Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)

In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten

--------------------

Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.

Lektion lernen

  • sefâin-i kibriyâ Allah'ın gemileri, Allah'ın birer gemiyi andıran gezegenleri. Bu defa istinsahına muvaffak olduğum nurlu Yirmi Dokuzuncu Sözde, melâike denizlerinde sefâin-i Kibriyâya yapışarak seyrân ederken ve beşerin hatâ-savap işlediği ef'âli,  RNK-Barla Lâhikası/81
  • bendegâne (f.zf.) Hizmetçi gibi, köle gibi, bağlanmışçasına, kul köle olarak. inâyet-i Rabbaniye ve muavenet-i Peygamberîye ve himemat ve daavât-ı Üstadâneleri berekâtıyla sermaye-i ilmiye-i evveliye-i bendegânemin yüzde doksan dokuz derece yükseldiğini fehmettim.  RNK-Barla Lâhikası/83
  • yâkut (a.i. ç. yevâkit'in.) Parlak kırmızı, şeffaf kıymetli taş. s. Yakuttan yapılmış veya yakutla süslenmiş. mec. Çorap. Güzelin kırmızı dudağı. Emânetullah ve emânât-ı Peygamberînin (a.s.m.) gayet parlak, yakut ve zümrütten kıymettar olan hazinelerini o zâtların ellerine teslim ettim. RNK-Barla Lâhikası/99
  • zümrüt Cam parlaklığında, güzel, yeşil renkte şeffaf bir süs taşı. s. Bu taştan yapılmış olan. Zümrüt renginde, yeşil. Hemen aldığım dakikada, zîruhtan hâli ve zümrüt-misâl yeşillenmiş nebatat arasında bir ağacın altına gittim.  RNK-Barla Lâhikası/100
  • muâdil (a.s. adl'den.) Mûsavî, denk, eşit. fiz. Eşdeğer. Çünkü yarım saat kaylûle, iki saat gece uykusuna muadil gelir.  RNK-Lem'alar/437
  • cezm Kesin karar, niyet. Yemin. Kararlaştırmak. Niyet. Tahmin. Takdir. İlzam. İcabe. gr. Bir kelimenin sonundaki harf veya harekeyi düşürme. Kesme. Kur'ân-ı Kerim'in net ve açık tarzda okunması. hattâ her harfinde bir sûreye işaret ve delâlet mevcut olduğunu cezmettim. RNK-Barla Lâhikası/289
  • nâ-bûd (f.b.s.) Yok olan, bulunmayan. Sonradan yok olan. İflas etmiş, perişan olmuş. harap olacağı, bütün sekenesinin mahv u nâbud olacaklarını düşün. RNK-Barla Lâhikası/288
  • tenâhî (a.i. nihâyet'ten.) Son bulma, sona erme, bitme, tükenme. Yasağı kabul ile geri durmak. Münezzehdir şuûnattan, hep ilhâm-ı İlâhîdir,  Okurken nur alır vicdan, sütûr-u bî-tenâhîdir,  RNK-Barla Lâhikası/141 Yasağı kabul ile geri durmak.
  • safiyullah Allah'ın seçtiği, temiz kıldığı kul. Cenâb-ı Hakkın ihsanı ile mahlukat arasından seçilip çıkarılmış ve tertemiz olan Hz. Muhammed (a.s.m.). Hz. Adem'in (a.s.) bir ismi.
  • dahîlek Yalvarırım, sana sığınırım, sana güvenirim, rica ederim. "Dahîlek yâ Dellâle'l-Kur'ân!" nidâ-yı âşıkane ve müştâkanesiyle dehâlet etmesi, fevkalâde bir tefeyyüze mazhar olduğuna ve olacağına yegâne delil ve hüccettir.  RNK-Barla Lâhikası/291
  • Mecmûatü'l-Ahzâb şeyh Ahmed Ziyaeddin Gümüşhânevî'nin üç ciltlik duâ kitabı. Hazret-i Ali'nin (r.a.) Ercûze namında bir kasidesi Mecmuatü'l-Ahzab'da var. RNK-Barla Lâhikası/449
  • sun' Yapış, yapma. İş, eser. Tesir, etki, kudret. San'at eseri. Şu Onuncu Sözün hurufatındaki sır, hiç kimsenin sun' ve ihtiyarıyla olmadığını herkes tasdik ettiği için, daha ehemmiyetli göründü. RNK-Barla Lâhikası/426
  • gıyâbî Olmadığı halde, bulunmadığı halde, uzaktan. Gayba âit. Fakat haftada veya bir ayda, âlî Sözlerinizden gıyabî bir ders alıyorum tasavvuruyla dinliyorum.  RNK-Barla Lâhikası/422
  • ercûze (ûrcûze) Hz. Ali tarafından yazılan ve istikbalden haber veren vezinli kaside. Hazret-i Ali'nin (r.a.) Ercûze namında bir kasidesi Mecmuatü'l-Ahzab'da var. RNK-Barla Lâhikası/449
  • sıyânet siyânet Koruma, muhafaza etme. Himaye. Açık, zahir, bâhir ve kat'î bir himaye ve siyanet-i mâneviye neticesi ve Risale-i Nur şakirtleri arasındaki hakikî ihlâs ve tesanüdün parlak bir tecellîsidir. RNK-Barla Lâhikası/418
  • cihar-ı yar-ı güzin (f.b.s.) Dört halife: Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (r.a.) Hem, nakl-i sahih-i kat'î ile, Ciharyâr-ı Güzîn ile beraber Uhud veya Hira Dağının başında iken dağ titredi, zelzelelendi.  RNK-Mektubat/154
  • müdâyene (a.i. deyn'den.) Borç alıp verme, ödünç alıp verme. Âyâtın en büyüğü olan müdâyene âyeti, sahifeleri için ve Sûre-i İhlâs ve Kevser satırları için bir vâhid-i kıyâsî ittihaz edildiğinden, Kur'ân-ı Hakîmin bu güzel meziyeti ve i'câz alâmeti görülmektedir. Demek bu hüner Kur'ân'ındır.  RNK-Barla Lâhikası/432
  • calip Kendine doğru çeken, çekici, celbedici. Bugün hayreti mucip, nazarı cazip, dikkati câlip, mânâsı lâtif, tertibi zarif, tevafuku nazif, envârı zahir, icâzı bâhir, zübde-i burhan, erkân-ı iman, bir lem'ası i'câz-ı Kur'ân olan ve mübarek Hüsrev'in çok mükemmel bir tarzda istinsah ettiği,  RNK-Barla Lâhikası/406
  • alet-ta'dad Sayı olarak, sayarak. bugün tashihine lüzum görülen ve alet-ta'dad yirmi sekiz noktada tâdil ve ilâve buyurulan nukat-ı mühimme, kelimat ve tâbirat-ı âliyeyi zâid veya noksan diyebilecek bir kimse çıkmasın ve çıkmıyor.   RNK-Barla Lâhikası/87
  • maâ İle beraber, birlikte. Altıncı Meselelerini bil'istinsah asıl maa-suret(asıl ve kopyasıyla beraber) takdim ediyorum.  RNK-Barla Lâhikası/133
  • taraf-ı âlî Büyük, saygıdeğer taraf, yüce taraf. Yedinci, Sekizinci Sözleri istinsah ederek berâ-yı tashih, taraf-ı âlîlerine takdim ediyorum. Mezkûr Sözler ki, kısa oldukları halde mefhumları büyük; RNK-Barla Lâhikası/122
  • taraf-ı âlî Büyük, saygıdeğer taraf, yüce taraf. Yedinci, Sekizinci Sözleri istinsah ederek berâ-yı tashih, taraf-ı âlîlerine takdim ediyorum. Mezkûr Sözler ki, kısa oldukları halde mefhumları büyük; RNK-Barla Lâhikası/122
  • ma'mafih Öyle olmakla beraber. Bununla beraber. Böyle iken. Mâmafih, Kur'ân ne tarihtir, ne tercüme-i haldir, ne de İsâ'nın (a.s.) dağda irad ettiği mev'ize gibi bir mecmua-i eş'ardır. Hattâ Kur'ân, ne Buda'nın telkinatı gibi bir mâba'd e't-tabiiye, yahut mantık kitabı, ne de Eflâtun'un herkese irad ettiği nasihatler gibidir.   RNK-İşârâtü'l-İ'câz/368
  • eimme İmamlar. Yalnız bu kadar var ki, meşhur İmam-ı Zeyd sâdât-ı azîmeden ve eimme-i Âl-i Beyttendir. RNK-Barla Lâhikası/458
  • ŞEYH HAYÂTÜ’L-HARRÂNÎ Şeyh Hayâtü’l-Harrânî’nin tam ismi Hayât bin Kays bin Kahhâl bin Sultan el-Ensârî el-Harrânî’dir. Urfa’ya bağlı Harran kazasında doğup yetiştiği için “Harrânî” nisbeti ve “Şeyh-ül-Kıdve” lâkabı ile meşhurdur.Doğum tarihi hakkında kesin bir bilgi yoktur. 12. yüzyılda yaşamış, ömrünün elli senesine yakınını Harran’da geçirmiş bir velidir. Yumuşak huyluluğu, cömert kişiliği, helâle ve harama dikkat etmesi ve gece ibadetlerine çok ehemmiyet vermesi ve bu ibadete düşkünlüğü ile bilinir. Hayattaki en temel gayesi Cennet’i kazanmanın da ötesinde Allah rızasını kazanmaktır.Hayat bin Kays, her yönden ilim sahibi olduğu için bir çok talebenin terbiye edilmesi kendisine verilmiştir ve talebelerinin sayısı oldukça çoktur. Talebeleri kerâmet ehli olmuşlardır. Talebeleri haricinde de ondan pek çok kişi ders ve feyiz almıştır.Evliyânın büyüklerinden birçoğu onun hâllerini beğenip, söylediklerini tekrar etmişlerdir. Bir çok âlim de onun büyüklüğünü dile getirmiştir. Hattâ Harran halkı ne zaman başı sıkışsa ona gider duasını isterdi. Sadece Harran halkı değil, Selahaddin Eyyûbî ve Sultan Nureddin Zengi gibi ünlü hükümdarlar kendisini ziyaret eder, hayır duasını alırlardı.Hayat bin Kays’ın kerâmetleri sadece hayattayken değil, vefatından sonra da devam etmiştir. Üstad Bediüzzaman, kendisini “kutb-u azîm” olarak isimlendirir. “Abdülkâdir Geylânî Hazretlerinden sonra mematları (ölümleri) hayatları gibidir.” der.1185 tarihinde Harran’da vefat eden Hayat’ın türbesi 1195 tarihinde Harran surlarının kuzeybatı tarafında ve sur dışındaki mezarlığa inşâ edilmiştir. Okunma Sayısı : 6583
  • HATİB-İ BAĞDADÎ 9 Mayıs 1002 tarihinde, Mekke-Medine yolu üzerindeki Guzeyye kasabasında dünyaya geldi. Soyu Kûfe civarında oturan bir Arap aşiretine dayanmaktadır. Babası onu tahsil için hadis ilmiyle de ilgilenen Hilâl bin Abdullah et-Tîbî’ye gönderdi. On bir yaşında iken İbni Rezkuye diye bilinen hadisçi ve fıkıhçı Muhammed bin Ahmed el-Bağdâdî’den hadis dersi almaya başladı. Yirmi yaşında iken bir yıl süreyle Basra’ya ve Kûfe’ye gitti. Aynı yıl babasını kaybetti. Hadisi kendisine sevdiren hocası Berkânî, onun tek bir âlimden rivayette bulunmak için Mısır’a gitmeyi düşündüğünü öğrenince muhaddis Ebü’l-Abbas el-Esamm’ın talebelerinden hadis rivayet etmek üzere Horasan’a gitmesinin daha uygun olacağını söyledi. Hatîb de henüz yirmi üç yaşında iken muhtemelen İsfahan’a, oradan da Hemedan, Rey ve Nîşâbur’a gitti; dönüşte Dînever’e uğradı. Hatîb, Bağdat’ta bulunan âlimlerle, hadis tahsili için seyahat ettiği yerlerde karşılaştığı 1000’den fazla hocadan faydalandı ve onlardan önemli kişilerin 470 kadar eserini okudu. Hatîb el-Bağdâdî, tahsilini tamamladıktan sonra, yirmi yıldan fazla bir süre bütün vaktini Târîhu Bağdât’ı yazmaya ayırdı. Hac görevi için gittiği Mekke’de mücavir olarak bulunan Sahîh-i Buhârî’nin ünlü râvisi Kerîme binti Ahmed’den bu eseri beş günde okudu. Hac dönüşü 1054-55 yılında Şam’a uğradı, oradan Beytülmakdis’e geçerek Şamlı hadis Hâfızı Ebû Muhammed Abdülazîz bin Ahmed el-Kettânî’den hadis rivayet etti. Bir müddet Sûr’da kaldı, ardından Bağdat’a döndü. Hadis ilmindeki otoritesi yanında yazdığı eserler sayesinde büyük bir şöhrete sahip olduğu için ondan hadis öğrenmek ve eserlerini bizzat kendisinden okuyup rivayet etmek üzere Bağdat’a gelenlerden başka, dolaştığı birçok ilim merkezinde pek çok talebe kendisinden faydalandı. Türk kumandanı Besâsîrî, Fatımî halifesinin teşvikiyle Bağdat’a girerek halifeyi makamından indirdi ve İbnü’l-Müslime’yi öldürdü (1059). Tarîhu Bağdât’ta bazı Hanbelîler aleyhinde yazdıkları sebebiyle Hatîb’e kin duyan bu mezhebin bir kısım mensupları vezirin öldürülmesini fırsat bilerek onu rahatsız etmeye başladılar. Hayatını tehlikede gören Hatîb, Nisan 1059’da Şam’a gitti. Şam’da, Emeviyye Camii’nin doğu cephesindeki minarenin altında bulunan odada ikamet ederek eser yazmaya ve bu camide ders okutmaya başladı. Onun Şam’da Ahmed bin Hanbel’in Fezâilü’s-Sahâbe’si ile İbni Rezkuye’nin Fezâilü’l-Abbâs isimli eserini okutması, Şiî Fatimîler’in idaresinde bulunan şehirdeki Rafizîler’i öfkelendirdi. Bunun üzerine Şam valisi Hatib’in öldürülmesini emretti. Sünnî olan ve bu sebeple Hatîb’e bir zarar gelmesini istemeyen emniyet müdürü, onu yakalayıp götürürken valinin büyük değer verdiği şerif Ebu’I-Kasim Ali bin İbrahim bin Ebu’l-Cin el-Alevî’nin evinin önünden geçtikleri sırada ona bu eve sığınmasını tavsiye etti. Böylece Hatib ölümden kurtuldu ve Sur şehrine gitti (Ocak 1067).Sur’da Izzüddevle lâkabıyla anılan bir zengin, Hatib’in çalışmalarını destekledi. 1070 yılına kadar bu şehirde kaldı ve burada elli kadar eser kaleme aldığı bilinmektedir. Bağdat’ta ölmeyi arzu eden Hatib, 1070’de bu şehre döndü. 5 Eylül 1071 tarihinde Bağdat’ta vefat etti. Hatîb’in el yazısı da çok güzeldi. Düzgün konuşur, hadisleri gür sesiyle, süratli, fakat noksansız şekilde okurdu. Vaktini boşa geçirmez, yolda yürürken bile elindeki bir cüz’ü okuyarak giderdi. Takva sahibi olduğu, hayatının hiçbir döneminde resmî göreve talip olmadığı ve bütün zamanını ilme verdiği bilinmektedir. Fıkıh sahasında çalışmalar yapmasına ve ileri gelen Şâfiî fakihlerinden biri olmasına rağmen Hatîb’in muhaddisliği fakihliğinden üstündür. Her iki ilmi de iyi bildiğinden fıkıhla hadisin yan yana gitmesi gerektiğini savunmuş, el-Fakih ve’l-mütefakkih, Nasîhatü Ehli’l-Hadis ve Şerefü Ashâbi’l-Hadis adlı eserlerinde hadis talebelerini rivayetle daha az meşgul olmaya, hadisler üzerinde düşünmeye ve onların fıkhını anlamaya teşvik etmiştir. Fıkıhla meşgul olanlara da hadise önem vermeyi ve hükümlerinde ona dayanmayı öğütlemiştir. Okunma Sayısı : 1320
  • mâhî (a.s. mahv'dan.) Mahveden, mahvedici, yok edici, yok eden.   Mâhi-i tarik-ı fetrettir(fetret dönemini ortadan kaldıran yok eden)sözün.  Ahmed'in miracını eyler beyân, RNK-Barla Lâhikası/161
  • kaderi't-tâketi ve'l-imkânı Gücün yettiği veimkanın el verdiği kadar. Ya bu Nurların neşrine alâ kaderi't-tâketi ve'l-imkâni, lûtf-u İlâhîyle çalıştırılmasaydım, bütün kazancım mâsiyet ve kar RNK-Barla Lâhikası/146
  • vâreste-i arz Arz etmekten beri, uzak. Kur'ân-ı Azîmüşşânın, ne derecelerde zengin bir hazine-i rahmet-i İlâhiye bulunduğu vâreste-i arz olup,  RNK-Barla Lâhikası/136
  • ahun lieb ve üm' anne baba bir kardeşler. umumunun tarz-ı telâkkisi bir ve yekdiğerine karşı ahun lieb ve üm'den daha kavî bir râbıta-i hakikiyeyle merbut,  RNK-Barla Lâhikası/118
  • SEYRANÎ SEYRANÎYazar: Sorularla Risale, 01-9-2007Asıl ismi Mehmed Gezgiç olan Seyrânî, 1896’da Isparta’da doğdu. Risale-i Nur’un çeşitli yerlerinde Terzi Mehmed olarak da geçer. Mehmed Gezgiç “Onuncu Lem’a” olan “Şefkat Tokatları” risalesinde ismi ve bahsi geçer. Risale-i Nur’ları yazma ve neşretme hizmetinde büyük fedakarlıklar gösterdi. Seyranî, Isparta’nın Gülcü Mahallesinde oturuyor ve orada terzilik yapıyordu. Bir ara Seyranî ismindeki camide iki yıl kadar imamlık yaptı. Mehmed Gezgiç’in Seyranî lâkabı, imamlık yaptığı bu camiden dolayı kendisine verilmiştir.Bir merak saikasıyla Rumların terk ettikleri ve daha sonra satın aldığı bir harabede gömülü altın hazinelerini bulmak için uğraşmaya başladı. Bunun için de cinlerle irtibat kurmaya çalıştı. Bu hususta Hz. Üstada da bazı sualler sordu. Fakat Üstad daha önceden bu mevzuda uğraşmaması için kendisini ikaz ederek suallerine cevap vermedi. Fakat kendisi yine cinlerle uğraşarak altın bulma işine devam etti. Sonra, durumu adliyeye intikal etti ve bir sene kadar hapis yattı. Üstad Bediüzzaman Onuncu Lem’a’da Seyranî’nin yediği tokatın sonunda bu meseleyi şöyle ifade buyurmaktadır: “Seyranî bir şefkat tokadını yedi. Bir seneye karib, bir halvethânede (yani hapiste) bekledi.” Okunma Sayısı : 1531
  • şeriat-şikenâne Şeriata aykırı, ters olan. Şimdi ise frenk usulünün ve medeniyet namı altında bid'atkârâne ve şeriat-şikenâne cereyanlara taraftar olduğu halde, Allah'a, âhirete, Peygambere imanı da taşıyor ve kendini de mü'min biliyor.  RNK-Barla Lâhikası/473
  • sâdât (a.i. seyyid'in ç.) Seyyidler. Hz. Muhammed'in neslinden gelenler. Yalnız bu kadar var ki, meşhur İmam-ı Zeyd sâdât-ı azîmeden ve eimme-i Âl-i Beyttendir. RNK-Barla Lâhikası/458
  • ma'venet-i İlâhiye İlahi yardım, Allahın yardımı. Size bu defa avâm-ı mü'minîn hakkındaki keramete benzer işler nev'inden ve ma'venet-i İlâhiye tesmiye edilen iki cüz'î hâdiseyi söyleyeceğim: RNK-Barla Lâhikası/463
  • müslim-i gayr-i mü'min Mü'min olmadığı halde İslâma taraftar olan. Mü'min olmadığı halde mü'mince vasıflara sahip olan. "Müslim-i gayr-ı mü'min" ve "mü'min-i gayr-ı müslim"in mânâsı şudur ki: Bidayet-i Hürriyette İttihatçılar içine girmiş dinsizleri görüyordum ki, İslâmiyet ve şeriat-ı Ahmediye, hayat-ı içtimaiye-i beşeriye ve bilhassa siyaset-i Osmaniye için, gayet nâfi ve kıymettar desâtîr-i âliyeyi cami olduğunu kabul edip, bütün kuvvetleriyle şeriat-i Ahmediyeye taraftar idiler.  RNK-Barla Lâhikası/472
  • desatir-i aliye Yüksek ve ulvi düsturlar, yüce kaideler, yüce düsturlar. ve bilhassa siyaset-i Osmaniye için, gayet nâfi ve kıymettar desâtîr-i âliyeyi cami olduğunu kabul edip, bütün kuvvetleriyle şeriat-i Ahmediyeye taraftar idiler. RNK-Barla Lâhikası/472
  • iltizam-ı hak Hakka taraftarlik. Hakka sarılma ve bağlanma. Evet, İslâmiyetin şe'ni metanet, sebat, iltizam-ı hak olan salâbet-i diniyedir. Yoksa cehilden, adem-i muhakemeden neş'et eden taassup değildir. RNK-İlk Dönem Eserleri/511
  • havâss-ı hamse-i bâtına Kalbe bağlı beş duygu: Hiss-i müşterek (hayâl kuvveti), müdrike (akıl), vehim (vâhime), hâfıza, mutasarrıfa (meydana getirici hayal kuvveti). Hattâ hükemâ ve ulemâ-yı zâhirî dahi, o Letâif-i Aşerenin pencereleri veyahut nümuneleri olan havass-ı hamse-i zâhirî, havass-ı hamse-i bâtına diye o Letâif-i Aşereyi başka bir surette hikmetlerine esas tutmuşlar.  RNK-Lem'alar/198
  • havass-ı hamse-i zahirî, Zâhirî beş duygu: Tatma, görme, işitme, koklama, dokunma. Hattâ hükemâ ve ulemâ-yı zâhirî dahi, o Letâif-i Aşerenin pencereleri veyahut nümuneleri olan havass-ı hamse-i zâhirî, havass-ı hamse-i bâtına diye o Letâif-i Aşereyi başka bir surette hikmetlerine esas tutmuşlar.  RNK-Lem'alar/198
  • vesîle-i vüsûl Kavuşma sebebi, kavuşma vesilesi. Mânevî ve maddî cû' ve açlık, o İsm-i Âzamın vesile-i vüsulü olduğuna işareten, mecazî olarak, "Cû' İsm-i Âzamdır, yani bir İsm-i Âzama bir vesiledir" denilebilir. RNK-Barla Lâhikası/469
  • nevzâd (f.b.s.) Yeni doğan, yeni doğmuş. Nevzad-ı mübarekenin dünyaya gelmesini, sizin için bir fâl-i hayr olarak tebrik ediyorum.  RNK-Barla Lâhikası/467
  • ilm-i nahiv Gramer ilmi, dilbilgisi. Senin ikinci sualin olan, mânâ-yı ismî ile mânâ-yı harfînin bahsi ise, ilm-i nahvin umum kitapları başlarında o mesele izah edildiği gibi, ilm-i hakikatin Sözler ve Mektubat'lar namındaki risalelerinde temsilâtla kâfi beyanat vardır. Senin gibi zeki ve müdakkik bir zâta karşı, fazla izahat fazla oluyor. RNK-Barla Lâhikası/471
  • 1-cû' 2-cû, cûy 1-Açlık, aç kalma. 2-(f.i.) Akarsu, ırmak, nehir, çay. Mânevî ve maddî cû' ve açlık, o İsm-i Âzamın vesile-i vüsulü olduğuna işareten, mecazî olarak, "Cû' İsm-i Âzamdır, yani bir İsm-i Âzama bir vesiledir" denilebilir. RNK-Barla Lâhikası/469
  • vâhib (a.s. vehb'den.) Hibe eden, bağışlayan, bağışlayıcı. Mütebâyin vaziyetlere girip tasaffi ediyor ve müteaddit keyfiyatı alıp matlup semeratı veriyor ve müteaddit tavırlara girip Vâhib-i Hayatın nukuş-u esmâsını güzelce gösterir.  RNK-Sözler/636
  • vâhibü'l-atayâ Hediyeler ihsan eden, Allah (c.c.). Bilcümle Risaletü'n-Nur'un takdir ve tevkîri hususunda söz söyleyebilmekten kalemim âciz ve nâkıstır. Cenâb-ı Vâhibü'l-Atâyâdan dilerim ki, Nur bahçelerinin meyvelerinin hepsinden tatmaya arkadaşlarım gibi âcizlerini de muvaffak kılsın. RNK-Barla Lâhikası/103
  • vâhibü'l-atayâ Hediyeler ihsan eden, Allah (c.c.). Bilcümle Risaletü'n-Nur'un takdir ve tevkîri hususunda söz söyleyebilmekten kalemim âciz ve nâkıstır. Cenâb-ı Vâhibü'l-Atâyâdan dilerim ki, Nur bahçelerinin meyvelerinin hepsinden tatmaya arkadaşlarım gibi âcizlerini de muvaffak kılsın. RNK-Barla Lâhikası/103
  • azîmet fık. Kulların, Allah tarafından kendilerine yüklenen görevlere tam bir kararlılıkla uymaları; takva ile şiddetli kaçınma, günahlardan uzak durma. Gitme, gidiş. Bir yere gitmek için hareket, kesin niyet, güçlü irade ile yola çıkma. Hakikat nokta-i nazarında bu meselede azimet var, ruhsat var. Azimet hali, kuvveti müsait ise, her Ramazan için ayrı bir kefaret var.  RNK-Barla Lâhikası/476
  • musahhih (a.s. sıhhat'dan ç. musahhıhîn.) Tashih eden, tashihçi, yanlışları düzelten. Birden o iki kısım musahhihler aynı kelimeyi söylüyorlarken, içlerinden bir efendi intikal etti, iki kısım aynı kelimeyi söylüyoruz dedi. RNK-Barla Lâhikası/484
  • vekâyi-i risalet-meâbiye Peygamberliğe ait olaylar hadiseler. arzumun fevkinde pek ziyade ulvî ve nuranî mebâhis ve vekâyi-i risalet-meâbiyeyi beyan ve müjdeyle ruh ve kalb-i âcizîyi bahâr-ı âlem gibi gül ve gülistanlığa çevirmiştir. RNK-Barla Lâhikası/79
  • talîk Güleryüzlü, mütebessim kimse. Düzgün söz söyleyen kimse.