Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)

In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten

--------------------

Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.

Lektion lernen

  • tahte'z-zemîn Zeminin altı, toprak altı, yer altı.
  • uyûn (a.i. ayn'ın ç.) 1-Gözler. 2-Pınarlar, kaynaklar.       Çeşmelerin ve ırmakların, uyûn ve enhârın muntazam bir mizanla zuhur ve devamlarına hazinedarlık etmektir.         
  • incimad 1-Donma, buz haline girme. 2-Cansızlaşma. 3-Sertleşme.       Lâtif, nâzik su incimad emrini aldığı vakit, öyle şiddetli bir şevkle o emre imtisal eder ki, demiri şak eder, parçalar.  
  • Haşyet Korku ve dehşet.         o haşyet verici tecelliyât-ı celâliyenin zuhuruyla taşlar parçalanarak      
  • Müteallik Alâkalı. Bir yere bağlı, bir şeye mensub.       Ve kabz-ı ervahta hakikî olarak hikmet ve güzellik, Hazret-i Azrail Aleyhisselâm’ın vazifesine mütealliktir.           
  • taleb-i rü'yet 1-Görmeyi isteme, görmeyi arzulama. 2-Hz. Musa'nın (a.s.) Cenâb-ı Hakkı görmek istemesi.       Taleb-i rüyet hadisesinde meşhur dağın tecelli ile parçalanması ve taşlarının dağılması gibi,     
  • Fıkra Yazıda bir bahis.Parağraf.Kanun maddelerinden her bir kısım.Kısa haber.Küçük hikâye.Omurga kemiklerinin her biri.Bend.Kıssa.Gazetelerde gündelik hâdiselerin kısaca yazılmış şekli.          
  • inşkak İkiye ayrılma. Çatlama. Yarılma.           Meşhur Kisrânın eyvânı (yani saray-ı meşhuresi) o gece sallanıp inşikak etmesi ve on dört şerefesinin düşmesidir.       
  • zecr zecir Menetme, engel olma. Nehyetme.Zorlama, zorla yaptırma.Önleme. Sıkma.Kovma. Eziyet etme.Angarya olarak çalıştırma.Köpek balığı.Çağırma.Sürme.   "Cenâb-ı Hakkın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var ki, Kur’ân’da çok şiddet ve ısrarla, ibadeti terk edeni zecredip Cehennem gibi dehşetli bir cezayla tehdit ediyor?  
  • ahz-ı misak Söz ve yemin alma, sözleşme.         Halbuki, taşlardan ibâret olan dağlar, Onun haşyetinden ezilip dağılıyor ve sizden ahz-ı misâk için üstünüzde Cebel-i Tûr’u tuttuğunu, hem taleb-i rüyet hâdisesinde dağın parçalanmasını bilip ve gördüğünüz halde, ne cesâretle Onun haşyetinden titremeyip kalbinizi katılık ve kasâvette bulunduruyorsunuz?    
  • ahz 1-Alma, alınma. 2-Tutma, tutulma. 3-Kabul etme. 4-İşkence etme.     Hem, Rahmân-ı Rahîmin fazlından, kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir.
  • misâk (a.i. vüsûk'dan. ç. mevâs.) Anlaşma, sözleşme, yeminleşme, yemin, and, peyman.         "Ey insanlar! Niçin misak-ı ezeliyi unuttunuz?"
  • mahrût  geo. Tabanı daire olup, yan kenarları bir noktada birleşen geometrik şekil, koni.         Çünkü, faraza o dağlar tamamen su kesilse ve mahrutî birer havuz olsalar, o büyük nehirlerin şöyle sür’atli ve kesretli cereyanlarına, muvazeneyi kaybetmeden, birkaç ay ancak dayanabilirler.  
  • müteyakkız Uyanık, uyanmış, tetikte, gözü açık olan.         Ve onunla böyle bir mânâyı müteyakkız kalblere veriyor ki:
  • dimağ (a.i. ç. edmiga.) 1-Beyin, kafanın içi. 2-Akıl, şuur.       Hüdâ kalbde işliyor; dimağı da işletir. Dehâ dimağda işler; kalbi de karıştırır.  
  • ifâza (a.i. feyz'den.) 1-Feyz verme, feyizlendirme, bereketlendirme. 2-Bol bol dağıtma, akıtma. 3-Kabı taşıncaya kadar doldurma.     her vakit Kur’ân-ı Hakîm, hakikatleri ifade ettiği gibi, velâyet-i kübrâ feyizlerini dahi ehil olanlara ifâza eder.  Ehl-i ilim, ehl-i tasavvuf ve ehl-i mektep ve fen, Bediüzzaman’ın eserlerinden sadece istifâza ve istifade ederler.
  • isâle (a.i. seyelân'dan.) Akıtmak, dökmek. Seyyal kılmak. Cereyan ettirmek.         ifazaları derecesinde kâinatın kalbine ve zeminin dimağına vererek cin ve insin kulûb ve ukûlüne isâle ediyor.               
  • pişdâr Öncü. Harpte ileriden düşmana gönderilen askerler. Önde giden. Önayak olan. San'at, meslek. Kumandan. Mc: Yüzsüz. Yüzsüzlükle iş beceren.     Bin senedir insanların aradığı Mehdî Hazretlerinin pişdârı ve müjdecisi, Üstadımın neşrettiği Risale-i Nur’dur.
  • tayerân (Tayrân) Uçma, uçuş. Gaz olup havaya karışma.           “Hazret-i Süleyman, bir günde havada tayeran ile iki aylık bir mesafeyi kat’ etmiştir”  
  • tergîb (a.i. rağbet'ten. ç. tergîbât.) Rağbet verme, isteklendirme, istetme, istek verme.           Bu hislerin vücut bulup devam etmeleri ancak, tergib ve terhib, yani ümitlendirmek ve korkutmakla olur. 
  • telyîn (a.i. leyyin'den.) 1-Yumuşatma, eritme. 2-İçi yumuşatma, kabızlıktan kurtarma.         Evet, telyîn-i hadîd, yani demiri hamur gibi yumuşatmak ve nühâsı eritmek
  • izabe Eritmek, eritilmek. Su gibi akıcı hale koymak. Yumuşatmak. Islah etmek.         İşte, beşerin san’at cihetinde en ileri gitmesi ve maddî kuvvet cihetinde en mühim iktidar elde etmesi, telyîn-i hadid iledir ve izâbe-i nuhas iledir.             
  • Kıtr Erimiş bakır.         Âyette nuhas “kıtr” ile tabir edilmiş.
  • 1-Hadid 2-Hadîd 1-Demir, çelik. Sert, kavi olan. Çabuk kavrayışlı, keskin, öfkeli, hiddetli, titiz. Hudut ve sınır komşusu. Kur'ân-ı Kerîm'in 57. sûresi. Arz, yer, dünya. 2-Dağ eteği. İçinde yağmur suyu biriken alçak çukur. Arz, yer, dünya.     en mühim iktidar elde etmesi, telyîn-i hadid iledir ve izâbe-i nuhas iledir.          
  • Nafia İnşaat işleri. Faydalı işler. Menfaatli olanlar.       Belki, inşaallah, o hadise onun kalbini dünyadan kurtarıp tamamıyla Kur’ân’a vermek için bir ameliyat-ı cerrahiye-i nâfia hükmüne geçer.    
  • 1-Terhib (a.i. rehb'den. ç. terhîbât.) 2-Terhib (C.: Terhibât) 1-Korkutmak. Fazla korkutmak. 2-Hal hatır sorma.         Birşeyi tergib veya terhib etmekle ondan daha mühim şeyi tenzil edeceklerinden, muvazene-i şeriatı muhafaza etmiyorlar.      
  • ilh "İlâ âhir"  sözünün kısaltılmışı. sonuna kadar
  • ispirtizma Ölülerin ruhlarıyla bazı şartlar altında haberleşmenin mümkün bulunduğuna inanan görüş ve bu maksatla yapılan faaliyet.         Veyahut, cin ve şeytana uyup, kehânetfüruşlar, ispirtizmacılar gibi, âlem-i gayba başka bir yol mu bulunmuş zannederler?
  • hezeliyat (Hezl. C.) Ciddi olmayan sözler. Saçma sapan konuşmalar. Deli saçması.       Fakat işaret olunan celb-i ervâh-ı tayyibe ise, medenîlerin yaptığı gibi hezeliyat suretinde bazı oyuncaklara o pek ciddî ve ciddî bir âlemde olan ruhlara hürmetsizlik edip,        
  • ifrît (a.i. ç. efârît.) 1-Cin taifesinden çok muzır, şerir ve korkunç bir cins. 2-Mc: Korkunç, kızgın ve öfkeli insan.       yani, "Ben Yusuf’un kokusunu alıyorum" demesi ve bir ifritin Hazret-i Süleyman’a "Gözünü açıp yummazdan evvel Belkıs’ın tahtını getiririm" demesine işaret eden      
  • imtizâc 1-Uyuşma, uygunluk, bağdaşma,  muvafık ve mutabık olmak. 2-İyi geçinme. 3-Terkib olabilme, bileşik haline gelme, birden fazla maddenin birleşerek tek madde haline gelmesi. 4-Kaynaşma. Karışmak.     Vicdanın ziyası, ulûm-u dîniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder.     
  • MÜNCELİP Celb edilen, çekilen.           istediği vakit ervâh ile görüşen bir kısım ehl-i velâyet misillü, onlara müncelib olup münâsebet peydâ etmek 
  • fonoğraf (yun.i.) 1-Sesleri kaydeden ve kaydedilmiş sesleri çalan cihaz. 2-Gramafon'un ilk şekli.       Yani, o san’at, o derece mânidar ve hassas ve güzeldir ki, o makine-i zîhayattaki cihazatı, fonoğraf gibi nutka geldi, söylettirdi.        
  • cebel 1-Dağ, yüksek tepe. 2-mec. Bir kavmin meşhuru ve büyüğü, âlim ve fâzıl kimse.       Bununla beraber, her cebelin bir şahs-ı mânevîsi bulunduğunu ve ona münâsip birer tesbih ve birer ibâdeti olduğunu, eski Sözler’de beyân etmişiz.        
  • elsine (a.i. lisan'ın ç.) Diller, lisanlar.         Hem elsine-i âlem içinde lisan-ı nahvî, Arabîden başka birtek lisan var; o da hiçbir vakit Arap lisanının câmiiyetine yetişemez. 
  • nesîm (a.i. nesm'den.) 1-Hafif lâtif rüzgar, hoşa giden esinti, esinti. 2-s. Hoş, lâtif, yumuşak, mülâyim. 3-müz. Türk müziğinde eski bir makam.         Onun nesim-i zikrine beden ol ki, hayattar olasın.      
  • râm İtaat eden, boyun eğen, itaatli, münkad. tas.İnsanın bütün varlığıyla Allah'a bağlanması.         şu mahlûkatın da dizginleri kimin elinde ise, ona râm olmanız lâzımdır.  
  • ismet 1-Günahsızlık, mâsumluk. 2-Haram ve yasak olan şeylerden kaçınma, kötü iş ve günahlardan korunma. 3-Peygamberlerin sıfatlarından biri. Peygamberler (A.S.), hiç bir zaman gizli, âşikâr herhangi bir ma'siyete yaklaşmazlar; bütün kusur ve hatâlardan ve şâibelerden müberrâdırlar. 4-Namus.   Ribanın kab ve kapıları olan bankaların nef’i beşerin fenası olan gavurlara ve onların en zalimlerine ve bunların en sefihlerinedir. Alem-i İslama zararı mutlaktır; mutlak beşerin refahı nazara alınmaz. Zira; gavur harbi ve mutacaviz ise hürmetsiz ve ismetsizdir.  
  • Nar-ı Beyza 1-"Akkor, beyaz ateş" mânâsında olan bu tâbir fizikte: 1800 derece kadar olan hararette erimeyen cismin sıcaklık hâli demektir. 2-Bir meyve adı. (Hikmet-i tabiiyede nâr-ı beyza hâlinde ateşin bir derecesi var ki; harareti etrafına neşretmiyor ve etrafındaki harareti kendine celbettiği için, şu tarz bürudetle, etrafındaki su gibi mâyi şeyleri incimad ettirip, mânen bürudetiyle ihrak eder. İşte zemherir, bürudetiyle ihrak eden bir sınıf ateştir. Öyle ise, ateşin bütün derecâtına ve umum envâına câmi olan Cehennem içinde, elbette zemherir'in bulunması zaruridir. S.) Evet, hikmet-i tabiiyede nâr-ı beyzâ halinde ateşin bir derecesi var ki, harareti etrafına neşretmiyor;               
  • hanîfen müslimen Müslim ve hanif olarak. Allah’ı bir olarak tanıyan dosdoğru bir Müslüman (Kur’ân-ı Kerimde Hz. İbrahim için söylenen bir ibare) (bk. s-l-m)       Şu âyet ise, ona mukabil, bak, ne kadar ulvî, lâtif ve güzel ve ebede kadar yırtılmayacak, Hanîfen Müslimen1 destgâhında dokunacak bir hulleyi gösteriyor.    
  • berd Soğuk. Soğukluk. Soğutmak. Noksan hararet.Ölmek.Soğuk su ile gusletmek.Uyumak.Sabit olmak.Zayıf olmak.Bir şeyi eğelemek.Sürme çekmek.Söğmek.                                                                                 Tutya, çinko. (L.R.)   Demek o mertebedeki ateş, soğukluğuyla yandırır gibi tesir gösteriyor. Hem ateştir, hem berddir
  • 1-ihrâk 2-ihrâk 1-(a.i. hark'dan.) Ateşe atma.    Yakma, ateşe verme. Yandırma. Yangın. 2-Akıtma, dökme.     İşte Zemherir, burûdetiyle ihrak eden bir sınıf ateştir.  
  • urûc Yukarı çıkma, yükselme. Hz. İsa'nın göğe yükselmesi.     Vakit be vakit başınızı kaldırıp Esmâ-i Hüsnâma dikkat ederek, o semâvâta uruc etmek için fünununuzu ve terakkiyâtınızı merdiven yapınız. 
  • mukaddir (a.s. kader'den ç.mukaddirîn.) Takdir eden, kıymet biçen, değerlendiren. Beğenen. Takdir eden Allah. Herşeyin kıymetini biçip, ona göre vücud veren Cenab-ı Hak.       Onun ile, bunlara Mukaddîr, Munazzım, Musavvir isimlerini okutturuyor.            
  • Edviye (Devâ. C.) İlâçlar, devâlar         eczahane-i kübrâsı olan rû-yi zeminde Rahîmâne cilvelerini edviyelerde görmekle, tıp kemâlâtını bulur, hakikat olur.                        
  • müeyyed Te'yid edilmiş. Doğrulanmış. Kuvvetlendirilmiş. Sağlam. Sağlamlaştırılmış. Tekzib edilmemiş. Yardım görmüş.       Öyle ki, bir jandarma çavuşu bile elinde arama emri olmadan Türkiye Cumhuriyeti kanunlarıyla müeyyed bulunan mesken mâsuniyetine tecavüz ediyor.            
  • cezâlet Tutuk olmayan, ahenkli, akıcı ve güzel ifâde.         O nazımdaki cezâlet ve metânet, İşârâtü’l-İ’câz baştan aşağıya kadar bu cezâlet-i nazmiyeyi beyân eder. 
  • mâ-bihi'l-iftihâr Kendisiyle iftihar edilen, övünülen.           ve şu kâinatın mâbihi’l-iftiharı        
  • 1-Aksa 2-Aksa' 1-En uzak. En son. Kusvâ. Nihayet. Irak. 2-Boynuzu arka tarafına kaymış olan koyun.         Ve insanın gaye-i aksâsı, o ubûdiyete ulûm ve kemâlâtla yetişmektir.”  
  • NAZARGÂH-I ENÂM Bütün yaratıkların baktığı yer.         hem öyle bir sûrette o mu’cizeyi nazargâh-ı enâma koyuyor.