Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)

In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten

--------------------

Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.

Lektion lernen

  • tecâzüb (a.i. cezb'den.) Birbirini cezbetme, çekme, sempati. Birbirine karşı duyulan yakınlık.bkz. Mücâzebe. Hedef de, menfaat yerine fazilettir ki, şe'ni muhabbet ve tecazüptür. (Birbirine yakınlık ) RNK-Tarihçe-i Hayat/165
  • müsâleme, müsâlemet (a.i. silm'den.) Herkesle barış içinde olma, sulh, barışıklık. Durgunluk. Müslümanlık, yeniden hayat-ı kudsiye-i İslâmiye ile, nev-i beşerin başına geçip, sulh ve müsalemet-i umumiyeyi temin edecek, inşaallah. RNK-Tarihçe-i Hayat/773
  • nâşir (a.s. neşr'den.) Dağıtan, yayan, neşreden, saçan, açan. Eser neşreden, yayınlayan.Neşreden, yayan. Bir müellifin eserini bastırıp çıkartan. Editör. Basiretli Nur nâşirleri, otuz beş sene evvel Risale-i Nur'daki yüksek hakikatleri görmüş, o kudsî dersleri almış ve o zamandan beri ihlâs ve sadakatla gizli din düşmanlarına göğüs germiştir.  RNK-Tarihçe-i Hayat/206
  • SAV KÖYÜ (SAVA) Isparta’ya bağlı bir köydür. Risale-i Nur’un çoğaltılması için köy halkının tamamı seferber olmuştur. Bu gayretleri bizzat Üstad Bediüzzaman tarafından Risale-i Nur’un çeşitli yerlerinde “Medrese-i Nuriye, Nur dershanesi, Medresetü’z-Zehranın çok ehemmiyetli bir şubesi ve bir merkezi, Nurs karyesine arkadaş, kahramanlar yatağı” şeklinde takdir ifadeleriyle anılmıştır.
  • mâadâ den başka. Başka, gayrı, ayrıca, kalan, geçen, fazla, müstesna. Onların cesetlerinden, azaptan mâada birşey görünmez olur. Hatta o azap külçesinden fışkıran ah'lar, fizarlar, teellümler, sanki nefs-i azaptan neş'et ederler. Yani çağıran, bağıran, müteellim olan, ayn-ı azap olduğu sanılır. RNK-İşârâtü'l-İ'câz/134
  • muhıkk(muhik) (a.s. Hakkdan.) (a.s. Hakkdan.) Haklı. Hakkı yerine getiren, hak veren. Makul, doğru. İşte, Hazret-i Hüseyin, rabıta-i diniyeyi esas tutup, muhik olarak onlara karşı mücadele etmiş, tâ makam-ı şehadeti ihraz etmiş. RNK-Mektubat/88
  • âmed (f.i) Gelme, geliş, gelir, olur. Gelen, giren. Hükümet merkezinde bulunan il memuru. Der tarik-ı acz-mendi, lâzım âmed çâr-çîz:
Acz-i mutlak, fakr-ı mutlak, şevk-i mutlak, şükr-ü mutlak ey aziz! RNK-Mektubat/699
  • 1-çâr 2-çâr (f.s.) 1-Dört , cihar. i. Çâre. i. Tuğla ve çanak çömlek fırını. 2-Eski Rus İmparatorlarının ünvanları. Bulgar kralı. "Der tarik-i Nakşibendî lâzım âmed çâr terk  Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk"  RNK-Tarihçe-i Hayat/212
  • Hesti f. Varlık. Var olma. Mevcudiyet. "Terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hesti, terk-i terk"1 diye olan esâsâtı dimağıma ilişiyordu. Fakat bu söze cevap veren aziz Üstadımın beyanatı arasında, "İnsan bir kalbden ibaret olsaydı, bu söz doğru olabilirdi.  RNK-Barla Lâhikası/256
  • tarîk-ı acz-mendî Cenâb-ı Hakka karşı acz ve fakrını hissetme ve bunu bildirme yolu. Acizlikle birlikte insanın güçsüzlüğünü benimseyen yol, tarikat. Der tarik-ı acz-mendi, lâzım âmed çâr-çîz:
Acz-i mutlak, fakr-ı mutlak, şevk-i mutlak, şükr-ü mutlak ey aziz! RNK-Mektubat/699
  • çiz (f.i.) Şey, nesne. "Der tarik-i aczmendî lâzım âmed çâr çiz  Fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz." RNK-Tarihçe-i Hayat/212
  • halvet-i mergûbe Çok istenen, rağbet edilen kıymetli yalnızlık. Tenhâ bir yerdeki ibâdet hâli. Benim Rabb-i Rahîmim ve Hâlık-ı Hakîmim, o zulmü bana merhamete çevirdi ki, doksan sene mânevî bir ömrü kazandıracak şu şuhûr-u selâsede, beni bir halvet-i mergubeye ve bir uzlet-i makbuleye koymaya çevirdi. "Elhamdü lillâhi alâ külli hal"; işte hal ve istirahatim böyle... RNK-Tarihçe-i Hayat/220
  • safahât-ı âlem Âlemin safhaları, âlemin değişik bölüm ve kısımları, dünya hâdiseleri. Dünyanın siyasetine karşı niçin bu kadar lâkaytsın? Bu kadar safahât-ı âleme karşı tavrını hiç bozmuyorsun. Bu safahâtı hoş mu görüyorsun? Veyahut korkuyor musun ki sükût ediyorsun? RNK-Tarihçe-i Hayat/221
  • salâbet-i dîniye Din sağlamlığı, dinin emirlerini korumakta ve tatbik etmekteki ciddiyet. Enâniyeti terk etmeyen, salâbet-i diniyeyi ve kısmen de dinini terk eder. RNK-Mektubat/618
  • zâhid(a.s. zühd'den.) Dünyadan el etek çekmek. Dinin emirlerini yerine getirip yasaklarıdan kaçınan ve sakınan, ibadetle çok meşgul olan takva sahibi, zühd sahibi. Tas: Borç olan ibadetlerden, aslî vazifelerden başka dünya süs ve makamlarından feragat eden kimse. Sofi. Müttaki. Zühd ve perhizkârlıkla muttasıf. Hattâ ben, fakir ve muhtaç olduğum ve zâhid ve sofu ve riyazetçi olmadığım ve büyük bir şeref ve haysiyet ve hanedanlık haysiyetinden, şan ve şerefinden hissedar olmadığım halde, tarihçe-i hayatımda yazıldığı gibi, küçükten beri halkların mallarını, hediyelerini kabul edemiyordum, ihtiyacımı izhara tenezzül edemiyordum.  RNK-Emirdağ Lâhikası/84
  • mütegallib (a.s. galebe'den.) Zorba. Hak ve hukuka hürmet etmeden geçinmek isteyen. Mütegallip başlar, kendi kendilerine düştüler. Zulmün kapısı, onların yüzlerine yüzüne karşı kapatıldı. Düşenlere ayak vurulmaz. Sekeratta olanları bırak kendi haline; sekeratını tamam etsin. RNK-İlk Dönem Eserleri/496
  • kaziye-i felekiye Astronomi ile ilgili hüküm. şems-i hakikat olan Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyândan nurunu istifâza eylemiş ki, ‎نُورُ الْقَمَرِ مُسْتَفَادٌ مِنَ الشَّمْسِ 3 olan meşhur kaziye-i felekiyeye mâsadak olmuştur.  RNK-Tarihçe-i Hayat/263
  • SEMÂ-İ RİSÂLET Peygamberlik göğü ve gökyüzü gibi aydınlık yüksekliği. Peygamberlik seması, göğü. Peygamberliğin gökyüzü gibi aydınlığı. Hem diyebilirim ki, Üstadım Kur'ân hakkında bir kamer hükmünde olup, semâ-i risaletin şemsi olan Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdan nuru istifade edip Risale-i Nur şeklinde tezâhür etmiş. RNK-Tarihçe-i Hayat/263
  • Eflâtun Plâton. (M.Ö. 429 - 347) Aristo'nun üstadı, Sokrat'ın talebesi, eski Yunan filozofudur.(ö.i.) (öl. m.ö. 347) İslam felsefesi üzerinde önemli etkileri olan ilk çağ Yunan filozoflarından biridir. Kendisine omuzunun veya alnının genişliğinden dolayı Platon denmiş ve tarih boyunca hep bu adla anılmıştır. Arapçada "p" sessizinin bulunmaması ve yan yana iki sessiz harfin telaffuzundaki güçlük sebebiyle adı, İslâmi litaratürde Felâtun veya daha yaygın olan Eflâtun şeklini almıştır. Hocası Sokrat'ın demokrasi adına idam edilmesinin ıstrabını yaşayan Eflâtun'un felsefesini bu sebeple sosyal düzen ve insanın saadeti meseleleri teşkil eder. Eflâtun'un en önemli hocası Sokrat olmakla bereber, Kritilos, Timaios, Arkitas, şair Homeros ve Hesiodos gibi şahsiyetler onun fikir ve ilham kaynaklarından bazılarıdır. Tarihe "Akademi" olarak geçen okulun da kurucusu olan Eflâtun'un en ünlü talebesi Aristo'dur. Eflâtun m.ö. 347 yılında, seksen yaşlarında iken ölmüş ve Akademi'nin bahçesine defnedilmiştir. Eserleri: Eflâtun'un eserlerinin sayısı üzerinde tartışmalar olmakla beraber en önemli eserleri şunlardır: 1-Apologia (Sokrotes'in savunması). 2-Politeia (Devlet). 3-Politilos. (Devlet Adamı) 4-Nomoi (Kanunlar). 5- Epistolai (Mektuplar). 6-Symposion (Şölen). 7-Kriton. 8-İon. 9-Lakhes.
  • işkâl-i mantıkiye Mantıkla ilgili müşkül, mantık ilmi açısından çözümü zor kabul edilen konular. İşkâl-i mantıkıyeyi kıyâs-ı istikrâî cihetiyle on bine kadar iblâğ edip, hiçbir âlimin yetişemediği bir derece-i ihata göstermiş... Sünuhat isminde bir risalesinde gördüm ki, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, âlem-i mânâda, bir medresede ona ders verdiğini görmüş. O ders-i mâneviyeye binaen İşârâtü'l-İ'câz namındaki harika tefsiri yazmış. Bana birgün dedi ki: RNK-Tarihçe-i Hayat/265
  • müfreze (a.i. ferz'den.) Müstakil vazife yapmak için ordudan ayrılmış askerî birlik. Küçük askerî birlik. Bir kaç alaydan müteşekkil.  Yolda, Bediüzzaman ve talebelerine yakın bir alâka duyan müfreze kumandanı Ruhi Bey kelepçeleri çözdürüyor. Bu suretle namazlar kazaya bırakılmadan yola devam ediliyor. Hakikati ve Bediüzzaman'ın mâsumiyetini idrak eden müfreze kumandanı, Bediüzzaman ve talebelerinin bir dostu olmuştur. RNK-Tarihçe-i Hayat/270
  • târik-i dünya Hevâ ve hevesi terkeden. Dünyanın fâni olan cihetini terkedip Allah rızası yolunda olan. Dünyayı terk eden. Kendini târik-i dünya gösterip, halkın malını zâhiren almaz, gizli alır bir kurnazlık olmadığını nasıl bileceğiz?" RNK-Şuâlar/585
  • rükn-ü azîm En büyük esas, direk. Evet, Onuncu Söz, haşir gibi bir rükn-ü azîm, imanın etrafında çelikten zırh oldu, ehl-i dalâleti susturdu. Elbette hükûmet-i Cumhuriye bundan memnun oldu ki, meb'usanın ve valilerin ve büyük memurların ellerinde kemal-i serbestiyetle Onuncu Sözün nüshaları gezdi. RNK-Tarihçe-i Hayat/295
  • kuyûd-ı ihtirâziye Korunmak için ileriye ait tedbir kayıtları, bazı hakları kullanabilme şartı. Elbette kuyud-u ihtiraziyesi bulunacak. Yoksa, bu madde, bu geniş mânâ ile beni mahkûm ettiği gibi, bütün ehl-i diyanete ve başta Diyanet Riyaseti olarak, bütün vaizlere ve bütün imamlara, bana teşmil edildiği gibi teşmil edilebilir.  RNK-Tarihçe-i Hayat/315
  • fasl Ayrıntı, ayırma, ayrılma, kesme, bölüm. Halletme, neticelendirme. İki şey arasındaki ek yeri, mafsal. Mevsim. Bir kitabın başlıca bölümlerinden her biri. Bir defada icra olunan musiki. İhtilâf ettikleri bahislerde, musahhihâne, hakikat-i vakıayı faslediyor(düzelterek). Kezalik, dinden bir şeyi fasl(ayırma) veya olmayanı vasl etmek, ikisi de caiz değildir. Hem madem bahar faslında(mevsiminde), RNK-Sözler/153
  • intihâl Çalma, başkasının malını kendine mal etme, hırsızlık. ed. Bir eseri kısmen veya tamamen kendisine mal etme, başka bir şairin sözünü benimseme. diğerin intihal ve sirkatine ve temellük ve kendine mâl etmesine zemin ihzar ettiğinden RNK-Tarihçe-i Hayat/301
  • sadm Def'etmek, kovmak. Güç işe giriftar etmek.
  • inde'l-muhâkeme Hüküm verme anında, duruşma sırasında, yargılama esnasında. hem mühim keşfiyat-ı mâneviyeyi havi yüz yirmi kitap olan Risale-i Nur'un elde bulunan nüshaları müsadere edilmiş ve inde'l-muhakeme bütün ilmi ve mantıkî ve kanunî iddia ve müdafaatım, esbab-ı mucibe gösterilmeksizin, sebepsiz ve kanunsuz reddedilmiştir. RNK-Tarihçe-i Hayat/315
  • mahkeme-i temyîz huk. Temyiz mahkemesii, mahkeme kararlarının yolunda verilip verilmediğini tetkik etmekle görevli makam, yargıtay. Elbette Mahkeme-i Temyiz bu haysiyet ve şerefi sıyanet eder. RNK-Tarihçe-i Hayat/316
  • irsiyet Soydan gelen, soyaçekim, veraset. İrsiyet hakkındaki kanun-u medenînin, Kur'ân'ın bu iki âyetine muhalif maddelerini vaktiyle muvazene etmişim.  RNK-Tarihçe-i Hayat/317
  • rahne-dâr Gediği, yıkığı olan. Eksiği, bozuğu olan. mec. Zarara, ziyana uğrayan. Türlü türlü evhamın açtıkları menfezlerden, rahnedar kalan ruhuma tamam ve muvafık buldum RNK-Barla Lâhikası/506
  • indî Bir kimsenin kendi fikri, kendi görüşü, herkesin kendi fikir ve inanışına göre yapmış olduğu yorumlar, subjektif değerlendirmeler. zf. Bana göre, benim indimde, bence. delilsiz ve kanunsuz, indî(yanli, tarafli, subjektif) mütalâalarla açıktan reddedilmiş ve bu sebeple, otuz senedir Avrupa feylesoflarına ve medeniyetin sefih kısmına karşı Türk-İslâm hukukunu müdafaa eden ve tılsım-ı kâinatın muammâsını açan ve mânevî keşfiyatı hâvi risalelerim müsadere olunduktan başka, ahvâl-i sıhhiyem noktasında tahammül edemeyeceğim cismânî ceza  RNK-Tarihçe-i Hayat/319
  • nevâkıs-ı kânûniye Kanunun noksanları, eksiklikleri, yetersizlikleri. ve indettetkik tesadüf buyurulacak nevakıs-ı kanuniyeye binaen, RNK-Tarihçe-i Hayat/319
  • 31 Mart hadisesinin 31 Mart hadisesinin iç yüzü nedir ve Üstad Bediüzzaman Said Nursi'nin bu olayla irtibatı nedir. 31 Mart Vak’ası diye tarihe geçen bu olay, 14 Nisan 1909 tarihine rastlamaktadır. Tarihçiler bu olayın, kendi zulümlerini örtmek isteyen Ittihadçıların, II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesini temin etmek için, İngiliz Gizli Servisi’nin yardımı ile ve İngilizlerin aleti olarak tertipledikleri bir hadise olduğunda ittifak etmişlerdir. Ancak suç, samimi Müslümanlara yıkılsın diye, bir kısım dini sloganlar kullanılmış ve “şeri’at elden gidiyor” diye dine ve dindarlara hücum planları hazırlanmıştır. İttihadçılar, kendilerinin tertipledikleri bu olayı, dindarları mürteciler diye suçlayarak dindara yıkmışlar ve maalesef kendileri gibi düşünen tarihçileri de kullanarak, bu olayı en büyük irtica olayı diye takdim etmişlerdir. Böyle bir tertibi fiiliyata dökmek için hem yeterli sebepler vardır ve hem de memleketin bazı halleri böyle bir fitne için alevlendirici özellik arzediyordu. şöyle ki: Evvela, 31 Mart Vak’asının sebepleri nelerdi? A) Bu olayın asıl sebebi, İttihadçıların yaptıkları zulüm ve istibdaddı. İttihadçılar, tam bir zorba kesilmişlerdi ve muhaliflerini sokoklarda öldürecek kadar azıtmışlardı. Mesela, İsmail Mahir Pasa, muhalif gazetecilerden Ahmed Samimi ve Hasan Fehmi Bey İstanbul caddelerinde açıkça öldürüldü ve faili meçhuller artmaya başladı. Sultan Abdülhamid, Meşrutiyetinn gereği icraya karışmıyor ve sadece temsil vazifesini görüyordu. Devlete daha çok hakim olmayı isteyen İttahadçılar, yabancı devletler tarafından Abddülhamid’e karşı bir seyler yapmaya zorlanıyorlardı. Onlar için tek hedef, gölgesinden dahi korktukları Sultan Abdülhamid idi. B) Osmanlı Devleti’ni yıkma planlarının yapıldığı Meclis’teki vekillerin degişmesi için, millet tam manasıyla kaynıyordu. Ermenistan ve Rum Pontus tartışmalarıyla uğraşan Meclis’teki vekillerden halk rahatsızdı. C) İcradan uzak tutularak köşesine çekilmeye mecbur edilen Sultan Abdülhamid’in yeniden devlet ve millet lehine harekete geçmesini arzu edenler vardı. Çünkü İttihadçılar, İngilizlerin masası gibi, onu tahttan indirmek için meşgullerdi. D) Asker siyasete karışmıstı. Aldığı askeri ve dini terbiyeye aykırı işler yapmaya baslamıştı. Mesela Selanik ve Manastır’dan İstanbul’a getirilen III. Orduya ait subayları fiyakasından halk ve diğer ordu mensupları yaka silkmeye başlamışlardı. Bununla kalmayıp İttihadçılar, İstanbul’u korumakla görevli I. Orduyu tahkir ederek, III. Ordu'nun Selanik’teki tümeninden nigahbân-i hürriyet ve muhâfiz-i meşrutiyet adıyla avcı taburlarını İstanbul’a sevk ettiler. E) Hasan Fehmi Bey başta olmak üzere, faili meçhul olayların artması milleti tedirgin ediyordu. F) Ittihadçilar kendilerine muhalif gördükleri subayları ve hatta askerleri kadro dışı ediyorlardı; açıkça bir tasfiye hareketi başlamıştı. Bu durum da ciddi bir gerginlik sebebiydi. G) Hürriyet adı altında her türlü ahlaksızlık serbest hale gelmisti. Açıkça şer-i serife aykırı işleri yapan İttihadcılara karşı, halkta ve özellikle de sağını solundan ayıramayan Derviş Vahdet gibi bazı dindarlarda, idareye karşı bir nefret oluşmaya başlamıştı. Bütün bu sebeplerin bulunduğu bir ortamda, özellikle 24 Temmuz 1908 - 14 Nisan 1909 tarihleri arasında, her iki tarafa ait gazeteler, gerginliği artırıcı yayınlar yapıyorlardı. Partiler, sanki bir iç savaş olacak gibi fedai yazmaya başlayan cemiyetler kurmaya başladılar. Ittihadçılar, zafer sarhoşluğuyla baskı ve zorbalıklarını daha da artırmaya başladılar. Sınırsız hürriyet anlayışı, askerlere kadar aşılandı ve erler subaylara itaat etmez hale geldiler. Dine ve ahlaka aykırı bazı şeyler, askerlere telkin edilmeye başlandı. Orduda itaat ve ahlak bozulmaya başlayınca, dinde hassas ama muhakeme-i akliyede eksik olan bazı nâdânlar, iyilik yapıyorum zannıyla bazı fitne tohumlarını ekmeye başladılar. Hürriyetin yanlış anlaşılması ve tatbik edilmesi sonucunda, devletin idaresi cahillerin elinde kaldı ve herkes kendi başına hareket eder hale geldi. Istanbul serseri mayınlarla dolu bir hale gelmişti. İşte İngiliz Gizli Servisi’nin tahrikleriyle hareket eden İttihad ve Terakkiciler, 31 Mart 1325 günü yani 14 Nisan 1909 tarihinde, gergin durumu fırsat bilerek tertiplerini fiiliyata dökmeye karar verdiler ve III. Ordudan getirdikleri avcı taburlarına mensup neferlerin fişeğini patlattılar. Başlarında tek bir subayın dahi bulunmadığı ve sadece başçavuş ve çavuşların komuta ettiği bu erler, “şeri’at isterüz” deyü isyan ettiler. Ayasofya ve Sultanahmed Camii önlerinden toplanan kalabalık, Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa ile Meclis-i Meb’usan Reisi Ahmet Rıza Bey’in azlini ve bütün İttihadçıların sürgün edilmelerini istiyorlardı. Yukarıda zikredilen sebeplerden dolayı, isyan eden askerlere, başta hamallar olmak üzere her çeşit insan karışmıştı. Görünürde İttihadçılara karşı, şeriatı ve onun teminatı olan Abdülhamid’i kurtarmak için yapılmış bir isyandı. Ancak tamamen İttihadçıların ve İngiliz Gizli Servisi’nin, Abdülhamid’i tahttan indirmek ve bu arada dindar halkı da ezerek gözdağı verilmek için yapılmış bir tertipti. Bu serseri mayın gibi isyan eden askerler, İttihadçıların ileri gelenlerinden Ahmet Rıza Bey zannederek Adliye Nâziri Nâzım Paşa’yı ve Gazeteci Hüseyin Cahid zannıyla da Milletvekili Emir Şekib Arslan Bey’i öldürdüler. Sultan Hamid, II. Tümen kumandanını çağırarak âsileri dağıtmasını istedi; ancak Padişah’ın talimatını dinlemeyen komutan Ordu Komutanından emir almadığını söyleyecek kadar alçalmıştı. Maalesef Ittihadçı olan ve sonradan bu haline çok pişman olan Mahmud Muhtar Paşa ise, emir vermemekte direndi. Daha sonra isyan eden bu cahil askerlere, kendileri gibi cahil olan hamallar ve de sağını solundan fark edemeyecek kadar ahmak olan bazı dindarlar da katıldı. Zaten Ittihadçıların muhalifleri de böyle bir fırsat bekliyordu. Onlar da akıllı hareket edemediler. Iş, çığırından çıkmıştı. Bediüzzaman başta olmak üzere, bir kısım akıllı Islam alimleri, askerlere ve hamallara, bunun bir oyun olduğunu ve oyuna gelmemeleri gerektigini ikaz ettiler. Hatta Bediüzzaman, bir nutuk ile sekiz taburu itaata getirmişti. Ittihadçılar, Ingilizlerin aleti olmuşlar ve bütün Müslümanların ümidi haline gelen Abdülhamid’i indirmekten başka gaye gütmemişlerdir. Bu olayı kendileri tertip etmelerine rağmen, ısrarla bir irtica olayı olduğunu ifade etmeleri, günümüze kadar gelen devlet ile milletin arasını açmak âdetinin kötü bir başlangıcı oldu. Fırsatı ganimet bilen Ittihadçılar, olaylar büyüyünce, Selanik’ten Hareket Ordusu adını verdikleri kuvvetleri, Padişah’ı kurtarmak gibi yalancı bir sloganla İstanbul’a sevk etmeye başladılar. Bu hareket ordusunun sadece kumandanı olan Mahmut Şevket Paşa Müslüman ve Türk’tü. Askerlerin çoğu, yağmacı ve Müslüman katili olan Makedonyalılardı. Tam bir çapulcu ordusuydu. Olayın vahametini anlayan İstanbul’daki generaller ve özellikle I. Ordu Komutanı Nazım Paşa, Sultan Abdülhamit’e müdahale etmeleri gerektiğini anlattılarsa da, Müslümanı Müslümana kırdırmayacağını söyleyen Padişah, onlara gerekli talimatı vermedi. I. Ordu Kumandanı Nazım Paşa’ya, Hareket Ordusu’na silah çekmemeleri için yemin bile ettirdi. 25 Nisan’da Hareket Ordusu, Yunan ordusu gibi davrandı ve Yıldız Sarayı’nı yağmaladı. Kütüphane dışında Padişah’ın altın arabasını bile parçalayıp götürdüler. Daha sonra da 27 Nisan 1909’da Meclis-i Umumi’yi toplayarak Abdülhamit’i hal’ kararını silah zoruyla çıkardılar. En önemli ithamları, 31 Mart Vakasını tertip etmekle suçlamak idi. Hâlbuki bu tamamen yalandı. I. Orduya talimat vermemekte direnen Padişah, Müslümanı Müslümana kırdırmakla itham ediliyordu. Kısaca 31 Mart Olayı, Ittihadçıların tertipledikleri bir fitneydi; ancak muhalifleri olan Kâmil Paşazâde Said Paşa, İsmail Kemal Bey, muhalif gazetecilerden Mizancı Murad ve Volkan Gazetesi baş yazarı Derviş Vahdeti gibi bazı safdiller de durumdan pasta çıkarmak uğruna ateşe körükle gittiler ve fitne ateşini söndürmek yerine daha da alevlendirdiler. Neticede düşmanlar kâr etti; devlet, millet ve din zarar etti. Çünkü kurulan Divan-i Harbi-i Örfî çok masumları idam sehpalarında sallandırdı. Din düşmanı kesimlerin eline de tam bir irtica sermayesi verilmiş oldu. Bediüzzaman gibi allâmeler bile, 31 Mart Olayı ile suçlandılar; ama beraat ettiler. (1 ) ***  Dipnot:  1. Kur’an, Ahmed Bedevi, Inkilap Tarihi ve Jön Türkler, sh. 276 vd.; Osman Nuri, Abdülhamid-i Sâni ve Devr-i Saltanat, c. I, sh. 111; Danismand, Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. II; Öztuna, Osmanlı Devleti Tarihi, c.I, sh. 616-619; Bediüzzaman Said Nursi, Âsâr-i Bedî’iyye, sh. 309, 316-317, 324, 395-396, 441; Mektûbât, sh. 429; Badilli, Tarihçe-i Hayat I, sh. 235-260.  “Tarihçiler bu olayin, kendi zulümlerini örtmek isteyen Ittihadcilarin, II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesini temin etmek için, Ingiliz Gizli Servisi’nin yardımı ile ve Ingilizlerin aleti olarak tertipledikleri bir hadise oldugunda ittifak etmislerdir.” Kaynak: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Yeni Dünya Dergisi - Araştırma.
  • MENEMEN HÂDİSESİ Menemen’de 23 Aralık 1930’da patlak verdi. O sırada yedek subaylığını yapmakta olan Mustafa Fehmi Kubilay kargaşa çıkaranlarca öldürüldü. Olayı çıkaran, kendisini Mehdî ilân eden Giritli Mehmet (Derviş Mehmet) adında biriydi. 23 Aralık sabahı, gün doğarken Menemen’e girdi. Belediye Meydanında çevresine topladığı yaklaşık yüz kişiyle sloganlar atarak yürüyüşe geçtiler. Silahlı olan bu kişiler bir müfrezenin başında olaya müdahale eden yedek subay Asteğmen Kubilay’ı, ardından da Hasan ve Şevki adındaki iki mahalle bekçisini öldürdüler. Bu olay, takviye askeri birlikler tarafından bastırıldı. Hemen ardından Menemen ilçesi ile Manisa ve Balıkesir merkez ilçelerinde bir ay süre ile sıkıyönetim ilân edildi. Sıkıyönetim mahkemesi, 25 Ocak’ta yargılanan 105 sanıktan 37’si için ölüm cezası verdi. 6’sının ölüm cezası yaş haddi sebebiyle 24 yıl “idama bedel hapis cezası”na çevrildi. Diğer sanıklardan 20’sine bir yıl, 14’üne üç yıl, 6’sına 15 yıl, birine 12,5 yıl hapis cezası verildi, 27 sanık beraat etti. Üstad Bediüzzaman, çeşitli risalelerde, Menemen Hâdisesinin bahane edilerek Risale-i Nur ve Nur talebeleri aleyhinde bazı plânların yapıldığına dikkat çeker ve Nur talebelerinin böyle bir maksada alet olmayacağını söyler. Emirdağ Lâhikasında ise, zehirleme de dahil olmak üzere, inanılmaz baskılar yapılarak kendilerini de böyle bir hadise çıkarmaya zorladıklarını belirtir: “Gizli düşmanlarımız hükûmetin ehemmiyetli ve birkaç vazifedarlarını elde edip beni tazyikatla (baskı yaparak) Menemen ve Şeyh Said hadisesi gibi bir hadise çıkarmak için bütün kuvvetiyle, en hassas damarlarıma dokunduracak tarzda, her desiseyi istimal ettiler (kullandılar). Gördüler ki, Eski Said yok; yenisi ise herşeye tahammül ediyor. O plânı sair suikastlere, ezcümle zehir vermeye tebdil ettiler.” Okunma Sayısı : 1118
  • tahaffuz (a.i. hıfz'dan.) Korunma, sakınma. Kendini muhafaza etme, koruma. Barınma. Yalnız onun fesadı halka sirayet etmemek için, mesleğinin muzır ve fena olduğunu ilân etmek lâzımdır ki, herkes ondan tahaffuz etsin.  RNK-İşârâtü'l-İ'câz/137
  • bidayet-i hürriyet Hürriyetin başlangıcı; (1908) Hürriyet'in (II. Meşrutiyet) ilan edildiği zaman. Geçen sene bidayet-i Hürriyette elli-altmış telgraf umum şark aşiretlerine Sadâret vasıtasıyla çektim.  RNK-Tarihçe-i Hayat/84
  • sako Üste giyilen erkek elbisesi. (Palto, ceket vb.) Şu üstümdeki sakoyu, yedi sene evvel eski olarak almıştım. Beş senedir elbise, çamaşır, pabuç, çorap için dört buçuk lira ile idare ettim. Bereket, iktisat ve rahmet-i İlâhiye bana kâfi geldi. RNK-Tarihçe-i Hayat/332
  • mevhibe-i İlâhiye Allah vergisi, Cenab-ı Allah'ın ihsan ve hediyesi. Belki, bir mevhibe-i İlâhiye olan o esrar, hâlis bir niyetle ve dünyadan ve huzûzât-ı nefsaniyeden tecerrüd etmek vesilesiyle o feyizler gelebilir. RNK-Tarihçe-i Hayat/336
  • teklîf-i mâ lâ-yutâk Ağır ve güç yetmez olan teklif, kişinin yapamayacağı, gücünün yetmeyeceği bir şeyi ona yükleme. Hem madem ‎لاَ يُكَلِّفُ اللهُ نَفْسًا اِلاَّ وُسْعَهَا 1 sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur.  RNK-Tarihçe-i Hayat/337
  • mâlâyutâk Takat getirilmez, dayanılmaz, güç eytmez. "Fıtratını değiştir" gibi, zâhiren onlarca mâlâyutak bir teklifte bulunurlar.  RNK-Mektubat/62
  • anter(C: Anâtir) zoo. Mâvi sinek. Antere gibi diyecekti: مَۤاءُ الْحَيَاةِ بِذِلَّةٍ كَجَهَنَّمَ * وَجَهَنَّمُ باِلْعِزِّ فَخْرُ مَنْزِلِى * 1 Eski Said yok. Yeni Said ise, ehl-i dünya ile konuşmayı mânâsız görüyor. "Dünyaları başlarını yesin! Ne yaparlarsa yapsınlar; mahkeme-i kübrâda onlarla muhakeme olacağız" der, sükût eder. RNK-Tarihçe-i Hayat/341
  • hatme-i nakşiye Nakşî taritına mensup olanların biraraya gelerek yaptıkları zikir. Nasıl zikir dairesinde bir mecliste veyahut hatme-i Nakşiyede bir mescidde birbiriyle alâkadar heyet-i mecmuada nuranî bir vaziyet hissediliyor.  RNK-Tarihçe-i Hayat/357
  • maksûd-ı bizzat Kendi maksadı, şahsî gaye, şahsî amaç. Asıl maksatlar, esas kasdedilen. Şu risalede maksud-u bizzat olan tevhidin lâyühad berâhininden yalnız dört muazzam burhanına işaret edeceğiz.  RNK-Mesnevî-i Nuriye/316
  • mütekâbil (a.s. kabl'den.) Karşı karşıya olan, yüz yüze, karşı karşıya, karşılıklı. mat. Karşıt. Eğer bu iki mütekabil kuvvetler bir seviyede olsaydı, onun tamirinde mu'cizevâri muvaffakiyet ve fütuhat görülecekti. RNK-Kastamonu Lâhikası/186
  • zü'l-karneyn İki boynuzlu. Kur'ân-ı Kerim'de adı geçen ve Peygamber olup olmadığı tam bilinmeyen büyük bir hükümdar ismi. İki zülüflü yahut da şark ve garbın hakimi olduğu için böyle denilir. Eski Yemen Padişahlarından birisidir. Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm zamanında bulunup Hazret-i Hızır'dan ders almıştır. Bazıları yanlış olarak bunu İskender-i Rumî ile karıştırır. İskender-i Rumî Milâddan 300 sene evvel yaşamış ve Aristo'dan ders almıştır. Yemen'li İskender'e İskender-i Kebir de denir. (Bak: Karn)
  • medâr-ı imtiyaz İmtiyaz vesilesi, farklı ve üstün olma sebebi. Ve tevafukun beş altı nev'i bize ve mesleğimize medar-ı imtiyaz ve vesile-i teşvik olarak verilmiş. RNK-Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî/176
  • medâr-ı nazar Göz önünde bulundurulması gereken. Öyleyse, imanı tehlikeye mâruz her adama, bütün küre-i arzın saltanatından daha fâideli bir saltanat, bir fütuhat kazandıran Risaletü'n-Nur, elbette bu âyetlerin, bu asırda, bu beşaretlerinin kastî bir medâr-ı nazarlarıdır. RNK-Kastamonu Lâhikası/41
  • muvaffak-ı bi'l-hayr Hayırlı işlerde, hayırlı hizmetlerde başarılı olan. Hayırlı hizmetlerde muvaffakiyet. Cenâb-ı Hak ve Feyyâz-ı Mutlak âcilen murad ve matlubunuza muvaffaku'n-bilhayr eylesin, âmin. Bâki Hakkın birliğine emanet olunuz." RNK-Tarihçe-i Hayat/378
  • ulüvv-i cenâb Mertlik, cömertlik, büyüklük. Uluvv-ü cenâb, uluvv-ü himmet bunlardadır. Fazîlet ve himmet bunlardadır. Onun için buraya geldim." RNK-Lem'alar/446