimeti ziyadeleştirir; öyle de, şekvâ, hastalığı, musibeti tezyid eder. 
  • fahr Övünme, böbürlenme, büyüklenme, şeref, onur, kıvanç. Övülmeye sebeb olacak kimse. Fazilet, erdem. Büyüklük, ululuk, yücelik. Şöhret, ün. Ey fahre meftun, şöhrete müptelâ, medhe düşkün, hodbinlikte bîhemtâ, sersem nefsim! RNK-Sözler/313     
  • ictinâb Çekinmek. Sakınmak. Uzak olmak. Uzaklaşmak.       Onu ihsas eden hâlâttan şiddetle ictinap ediyoruz.
  • 1-NEVAHİ 2-NEVAHİ 1-(Nahiye. C.)    Taraflar, yanlar, nahiyeler, bucaklar. 2-(Nehy. den)     Yasak edilmiş şeyler.     Allah (C.C.)tarafından menedilmiş olanlar.     Ve tabakat-ı alemde deveran eden dolapların hareketlerine muhalefetle o dolapların çarkları altında ezilmesin. Bu da, ancak o emir ve nevahiden ibaret olan ibadetle olur. 
  • ZEBAN Dil, lisan, lügat, lehçe.             Şu mübârek kelime İslâm nişanı olduğu gibi, bütün mevcudâtın lisân-ı haliyle vird-i zebânıdır.          
  • 1-VİRD 2-VİRD 1-Sık sık ve devamlı okunan dua.    Kur'an-ı Kerim'den her gün okunması vazife bilinen kısım, bir cüz. 2-Suya ve sair şeye yakın gelme.    Su hissesi.    Suya müteveccih cemaat.     Talebe, şakird, mürid.
  • arşın Bir uzunluk ölçüsü. (68 cm. uzunluk.) Bir kol boyu. Büyük bir adım genişliği. Zirâ'.       Ve o altmış arşın derinlik ise, ömr-ü vasatî ve ömr-ü gàlibî olan altmış seneye işarettir.
  • 1-HÂLÎ 2-HALİ 3-HALÎ 4-HALÎ' 5-HALİ' 1-Gamsız, kedersiz, gailesiz, dertsiz.     Evlenmemiş erkek, bekâr adam. 2-Koğulmuş, soyulmuş.    Hal'edilmiş hükümdar. 3-Boşanmış erkek.     İtaatsız, isyan eden, utanmaz, kayıtsız, hayasız. 4-Hâle mensup, şimdiki.    Bir şeyi hal ile anlatma. 5-Tenha, boş, ıssız.     Sahipsiz, kimsesiz.     Açık, çıplak. Bir şeyden uzak, müstesna.     Boş, meşguliyetsiz, çalışılmayan.  
  • HADÎS-İ KUDSÎ Mânası Peygamberimiz'e (A.S.M.) vahy veya ilham edilen, kelimesi kendisinden sudur eden kudsî kelâm. mânâsı Allah tarafından Peygamberimize ilham edilen, kelimeleri peygamberimize ait olan hadîs
  • hulya hülya Kuruntu. Hayal. Vehim. Olmıyan bir şeyi düşünerek yaşamak. Akıldan geçen ve matmah-ı nazar olan husus. Zira az bir zamanda senin hakikatlerin onların hülyalarını zir ü zeber edecek. RNK-Sözler/521
  • fehm Anlama, anlayış, kavrayış, idrâk, zekâ, akıl.           O Sözlerde kusur varsa, benim fehm-i kàsırıma âittir.     
  • takarrüb (a.i. kurb'dan.) Yakınlaşmak. Yaklaşmak. Zamanı gelmek. Vakti yakın olmak. tas. Allah'a yakınlık. (Fakat sevgili Üstadım, zaman takarrüb etmiş olmalı ki;)
  • tecâhül (ç. tecâhülât.) (a.i. cehl'den. ) Bilmezlikten gelme. Bilmiyor görünme. Cahil gibi görünme.       Ürkmek ise cehalet veya tecâhüldür
  • 1-ETİME (C.: Etâyim) 2-et'ime (a.i. taam'ın ç.) 1-Ateş yakacak yer. 2-Yemekler, aşlar, taamlar. Bütün onları, feyiz ve rahmetinden, et'ime-i lezize ile doldurur. İncecik sicim gibi iplerle indirip bizlere ikram ediyor. RNK-İlk Dönem Eserleri/51
  • tedehhüş Dehşete düşme. Korkma. Yılma. Ürperme.     Ve kabirde yalnız, kimsesiz, karanlık, soğuk, dar bir haps-i münferidte, bir tecrid-i mutlak içindeki tevahhuş ve meyusiyetten tedehhüş ederken, birden Münker ve Nekir taifesinden iki mübarek arkadaş çıkıp geldiler.
  • ihzar Hazır etmek. Hazırlamak. Huzura getirmek. Derpiş etmek. Mahkemeye gelmeyenleri cebren getirme müzekkeresi.       yiyecek ve içecek ihzâr edilmiş bir yerde bizi koysa; ne kadar memnun oluruz      
  • muallâk (a.s. alâkâ'dan.) Askıda. Hakkında karar verilmemiş, hallolunmamış. Havada boşta duran. Sürüncemede kalmış iş. Edb: Açık hece, bir vokalle okunan hece. (Bak: Müsned) Bağlı. Bir yazı stili. i. Boşluk, feza. Halbuki arz, muallâkta bir yıldız gibi gezdiğini coğrafya görüyor. 
  • 1-İNTİZAR (Nazar. dan) 2-İNTİZAR 1-Gözlemek.    Ümidederek beklemek. 2- Adamak, nezretmek.         bu dünya, ona bir misafirhânedir ve âhiretine bir intizar salonudur. 
  • muntazır Bekleyen. Gözleyen. Birisinin gelmesini bekleyen.     Eski Harb-i Umumide, daima şehid olmaya muntazır olduğumdan, İşaratü l-İ caz tefsiri tam, halis yazıldığı gibi,
  • TÂCİL Acele ettirme, hızlandırma, çabuklaştırma.             Hem, o bedbaht, zâhiren leziz mânen zehirli yemişleri yemekle azabını tâcil ediyor. 
  • dehâlet Sığınmak, aman dilemek, medet, yardım isteyiş, birinin himaye ve merhametine sığınma.           "Ey bu yerlerin Hâkimi! Senin bahtına düştüm. Sana dehâlet ediyorum ve sana hizmetkârım ve senin rızânı istiyorum ve seni arıyorum."   
  • MİHMANDAR Misafire hizmet ve yardım eden. Misafiri ağırlayan. Misafir gezdiren. Misafir kabul eden, ev sahibi.     Öyle ise onu yapan Mihmandâr-ı Kerîmin izni dairesinde ye, iç, şükret; kanunu dairesinde işle, hareket et.
  • NAÇİZANE Çok ehemmiyetsiz olarak. Pek ufak olarak.
  • HUZ MÂ SAFÂ, DÂ MÂ KEDER duru ve saf olanı al, karışık ve bulanık olanı bırak Safâ vereni al, kederli şeyleri bırak. "Safâ olanı al, keder vereni bırak", "Allahın müsaadesi olan ve neticesi safâ veren şeyi al, sonu keder vereni bırak", "İyisini al, kötüsünü bırak" meâlindedir.
  • istihrâc (a.i. hurûc'dan ç. istihrâcât.) Çıkarma, çıkarılma. Bir şeyden bir şey çıkarma, sonuç çıkarma, mânâ çıkarma. Bazı belirtilerden ileriyi görme, anlama. Bir dilde okuduğunu anlama. Fal bakma, yıldızlardan, kâğıtlardan vs. şeylerden anlam çıkarma.   Mühimlerini ben söyleyeceğim, incelerini sen kendin istihrâc et.
  • LÂHM Et. Her şeyin içi ve üzeri. Meyvenin çekirdekle kabuk arasında bulunan kısmı, meyvenin etli kısmı. Kırık şeyi kuyumcunun yapıştırması. Lehimlemek. Bir yerde ilişip kalmak. Bir işi sağlam kılmak.
  • REVÂK (Rivak) Ev önündeki saçak. Kemer. Kubbe. Çardak. Önü açık, üstü örtülü yer.   Ve o ejderha ise, ağzı kabir olan tarîk-ı berzahiye ve revâk-ı uhrevîdir.  
  • ÖMR-Ü GÁLİBÎ Ekseriyetin yaşama süresi.
  • idhal Dâhil etmek. İçine almak. Sokmak. Dış ülkeden mal getirme, yabancı ülke eşyası getirme, ithal.       On Yedinci Mektup olup, Mektubat mecmuasına idhal edildiğinden buraya derc edilmedi. 
  • miftâh (a.i. ç. mefâtîh.) Açan âlet, anahtar. şifre cetveli. Dil öğrenirken faydalanılan yardımcı kitap.       Dikkatle Hizb-i Nurî’yi kısmen okudum, Miftah’ı da düşündüm.
  • nisyân (a.i. nesy'den.) Unutma, unutuş, akla gelmeme. Hatırdan çıkarma.           İnsan nisyandan alındığı için, nisyana müpteladır. Nisyanın en kötüsü de nefsin unutulmasıdır.
  • ravza (a.i. ç. ravzât.ravzat) Bahçe, suyu ve çimeni bol yer, ağaçları çok olan yer.. mec. Cennet. hds. Cennet gibi yer, bahçe.         Hem ah, neden terk edilip Ravza-i Cennet?  Bir dar-ı karar oldu neden alem-i mihnet?