Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)

In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten

--------------------

Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.

Lektion lernen

  • ittihad Birleşmek. Birlik üzere âmil olmak. Birlik. Aynı fikirde olmak. (Bak: İhtilaf)       Belki akıl ve kalbin ittihat ve imtizacı ve ruh ve sair letaifin teavünü ayağıyla hareket ederek evc-i âlâya uçar.  
  • şimal Kuzey. Sol, sol taraf.         Binanın yapılması zamanında, aynı günde şark, şimal, garp, cenuptan o cevherli taşlar kolaylıkla celb olup yapıldığını görsen, hiç şüphen kalır mı ki, o kasrı yapan usta, bütün küre-i arza hükmeden bir hâkim-i mu’cizekârdır?
  • MUSAĞĞAR Küçültülmüş.             O zîhayat, meselâ şu insan, âdetâ kâinatın bir misâl-i musağğarı, şecere-i hilkatin bir semeresi ve şu âlemin bir çekirdeği gibi ki, envâ-ı âlemin ekser numûnelerini câmi’dir.  
  • şüreka (şerik. C.) şerikler, ortaklar. Ortak, rakip.       Hem de şürekâya hiçbir ihtiyaç olmadığı ve kâinat onlardan müstağni-yi mutlak oldukları halde, şerik-i ulûhiyet gibi, rububiyet ve icad şerikleri dahi mümtenidirler, vücutları muhaldir.  
  • TALTİF  İltifat etmek. Gönül almak. Yumuşatmak.           (Mustafa Kemal şifreyle iki defa beni Ankara’ya taltif için istedi.)  
  • istimrâr Devam etmek Sürüp gitmek. Kavi ve dâim olmak. Fakat o şeriattaki ahkâmın yeknesak istimrârına istinaden vehim,  RNK-İlk Dönem Eserleri/178
  • maslahat (a.i. sulh'dan. ç. mesâlih.) İş, emir, husus, madde, keyfiyet. Ehemmiyetli iş, yerine göre icab eden iş, davranış. Barış, dirlik, düzenlik, barış yolu. Kârlı iş. Uygun iş. Fayda, maksad, keyfiyet. (Zıddı; mefsedettir)         Fakat o seyyiâtı, çok mesâlihi tazammun eden bir kanun-u İlâhî ile icad eden yine Haktır. 
  • 1-İBÂD 2-İBAD 3-İBAD 1-Kullar. 2-Tıb: Bacaklarda diz mafsalının iç kısmındaki büyük damar. 3-Devenin ayağını bağladıkları ip.         O su ile bağ ve bostanları, hubûbâtı, yüksek leziz meyveli hurma gibi ağaçları halk edip, ibâdıma rızkı onunla gönderiyorum, yetiştiriyorum.
  • matlub (a.s. taleb'den. ç. matlûbât.)   Talebedilen, istenilen, İstek, aranılan şey. tic. Alacak. Ödünç verilmiş. Acaba o zât, o matlubu kimden istiyor? Evet, öyle bir Zâttan talep eder ki, en gizli ve en küçük bir hayvanın cüz'î bir ihtiyacı için lisan-ı haliyle yaptığı duayı işitir, kabul eder, ihtiyacını yerine getirir.  RNK-Mesnevî-i Nuriye/43    
  • tehlil (a.i. hell'den. ç. tehlîlât.) #Lâ ilahe illallah# sözünün tekrar edilmesi. Allah'dan başka ilah olmadığını ifade etme; Lâ ilâhe illâllah sözünü tekrarlama, lâ ilâhe illâllah deme.  
  • ihvân Kardeşler. Eş, dost. Sâdık arkadaşlar. Aynı mezheb veya tarikata mensub olanlar. Bir meclis-i ihvanda güzel karı girdikçe, riyâ ile rekabet, haset ile hodgâmlık depretir damarları. RNK-Sözler/986
  • tebârüz (a.i. bürûz'dan.) Belli olma, belirme, görünme, gözükme, bariz hale gelme. İki düşmanın çarpışma için meydana çıkması. tıp. Bir şeyin çıkıntısı olması, meydanda bulunması.    ve dolayısıyla kelamın derece-i ulviyeti tebarüz eder.
  • MÜKÂLEME Konuşma. Karşılıklı konuşma. Anlaşma. Müzakere. Muhavere. Söyleşme.   Benim evlâdımdan birisi o müceddidle mükâleme ve musafahada olacaktır’ demiş.
  • lâyemut Ölmez, mahvolmaz, hayatı sona ermez, sonu olmayan, ölümsüz.   "Bu dar yerde ve karışık ve birbiri içinde yazılan bahar kitabından daha kolay olarak, geniş bir yerde güzel ve lâyemut bir kitabı yazacağım ve size okutturacağım"
  • ikan (a.i yakîn'den.) Sağlam biliş, iyi bilme; delil ve bürhan üzere kabul ediş. İyi ve yakînen bilmek. Sağlam bir iş. Yakin hasıl etmek ve edilmek suretiyle bilmek. Emmâre olan nefsimizin emrine uyduk,  Ver bizlere sen nur ile îkan, yine ey nur-u Kur'ân!  RNK-Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî/310
  • MERBÛT Bağlı. Rabtedilmiş. Mensub. Ekli. Ulaşmış, bitişmiş, bitişik.     Küçük şeyler büyük şeylerle merbuttur 
  • 1-TAHSİN (a.i. hüsn'den. ç. tahsînât.) 2-tah Beğenme, güzel bulma. Süsleme, güzelleştirme. Aferin deme, alkışlama. Hayran olma. (a.i. hısn'dan.) Kale gibi sağlamlaştırma. Muhafaza altına alma, koruma.       Elhak takdir ve tahsine çok lâyık olan bu çiçeği kokladıkça, ruhumuzdaki iştiyak yükseldi.    
  • irtisam (a.i. resm'den. ç. irtisâmât.) Resmedilme, görüntü, resmi çıkma, resimli ve nişanlı olma. Emredilen şeye uyma, emri yerine getirme. Cenâb-ı Hakkı tekbir ve O'na ilticâ etmek. geo. Cisimlerinin şekillerinin düz bir yüz üstüne çizilmesi, izdüşüm. Damgalama, marka işareti koyma.   Evet, aynada irtisam eden bir bahçe, hareket, tegayyür ve sair ahvalinde aynaya tâbi olduğu gibi, her şahsın âlemi de, merkezi olan o şahsa tâbidir:
  • TEELLÜM Elem duyma. Kederlenme. Tasalanma.        Yani çağıran, bağıran, müteellim olan, ayn-ı azap olduğu sanılır. 
  • TEZEYYÜN Süslenme. Bezenme.         Nasıl ki zahiren, perde-i esbab olan güneşten, kamerden ve kevkeb-i münirden bütün kainat tenevvür ve tezeyyün ve bütün eşya neşvünema ve hayat buluyor.    
  • TÜRÂB Toprak, toz.             Hem "dört unsur" denilen su, hava, nar, toprak (türab) ile beraber, "mevâlid-i selâse" denilen maâdin, nebâtat ve hayvânâtın yedi tabakaları ve yedi kat âlemleri,
  • sâbıkan Bundan önce, evvelce, az önce geçtiği gibi.           Sâbıkan beyân ettiğimiz gibi, hayat, kesrette bir tarz-ı vahdeti temin eder, bir nevi bekàya sebebiyet verir. Demek, vahdet ve bekà, ruhta esastır ki, ondan kesrete sirâyet eder.
  • TUYUR Kuşlar, uçan cisimler. Birbiri ardınca iade etmek, peşpeşe geri çevirmek. Tekrarlamak.       O Sultan-ı Ezelin bu tarz hayvan tuyûru kesretle münteşirdir şu meydan-ı fezâda, muhteşem ve pürcemâl.
  • TEVDÎ (a.i. ved'den. ç. tevdî'ât.) Emanet olarak bırakma, emanet etme. Teslim etme. Veda etme. Devretme.       İnsana tevdi edilen açlıkla nimetlerin lezzetleri tebarüz ettiği gibi;
  • SEKENÂT (a.i. sekne'nin ç.) Durma, hareket etmeme. Durmalar, duruşlar. Bir şeyin durmuş hâli.       İnsan-ı ekber olan âlemin harekât ve sekenâtını tanzim eden, sıfat-ı irâdeden gelen Şeriat-ı kübra-yı fıtriyedir ki bâzan yanlış olarak tabiat tesmiye edilir.
  • habbe Tane. Tohum. Su üzerinde olan hava kabarcıkları. İhtiyaç. Parça. Dirhemin 1/48 kadarı. 71 miligrama tekabül eden eski bir ağırlık ölçüsü. Gammazlık yapan kadın. Risâle ismi.   Çünkü, herbir çiçeğin güzel ağzı ile ve muntazam sümbülün lisâniyle ve mevzun tohumların ve muntazam habbelerin kelimâtıyla hikmeti gösteren o nizam, bilmüşâhede, ilmi gösteren bir mîzan içindedir.  
  • iltibas Birbirine benzeyen şeyleri şaşırıp birbirine karıştırmak. Yanlışlık. Karışıklık. Tereddüt. Şüphe.     Şu iltibasın en mühim sebebi şudur (mezkûr tahkikata binâen iltibâs etmiş, aldanmış, zayıf vücudları görmemiş.)
  • fârika Ayırıcı özellik. Fark eden, ayıran. Fark olunmasına, ayrılmasına sebep olan. Karakteristik. (bkz. fârık.)     habbeciklerden o iki yüz bin nevilerin farikalı ve intizamlı      
  • müşâbih (a.s. şebeh'ten.) Benzer.             Birbirine müşabih olurlarsa, tatları bir midir, yoksa ayrı ayrı mıdır?
  • TEKEFFÜL Boynuna almak. Birine kefil olmak. Kefâlet etmek veya vermek.       Ve herkesin yâdına getiriyorlar ki, bütün şerâit-i hayatiyelerini tekeffül eden öyle bir vekilleri var ki, 
  • rûznâme Günlük. Hergün kaydedilen. Vakit cetveli, takvim. Günlük gazete, günlük hâdiselerin yazıldığı kâğıt. Bir meclis veya hey'etin müzakerat proğramı. Hergünkü gelir ve giderin kaydedilip yazıldığı defter. bir ruznâme olduğu, gayet kat'î bir surette tafsil edilmiştir. Ona müracaat edilsin.  RNK-Sözler/729
  • CEVÂRİH (a.i. câriha'nın ç.) El, ayak gibi vücud azaları. Avcı Kuşlar. (Cevârih, cârihanın cem'idir ki, esasen cerhden me'huz olup te'sir mânası mülâhazasıyla kâsibe mânasına isim olmuştur. Cevarih, kevasib demektir. Bunun için el, ayak ve ağız gibi yaralayıcı âlet olan azaya cevarih denildiği gibi, av tutan yırtıcı hayvanlara ve kuşlara dahi kevasib ve cevarih denilir ki, burada murad budur. E.T.) ve cevarih ve âlât ve âzâlarının kelimeleriyle hamd ve şehadet eden bütün hayvanat
  • tefevvuk Üstünlük, üstün olma. Fâik ve daha büyük olma. Üstün gelme.         On İkinci ve Yirmi Yedinci Sözlerde ve Sahabeler hakkındaki Zeylinde katî ispat edilmiştir ki, Sahabelerde öyle bir hassa-i sohbet var ki, velâyetle yetişilmez ve Sahabelere tefevvuk edilmez ve enbiyaya hiçbir vakit evliya yetişmez. 
  • KARYE Köy             Ezcümle, karyem Nurs’tur, merhum validemin ismi Nuriye’dir. Nakşî üstadım Seyyid Nur Muhammed’dir.
  • mufarakat Ayrılık, ayrılmak.            İstanbul’da binler sevdiğim dostlarımdan mufarakat gibi, çok sevdiğim İstanbul’dan da ayrılacağım.     
  • muvakkat Vakitli. Geçici. Fâni. Devamlı olmayan. Eğreti.   Halbuki, bu muvakkat dünyada, o hikmet, o adâlete lâyık binden biri insanda icrâ edilmiyor, tehir ediliyor.
  • MUSAHİB (a.s. sohbet'ten.) 1-Sohbet eden, birbiriyle sohbet eden, arkadaş. 2-Hükümdarın yanında bulunan sözü-sohbeti dinlenir sobet arkadaşı, nedim.         Hem bir ağacın meyveleri, şuurları olsa, birbirinin kardeşi ve birbirinin bedeli ve musahibi ve nâzırı olduklarını hissederler. 
  • visâl (Vasıl. dan) Vâsıl olma. Sevdiğine ulaşma. Kavuşma. Ayrılıktan kurtulma.     Zulmet olmazsa, ziyâ tahakkuk etmez. Firâk olmazsa, visâl lezzet vermez ve hâkezâ."  
  • mikyas Kıyas edecek, ölçecek âlet. Ölçü âleti. Uzunluk ölçüsü. Ölçek.       Şükrün mikyâsı kanaattir ve iktisattır ve rızadır ve memnuniyettir.    
  • MÜTEELLİM Acı çeken, elemli ve kederli olan. Acıyan, elemli ve kederli olan.         O biçare mahpus, hem kendi elemini çekiyor, hem veledinin istirahatini temin edemediği için, onun zahmetiyle müteellim oluyordu. 
  • i’lâ Yükseltme, yüceltme.         Eski zamandan beri istiklâl-i İslâmın bekàsı, hem kelimetullâhın i’lâsı için, farz-ı kifâye-i cihadı, o lâzıme-i diyânet,
  • şâkir Allaha şükreden. Hâlinden memnuniyetini bildiren.           Ve o ağlayıcı ve şekvâ edici, kimsesiz yetimler, birer tesbih içinde zâkir veya vazife paydosundan şâkir sûretine girdi. 
  • gınâ Zenginlik. Yeterlik. Tok gözlülük. Mülâki olmak. Bir kimseye dostluğunda devamlı olmak. Bıkma, usanç. Şarkı söylemek. Teganni etmek. (Yüz çevirdik servetlerden, gınâdan, Nur isteriz, geçmeden bu fenadan) hem süflî bir vaziyette sarhoş bir ayyaşın velvele-i gınâsının (şarkı demektir) nisbeti ile,  RNK-İman ve Küfür Muvazeneleri/134  
  • TEZELLÜL Zillete katlanmak. Aşağılanmak. Alçalmak. Hor ve hakir olmak. Kendini alçak tutmak.     (Onlara tezellül edip minnet çekme.)  
  • şûle Alev, ateş alevi. Parıltı, ışıltı. Risâle ismi.         Risâlenin başından şuraya kadar bütün Şûleleri, Şuâları, Lem’aları, Nurları, Ziyâları nazara topla, birden bak.
  • hüşyar Uyanık, akıllı, zeki. Ayık. Uslu.       Kalbi hüşyar bir zat namazdan sonra sübhânallah, sübhânallah deyip tesbihi çekerken, o daire-i zikrin reisi olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselamın müvacehesinde yüz milyon tesbih edenler,
  • 1-Tefrik 2-Tefrik 1-Birbirinden ayırmak, seçmek, ayırdetmek, ayrı kılmak.     Korkutmak. 2-Ovdurmak.       Risâle-i Nur, nifak ve şikàkı, tefrikayı, fitne ve fesâdı kaldırıp, kardeşliği, uhuvvet-i diniyeyi, tesânüd ve teâvünü yerleştirir. Risâle-i Nur mesleğinin bir esâsı da budur.      
  • ELVÂN (a.i. levn'in ç.) . 1-Levnler, renkler, çeşitler. 2-Çok renkli, rengârenk. 3-Çeşitli.         İ’lem eyyühe’l-aziz! Esmâ-i Hüsnânın herbirisi ötekileri icmâlen tazammun eder: ziyânın elvan-ı seb’ayı tazammun ettiği gibi. 
  • HURDE Ufak şey, ufak parça, ufak, ince. Bir şeyin küçüğü, ufağı. Pek ince ve küçük yazı. mec. Eskiyip işe yaramaz hale gelmiş eşya vs. Hurda. Ufak ve kırıntıdan ibaret olan. Yenilmis.  
  • 1-İNKİSÂR 2-İNKISAR 1-Kırılma.   Gücenme.   Beddua ve lânet okuma.   Şikeste olma. 2-Kısalma, kısa olma.        Fakat mesleğimizde ve hizmetimizde, bazı arızalarla, inkisar-ı hayal cihetiyle, şükür yerine, meyusiyetle şekva etmeye sebep olu