Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)

In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten

--------------------

Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.

Lektion lernen

  • 1-İnkısam 2-İnkısam 1-Kısımlara ayrılma. Bölünme. Taksim olunma. 2- Kırılıp ayrılma. Parçalanma.       Belki, ehl-i hakkın, ekseriyetle âhirete ait olan faydaları düşünmekle, o ehemmiyetli ve kesretli meselelere hamiyeti, himmeti, mertliği inkısam eder. 
  • Müzekki (Zekât. dan) Tezkiye eden, temizleyen, aklayan, arılayan.  Cenâze töreninde tezkiye eden. Mahkeme şahitlerini araştırıp durumlarını mahkemeye bildiren. Huk: Şâhitleri gizli olarak tezkiye eden kimse. Eskiden hâkimler, şâhit olarak gösterilen kişilerin iyi kimse olup olmadıklarını, şehadetlerinin kabul olunabilip olunamıyacağını icab eden kimselerden sorarlar, haklarında; "İyidir" denilenlerin şehadetlerini kabul ederlerdi.     Evet Risale-i Nur kalblerin fâtihi ve mahbubu, ruhların sultanı, akılların muallimi, nefislerin mürebbii ve müzekkîsidir.  
  • 1-Mass (Mâssa) 2-Mass 1-Emmek. Bir şeyi eme eme içmek.    Emici. 2-Yakın olan.    Dokunan. Değen.     İlim ile gelen mesâil-i imâniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecata göre ruh, kalb, sır, nefis ve hâkezâ, letâif kendine göre birer hisse alır, masseder.         
  • şikak Nifak, ikilik, ittifaksızlık.         Risale-i Nur, nifak ve şikakı, tefrikayı, fitne ve fesadı kaldırıp; kardeşliği, uhuvvet-i diniyeyi, tesânüd ve teâvünü yerleştirir.         
  • MÂTUF Ait olan. Mâil olan. Yöneltilmiş. Bir tarafa meyletmiş. İsnadedilen     Bizim tesanüdümüz herhangi bir dünyevî ve siyasî gaye ve işe mâtuf değildir.      
  • 1-Taht 2-Taht f. 3-Taht f. 1-Alt. Aşağı.    Gr: Gelecek olan zamir. 2-Hükümdarların oturduğu büyük koltuk.    Hükümdarlık makamı. 3-Yağma, talan, soygun, çapul.   O büyük İslâm müellifleri ve İslâm dâhileri, herhangi bir hükümetin, senelerce ağır bir esâret ve koyu bir istibdâdı tahtında olmaksızın, Kur’ân ve İslâmiyete hakkıyla ve hâlis bir surette hizmet etmişlerdi    
  • Engizisyon f. . XVI. ve XVII. asırlarda Hristiyan Katolik Mezhebine âit kiliselerden alâkayı kesen veya Papa'ya karşı gelenlere yapılan -insanları arslanlara parçalatmak, fırında yakmak gibi- dehşetli işkenceler veya onları bu azaba mahkûm eden mahkemelere verilen isim. Çok ağır ve çok zâlimce cezâya hükmeden mahkeme. Çok ağır işkence.          
  • meclûb (a.s. celb'den.) Celbolunmuş. Çekilmiş. Kapılmış. Tarafdarlığı kazanılmış kimse. Taraftar hâline getirilmiş.  Aşık. Tutkun. Aşırı bağlı.       bu Nur’un âşıkı, bu Nur’un pervânesi, bu Nur’un meclûbu, bu Nur’un muhibbi olmuşlar;            
  • dûçar f. Yakalanmış. Çatmış. Mübtelâ. Ulaşmış.       muzır ve habis faaliyetlerini akamete dûçar ve dinsizlik esaslarının temel taşlarını, param parça etmiş 
  • hâk ile yeksan Yerle bir.         haris ve müstebid uşaklarını, hâk ile yeksân edip izmihlâl ve inhidâm-ı mutlakla mağlup eden ve edecek yegâne çarenin,      
  • izmihlâl Yok olma, yok olup gitme, mahvolma. Yıkılma, çökme, alçalma.         İşte: Eski hal muhal, ya yeni hal veya izmihlal 
  • tufeylî Dalkavuk, çanak yalayıcı. Başkalarının sırtından geçinen, asalak. 3- biy. Parazit, asalak. Sahte. (Davetsiz ziyafete giden Tufeyl adında birisinin ismindendir)     Yoksa, tufeylî olarak izinsiz tefsir, şeriat kitaplarına girmiş emirlerde hüccet değildir. Zira onlarda tufeylî olabilir.      
  • zebûn f. Zayıf, âciz. Güçsüz, dermansız, kuvvetsiz. Biçâre, zavallı. Üzgün, kahırlı. Alışverişte aldanan.     Nefs-i emmarenin zebunu, cin ve ins şeytanlarının hedefi olmaktan kurtulamadık ise de, bu hasbî ve Kur’ânî hizmetten zevk alıyoruz, lâyıkıyla yapamıyorsak da yolunda bulunuyoruz.
  • Emperyalizm f. Bir devletin, sınırlarını genişletme politikası. Sınırları genişletmekteki gaye, başka memleketlerin zenginlik kaynaklarını ele geçirme ve insanlarını kendi hesaplarına çalıştırmaktır. Bu maksat için çok defa silâhlı harp, hem masraflı, hem de hürriyet fikriyle bağdaşmadığından zamanımızda daha sinsi ve maskeli bir emperyalizm şekline başvurulmaktadır. Modern emperyalizm denilen bu şekil iktisadi ve kültür hayatı bakımından bir ülkeyi kendine bağlamak suretiyle menfaat (yarar) sağlamaktadır. Gelişmiş ülkeler, az gelişmiş ülkeleri bu yolla kendilerine bağımlı hâle getirmektedir. İnsanlarını kendi kültür ve ideolojileriyle yetiştirdikleri için felsefe, siyasi görüş ve yaşayış bakımından kendilerinden ayrılamaz hâle getirmek isterler.        
  • Müstemleke Başka bir devletin idaresi altında bulunan memleket. Hicret etmişlerle iskân edilmiş yerler. Sömürge.       Garbda bir-iki milyonluk küçük bir devlet, Şarkta yirmi milyon Müslümanları kendine hizmetkar ve vatanlarını müstemleke hükmüne getirmiş. 
  • inhidâm (a.i. hedm'den.) Yıkılma, çökmek, hezimet,harap olma, viran.         Evet, Risale-i Nur’daki hakaik-i Kur’âniye öyle bir kuvvettir ki, bu kudret karşısında, küfr-ü mutlakın ve dinsizliğin temelleri târümâr olacak, inhidam çukurlarına yuvarlanarak geberecektir.    
  • tebcîl (a.i. becl, bücûl'den. ç. tebcîlât.) Yüceltme, ululama, birisine tazim etme, saygı gösterme, ağırlamak, hürmetle hareket etmek.         Umum kadirşinas insanlar Risale-i Nur’u ve sizi ebediyen tebcil ve tekrim edeceklerdir.        
  • tekrîm (a.i. kerem'den. ç. tekrîmât.) Hürmet, saygı gösterme, ululama, yüceltme.         Risale-i Nur’u, bütün ruhu canımızla, bütün mevcudiyetimizle seviyor ve tekrim ediyoruz.    
  • fazîlet (a.i. ç. fazâil.) Değer; meziyet, ilim, îmân ve irfan itibâriyle olan yüksek derece. Kişiyi ahlaklı, iyi hareket etmeye yönelten manevi kuvvet, erdem. İyi ahlak, iffet, namus, iyi huy. Bilgi, hüner.     "Benim ve benden evvelki peygamberlerin sözleri içinde en faziletlisi Lâ ilâhe illâllah’tır"          
  • irfân Bilme, biliş, anlayış, vukûf. Hakikata vakıf olma, künhe varma, bir şeyin özüne inme, ilim ve zekâ ile meydana gelen olgunluk. Allah'ı bilme ve tanıma, ma'rifetullâh. tas. Yaradılıştan bilme, anlama, Allah'ın sır ve gerçeklerini kavrama, kâinatın sırlarını bilme kudreti. Kültür. Mücazat. Fık: Esrar-ı İlâhiyeye, iman ve Kur'an hakikatlarına vukufiyet. (İlim ile irfan ve ma'rifet arasında fark vardır: İlim, vech-i küllî ile, yani her vechesiyle bilmektir. İrfan ve marifet ise; vech-i cüz'î ile bilmektir. Bu cihetle Cenab-ı Hakk'a irfan ve marifet isnad olunmaz. Fıtrî istidat eseri olarak inceleyerek tefekkür edip bilmektir. Buna "İlm-i Ledün" ve İlm-i Rabbanî" de denir.) (Bak: Ârif)    Bütün çalışmaları ilim ve irfan ve hakaik-i imaniyeyi neşretmektir.        
  • şad f. Sevinçli, ferahlı, memnun, mesrur, şen, bahtiyar.       Akıllara hayret veren bu ulvî hadise, münkirleri kahrettiği gibi, mü’minleri de şâd ve mesrur eylemekte devam edip gidiyor.          
  • müselsel (Silsile. den) Birbirine bağlı, arka arkaya gelen. Zincir halkaları gibi bir sırada olan. Edb: Bütün mısraları kafiyeli manzume.       Demek, şu Sure-i İhlas ta, kendi miktar-ı kametinde, müselsel, hem müretteb otuz sure münderiç.       
  • mi'yâr (a.i. iyar'dan.) Ölçü. Bir şeyin kıymet ve vasfını gösterir olan. Kıymetli maddelerin ayar ölçüsü. Bir şeyin kıymet ve saflık derecesini gösteren âlet. Ölçü. Ağırlık ölçülerinin kanuni örneği.     sadakat ve samimiyetini gösteren en gerçek mi’yar, dâvâsını ilâna başladığı ilk günlerle, muzaffer olduğu son günler arasında ferdî ve içtimaî,    
  • Billur Şeffaf, parlak taş, elmas gibi kıymetli. Cam gibi parlayan.         "Onlar gümüş beyazlığında, billûr berraklığında kaplardır."
  • 1-ihtirâs 2-İhtiras (Hiraset. den) 3-İhtiras 1-(a.i. hırs'dan.)    Aşırı istek sahibi olmak, hırs duymak, şiddetli arzu. 2-Kaçınmak, kendini korumak, muhafaza etmek.    Kesmek. 3-Ekme.     hangi zavallı teveccüh ve iltifatlar ve hangi pespâye gaye ve ihtiraslar tatmin, teskin ve tesellî edebilir?    
  • bezm-i elest Elest meclisi, Allah'ın ruhları yarattığında, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" anlamındaki sorusuna, ruhların, "Evet, Rabbimizsin" diye cevap verdikleri an.           Kur’ân ona yâd ettiriyor “Bezm-i Elest”i. 
  • pespâye Payesi, derecesi aşağı olan, aşağı dereceli. Aşağılık, adi, alçak, soysuz.  hangi zavallı teveccüh ve iltifatlar ve hangi pespâye gaye ve ihtiraslar tatmin, teskin ve tesellî edebilir?
  • celadet Yiğitlik. Bahadırlık. Kuvvet ve şiddetlilik. Muhkemlik. Salâbet, metânet.     Oradan insanlığa ulvî bir gaye uğrunda sabır ve sebat, metanet ve celâdet dersleri verir.
  • fenâ fillah tas. Allah'ın varlığında yok olma, kulun zat ve sıfatının Hakk'ın zat ve sıfatında fâni olması. Dünya ile alâkayı kesip Allah`a yönelme; Allah yolunda kendini fedâ etme.     Büyük mutasavvıfların (r.a.) fena fillâh, bekabillâh diye tarif ve tavsif buyurdukları yüksek mertebe, işte bu kudsî şerefe nail olmaktır.      
  • salah Bir şeyin en iyi hâli. Rahatlık, sulh, iyileşme, düzelme, iyilik. Dine olan bağlılık. Her hayra câmi faziletlerin toplanmasında hâsıl olan yüksek bir sıfat. (Mukabili fesad ve fücurdur)        Ve herkes, iman ve irfanı, salâh ve takvâsı, feyiz ve mâneviyatı nisbetinde bu İlâhî hazdan feyizyâb olabilir.
  • bekabillah Allah ile var olmak.          Büyük mutasavvıfların (r.a.) fena fillâh, bekabillâh diye tarif ve tavsif buyurdukları yüksek mertebe, işte bu kudsî şerefe nail olmaktır.    
  • tebellür (a.i. billur'dân.)  Billurlaşma, billur haline gelme. Parlak, şekilli olup ve donup katılaşmak. Açığa, meydana çıkma, belirme.     Çünkü bu İlâhî dâvâ, Kur’ân-ı Kerîmin nur deryasında tebellür eden bir varlık olduğu gibi, Kur’ân’dan doğmuş ve Kur’ân’la beraber yaşayacaktır...
  • mebnî s. Bina olunmuş, kurulmuş. Bir şeye dayanan, istinat eden. ...den dolayı, ... den ötürü, sebebiyle, binaen. gr. Arapça'da son harfi hiçbir şekilde değişmeyen, sâbit harekeli kelime.   Ve işte bu hikmete mebnidir ki, o günden beri her sözü bir dilim lâv, her fikri bir ateş parçası olmuş, düştüğü gönülleri yakıyor; hisleri, fikirleri alevlendiriyor.    
  • mukattar (Katr. den) İnbikten geçirilmiş saf su. Taktir edilmiş. Damıtılmış su.     Ve bu sebepledir ki, bir mâ-i mukattardan daha temiz ve berrak olan yüreklerinden kopup gelen nefesler, kalblere akseder etmez bam başka tesirler icra ediyor.    
  • uzlet İnsanlardan uzak durma, bir köşeye çekilip kendi kendine yaşama, yalnızlık köşesine çekilme, inziva.         Üstadın tam bir uzlet ve inzivadan sonra tekrar irşad ve cemiyet hayatına atılması, aynen İmam-ı Gazâlî’nin hayatında geçirmiş olduğu o mühim ve tarihî merhaleye benzemektedir.  
  • î'tiyâd (a.i. ç. i'tiyâdât.) Alışkanlık. Huy. Âdet. Âdet edinmek.     Tiryakilikle, görenekle ve itiyadla, hâcat-ı gayr-ı zaruriye, hâcât-ı zaruriye hükmüne geçmiş.
  • vâsıta-i cer Cer vasıtası, birşeyi herhangi bir menfaata vasıta yapma, âlet etme.      Ehl-i dalâlet, ehl-i ilmi, ilmi vasıta-i cer etmekle itham ediyorlar;  
  • munsıf (a.s. nasafet'den.) İnsaflı. Merhametli. Hakkı kabul eden. Hakka riayet eden. Kötülükte ileri gitmeyen.     Zira bu büyük insan, büyük ve munsif Fransız şairi Lâ Martin’in dediği gibi:
  • Ziya Paşa (ö.i.) (1829-17 Mayıs 1880) Ziya Paşa İstanbul'da doğdu. Asıl adı Abdülhamid Ziyaüddin'dir. Mekteb-I Ulûm-ı Edebiyede okudu. Farsça ve Arapça öğrendi. 1845'te Sadaret-i Uzma Mabeyn-i Hümayûna katip olarak girdi. Fransızcayı burada öğrendi. Sultan Abdülazaiz ve M. Reşit Paşadan destek gördü. M. Reşit Paşanın ölümü üzerine Ali Paşa ile sürtüşmeye girmesi, Fuat Paşa ile iyi ilişkiler kuramaması üzerine, İstanbul'dan uzaklaştırılmak için Kıbrıs mutasarrrıflığına tayin edildi. Bunun üzerine Yeni Osmanlılar cemiyeti ile işbirliği içinde Mustafa Fazıl Paşanın davetine uyarak Namık Kemal ile birlikte Paris'e gitti. (1867.) Oradan Londra'ya geçti ve N. Kemal ile birlikte Hürrriyet gazetesini çıkardı. Ali Paşanın ölümü üzerine yurda döndü. İstanbul'da önemli görevlere getirilen Ziya Paşa, II. Abdülhamid döneminde İstanbul'dan uzaklaştırılmak için Suriye valiliğine tayin edildi. (1877.) Bu görevi önce Konya'ya, sonra da Adana'ya nakledildi. Orada vefat etti. Eserleri: 1-Eş'âr-ı Ziya. 2-Zafername. 3-Rüya. 4-Harabat. 5-Endülüs Tarihi. 6-Engizisyon Tarihi. 7-Veraset-i Saltanat-ı Seniyye Hakkında Mektup.
  • DİLŞÂD Gönül hoşluğu. Sevinmek.       Bu mukaddes emelimden ne kadar dilşâdım,Görmek ister beni Cennette şehid ecdadım.  
  • 1-serd 2-serd 3-serd 1-Sözü düzgün ve güzel söyleme, birbiri ardınca düzgün ve iyi konuşma.    Halkaları birbirine geçirmek.    Delmek.    Dikmek.    Vurmak. 2- Bârid, soğuk, bürudetli olan.    Sert, kaba, hoyrat. 3-Çanak içine ekmek doğrayıp ıslatmak. 4-Doğrama, doğranma.   Ve onun tefekkür sisteminden, gaye ve idealinden bahsetmek için uzun mukaddemeler serd edilir.       
  • ZÂT-I BÂRÎ Kâinatı tam bir uygunluk ve nizam içinde yaratan Zat; Cenâb-ı Allah.         Hazretlerini, Zât-ı Bâri’sine lâyık sıfatlarla ispata çalışan her eser en büyük hikmet ve o eserin sahibi de en büyük hakîmdir.     
  • BİLUMUM Bütünü, tamamı.           Bütün semavî kitapların ve bilumum peygamberlerin yegâne dâvâları olan “Hâlık-ı Kâinatın ulûhiyet ve vahdaniyetini ilân” ve bu büyük dâvâyı da ilmî, mantıkî ve felsefî delillerle ispat eylemektir.     
  • istihdâf (a.i. hedef'ten.) Hedef edinmek, hedef saymak. Hedef gibi karşıda durmak. Erişilmek istenilen netice ve gaye.     Binaenaleyh, bu asîl gayeyi istihdaf eden herhangi mutasavvıf bir kardeşimizin,  
  • sâlik (a.s. sülûk'tan ç. sâlikân, sâlikîn.) Bir yola giren, bir yolda giden, bir yolu takip eden. tas. Bir tarikata girmiş bulunan, bir tarikata girip hidayet yolunu takip eden,          mürit.       Ehl-i tarikat, bid’alara dayanamamışlar; hem girmişler, içinden çıkamıyorlar, hem sâlikleri ondan bir ikiye inmiş.    
  • dîdar-ı mevlâ Cenab-ı Allah'ın cennetliklere cemâlini göstermesi, görünmesi. cemâl-i ilâhî, Cenâb-ı Hakkın rü`yeti.         Her ikisi de rıza-yı Bârîye ve binnetice Cennet-i âlâya ve dîdar-ı Mevlâya götüren yollardır.  
  • 1-me'haz (a.i. ahz'dan. ç. meâhiz.) 2-mehaz 1-Menba', bir şeyin alındığı, çıkarıldığı yer, bir şeyin aslının alındığı kaynak.    Bir eser hazırlanırken müracaat edilen kaynak. 2-Su akacak yer, su mecrası.    Gebe kadının ağrısının tutması.    Gebe deve.     Nur Talebeleri için hakikî bir me’haz teşkil etmektedir.     
  • alâyiş Bulaşıklık, bulaşma. Debdebe, tantana, gösteriş; boş, yalancı süs.         Dünyanın ve hayatın mahiyetini bilen insanlar için, muvakkat âlâyişin, şan ve şöhretin hiçbir kıymeti yoktur.                     
  • 1-Takriz (Karz. dan) 2-Takriz 1-Bir şeyi veya bir eseri beğendiğini söylemek.    Beğendiğini bildiren yazı yazmak.    Bir eserin takdir ve tahsin edildiğini bildiren yazı yazmak.    Ödünç vermek. 2-Hayatında bir kimseyi methetmek, övmek.     Mahkeme kararından sonra, Üstadla beraber hapiste bulunan talebelerin yazdıkları bir takrizi, aynen aşağıya derc ediyoruz.    
  • müfsid İfsad eden, fenalaştıran. Bozan. Başlanmış ibadeti bozan. Nifak koyan, fesad ilka eden.     Yoksa, bir iki müfsidin keşfedilmesiyle olmazdı.