Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)

In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten

--------------------

Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.

Lektion lernen

  • 1-misbâh 2-misbah 1-Lamba, aydınlatma cihazı, ışık, çerağ.    tas. Rûh. 2-  Yüzgeç.     (misbahıyla aydınlanmayı ihtiyar eden, saadete erişir)        
  • nevvar(e) Nurlu, aydın. Aydınlık.         Evet, zaruret ve incizab ve temayül ve tecarüb ve tecavüb ve tevatür, o katarat ve lemeatı musafaha ettirerek, ortalarındaki mesafeyi tayyedip bir havz-ı âb-ı hayatı ve dünyayı ışıklandıracak bir elektrik-i nevvareyi teşkil edecektir.      
  • sille-i te'dîb Edeplendirme, terbiye tokadı.           İşte şu milletin seciyelerinde ve mukadderâtında münderîc olan şöyle müthiş desâtir içindir ki, Kur’ân, onlara karşı pek şiddetli davranıyor. Dehşetli sille-i te’dib vuruyor.    
  • tenkis 1-Noksanlaştırmak. Azaltmak. İndirmek. (Ve mahlûkata taksim ettiği muhabbeti, Allah’a olan muhabbetini tenkis değil, tezyid eder.) 2-Başaşağı etme. Sernigun etme.Boşaltma. 3-Divite mürekkep koymak. 4-Evmek, acele etmek, sür'at.    Eğer sür’ati bir parça tezyid veya tenkis edilseydi, sekenesini havaya fırlatıp fezada dağıtacaktı.
  • Zemm Birisinin ayıplarını söylemek, çekiştirmek. Kötülemek, yermek. Ayıplamak.       Ki, herkes, kalbinde ve hanesinde istediğini yapabilir ve padişahları zemmeder, beğenmez.
  • hacâlet 1-Utanma, utanç. 2-Utangaçlıkla şaşırma.           "El-aman, el-aman! Ya Hannân! Yâ Mennân! Beni günahlarımın hacâletinden kurtar!" 
  • temellük Mülk edinmek. Kendine mal edinmek. Sâhib olmak. Kadir ve muktedir olmak. (çoluk çocuguna hiçbir cihetle temellük edilmez)       Hem tasannu ve temellükten beni kurtaran bir parça kuru ekmek yemek ve yüz yamalı bir libas giymek, bana daha hoş geliyor.     
  • temelluk (a.i. melk'den. ç. temellükât.) Dalkavukluk, yaltaklanma. Tevâzu ve yumuşaklık göstermek.         Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma. Onlara tezellül edip minnet çekme. Onlara temellûk edip boyun eğme. Onların arkasına düşüp zahmet çekme. Onlardan korkup titreme. Çünkü Sultan-ı Kâinat birdir. Herşeyin anahtarı Onun yanında, herşeyin dizgini Onun elindedir. Herşey Onun emriyle hâlledilir      
  • Hüsn-ü Bilgayr Neticeleri bakımından güzel olan. Dolayısı ile, neticeleri ciheti ile güzel olan.           Evet, kâinattaki herşey, her hâdise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir; veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir.   
  • Memerr Geçilecek yer. Cadde, sokak. Geçit yeri.           Zîrâ, temessül etmediğinden, mazhar değil, memerr olursun.   
  • aver f. Averden "getirmek" fiilinin emir köküdür, kelime sonuna getirilerek; yapan, eden, olan, veren, götüren gibi manalara sebeb olur.  (f.s.) Getiren, taşıyan, mûcib. (Merak-âver: Meraklı.)       Hem, bilirsin, küçük bir adam, küçük bir haysiyetle, küçük bir cemaatte, küçük bir meselede, münâzaralı bir dâvâda hicabsız, pervâsız, küçük fakat hacâletâver bir yalanı, düşmanları yanında, hilesini hissettirmeyecek derecede teessür ve telâş göstermeden söyleyemez.  
  • hacâlet-âver (a.f.b.s.) Utandırıcı, utanç veren.         Hem insan, hodgâmlık ve zâhirperestliğiyle beraber, herşeyi kendine bakan yüzüyle muhâkeme ettiğinden, pek çok mahz-ı edebî olan şeyleri, hilâf-ı edeb zanneder. Meselâ, âlet-i tenâsül-i insan, insan nazarında bahsi hacâletâverdir.    
  • taslit Musallat olma. Belâ olma. Musallat etmek. Birini başka birine belâ etmek. Sataştırmak.     Meselâ, atmaca kuşu serçelere tasliti, zâhiren rahmete uygun gelmez. Halbuki serçe kuşunun istidadı, o taslit ile inkişaf eder.     
  • müzehher Çiçeklenmiş. Çiçeklerle donanmış.       Meselâ, sizden bir adam yalnız bir saat tenezzüh etmek üzere gayet müzeyyen ve müzehher bir bahçeye girse,
  • bicu (Custen: Aramak) mastarının emir köküne "bi" eklenerek yapılmıştır. Ara, bul mânasında emirdir.    
  • bicû gufran bağışlanma iste         Uyan ey kalbim vakt-i fecirde, Begün tevbe, becû gufran zidergâh-ı İlâhî.    
  • Bâd-ı Tecelli Tecelli rüzgârı. Kader.      
  • inayethah f. İnayet isteyen, meded bekleyen, yardım bekleyen.         Uyan ey gözlerim vakt-i seherde İnayethâh zidergâh-ı İlâhî Seherdir ehl-i zenbin tevbegâhı.  
  • Zi-der Kapıdan.
  • Zi-dergâh f.Dergâhtan.         Garibem, bîkesem, zaîfem, natüvanem, el-aman gûyem, Afvü cûyem, mededhahem zidergahet İlahî! Rûhum dahi vatanımdaki eski dostları düşünüp o gurbette vefatımı tahayyül ederek, Niyazi-i Mısrî gibi dedim: Dünya gamından geçip, yokluğa kanat açıp, Şevk ile her dem uçup, çağırırım, dost, dost!    
  • bikün tevbe tevbe et      
  • zenb (a.i. ç. zünûb.) Günah, suç, kabahat.           Ve bir kısmı keffâretü’z-zünubdur.      
  • firkat Ayrılmak, ayrılık. Firak. Müfarakat. Hasret.     O hüzünlü, rikkatli, firkatli, uzun gurbet gecesinde, dergah-ı İlahîde zaaf ve aczim o kadar büyük bir şefaatçi ve vesile oldu ki,   
  • Mürekkeb (Rükub. dan) Terkib edilmiş, bir kaç maddeden yapılmış. Yazı yazmaya mahsus boya terkibi. Karışmış, muhtelit. Bitecek yer, münbit. Asıl, esas.       Demek Sûre-i İhlâsta otuz Sûre-i İhlâs kadar, muntazam, birbirini ispat eder delillerden mürekkeb sûreler vardır.
  • reşh Sızma, terleme, sızıntı.             Hattâ insanın mütenevvi hissiyât-ı şedidesi, o istidad-ı muhabbetin istihaleleridir ve başka şekillere girmiş reşhalarıdır. 
  • zâkir (a.s. zikr'den.) 1-Zikreden, zikredici. 2-Çok çok duâ ve Esmâ-i İlâhiyeyi okuyan. 3-Tekrar eden. 4-tas. Tekkelerde dervişleri teşvik için, zikir esnasında ilâhiler okuyan kimse.        Ve o ağlayıcı ve şekvâ edici, kimsesiz yetimler, birer tesbih içinde zâkir veya vazife paydosundan şâkir sûretine girdi.
  • 1-Ba'd 2-Bâd f. 3-Bâd f. 4-Bad' 1-Zaman zarfıdır ve te'hir ifade eder.   Helâk olmak mânâsına mastardır. 2-Yel. Rüzgâr. Soluk. Nefes. 3-"Olsun, ola, olaydı" mânasına gelir ve kelimelerin sonuna getirilir. Meselâ: Aferin bâd $: Aferin olsun. Çok yaşa. Afiyet bâd $: Afiyet olsun. 4-Kesmek. Yarmak.    Suya kanmak.    
  • gufrân 1-Affetme, merhamet etme. 2-Cenab-ı Hakk'ın günahları affedip örtmesi.          Uyan ey kalbim vakt-i fecirde, Begün tevbe, becû gufran zidergâh-ı İlâhî.    
  • semm 1_(Simm - Sümm) (C.: Sümum) Delik. 2-Zehir, ağu.  3-Cem' etmek, toplamak. İyi etmek.       (mürtezik hayvanlara zevk ve rüyet ve semm , birer alet vermis )
  • tesemmüm (a.i. semm'den ç. tesemmümât.) Zehirlenme.             (Benimki zehirden, tesemmümden, onunki soğuktan gelmiştir.)    
  • mülevven Renk renk olan. Boyalı, renkli. Çeşit çeşit boyalı.   (Zîrâ aynanın iki vechi gibi, her şeyin bir mülk ciheti var ki, aynanın mülevven yüzüne benzer, muhtelif renklere ve hâlâta medâr olabilir; )      
  • hâtif 1-Gaipten haber veren melek. 2-Sesi işitilen ve kendisi görülmeyen.Sesi işitilen gaybdan doğru haber veren cinler. 3-Seslenen, seslenici, bağıran. 4-Eski putperest mabetlerinde sorulara karşılık veren vazifeli.   (Risâletini İncil, Tevrat ve Zebûr’un müjdelediği; nübüvvetini doğduğundan hemen önce ve doğumu ânında meydana gelen hârikulâde hallerin, cinnî hâtiflerin, insanlardan evliyâ ve kâhinlerin haber verdiği; )      
  • sadakte ve bilhakkı natakte Doğru söyledin, sâdıksın. manasında karşıdaki kişiye söylenen söz. Doğru söyledin ve hakkı konuştun. Bütün sağ ve sol, yani mazi ve müstakbel taraflarında saf tutan o nuranî zâkirler, aynı kelimeyi tekrar ederek, icmâ ile, mânen Sadakte ve bilhakkı natakte derler. RNK-Sözler/320 
  • secâyâ-yı gâliye Güzel huylar, iyi karakterler.
  • secâyâ (a.i. seciye'nin ç.) Seciyeler, huylar, karakterler, tabiatlar.     (Ve öyle Muhammed (a.s.m.) ki, âyât-ı bâhire, mu’cizât-ı katıa ve secâyâ-yı sâmiye ve ahlâk-ı âliye sahibi olmakla mehbit-i vahy-i İlâhî olmuştur.)  
  • galiya, galiye Yüksek, çok değerli. Mis ve anber karışığı siyah macun halinde güzel bir koku. Güzel kara renk. Galeyan eden. Aşırılar, Hz. Ali'ye tanrılık isnat edenlerin mezhebi (Kurucusu: Abdullah Bin Sebe.)      Ve daha bilmediğimiz pek çok inâyât-ı galiye ve makasıd-ı âliye için, kendi faaliyet-i kudretiyle kâinatı faaliyete getirir.  
  • Beşaret Müjde. Sevindirici haber. Hayırlı haber. Müjdeye verilen ihsan. Yeni çıkan acib şey.   (O nuranî burhan-ı tevhid, nasıl ki iki cenâhın icmâ ve tevatürüyle teyid ediliyor. Öyle de, Tevrat ve İncil gibi kütüb-ü semâviyeninHAŞİYE-1 yüzler işârâtı1 ve irhâsâtın binler rumuzâtı2 ve hâtiflerin meşhur beşârâtı ve kâhinlerin mütevatir şehâdâtı3 ve )
  • 1-irhâs 2-irhâs (a.i. ç. irhâsât.) 1-Fiat indirme, ucuzlatma. 2- a-Hayırlı işlerle uğraşma.  b-Sağlam şey.  b-Peygamberlerin, peygamber olmadan önce peygamberliğine işaret olmak üzere zuhur eden harikulâde haller ve işler.   (Şu hadise nübüvvetten evvel olduğundan, irhasat kabilinden olmakla beraber, bin sene sonra aynı yerde Arafat çeşmesi çıkması, o hadiseye binaen bir keramet-i Ahmediye (a.s.m.) sayılabilir.)    
  • 1-Vüsuk 2-Vüsuk 1-Sağlam inanma. İtimad etme, güvenme. Muhkemlik, sağlamlık. 2-Bağlar, râbıtalar. Anlaşma ve sözleşmeler.     (Hem tebliğ ettiği ahkâmın sağlamlığına öyle bir vüsuk ve güvenmekle söylüyor ve davet ediyor ki, dünya toplansa, onu bir hükmünden geri çevirip pişman edemez.)      
  • mahlas (a.i. hulûs'dan.) 1-Nâm, lâkab, asıl isimden başka ve sonradan alınan ad, takma ad. 2-ed. şâirlerin şiirlerinde kullandıkları ad. 3- Halâs olacak, kurtulacak yer.        
  • hıllet Samimî dost, fedâkâr arkadaşlık, kahraman kardeş ve takdir edici yoldaş olmak.           Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder.
  • Elhamdü lillâhi alâ külli hal Her hal ve durumda Allah'a hamdolsun, şükrolsun.          
  • mukni' (a.s. kanaat'den.) İknâ eden, inandıran, inandırıcı, kandıran.       Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?" suâllerine muknî, makbul cevap verir.  
  • musahhar 1-Boyun eğen, emir altına giren. 2-Teshir edilmiş, ele geçirilmiş, fethedilmiş. 3-İstenilen hâle konulmuş. 4-Birine bağlanmış.     Cevv-i fezâdaki hava, bulut ve yağmur, berk ve ra’d, Senin mülkünde, Senin emrin ve havlinle, Senin kuvvet ve kudretinle musahhar ve vazifedardırlar.
  • madun Aşağı, alt, alt derece.         Hem, insanı bütün hayvanâtın mâdununa düşüren hadsiz zaaf ve aczi, fakr ve ihtiyacâtı ve bütün hayvanlardan daha bedbaht eden, 
  • Hatıf Süratli kapıp götürücü. Göz kamaştırıcı şimşek.       Nasıl berk-i hâtif gibi, onun nuru şarktan garbı tuttu
  • kal’ ve ref’ etmek: söküp kaldırmak
  • tasallut (a.i. salâtet'ten. ç. tasallütât.) Birini rahatsız etme, musallat olma, hükmü altına girme, tahakküm.       Ve keza, zalimlerin tasallutu ve belaların nüzulü, bazı hususi dualara vakittir. 
  • Ümem (Ümmet. C.) Ümmetler. Milletler.         bütün ahlâk-ı hasene ile teçhiz edip bütün âleme muallim ve medenî ümeme üstad eyledi.
  • hırz Melce'. Sığınılacak yer. Tılsım. Cenab-ı Hakk'ın muhafaza etmesine dair yazılı duâ. Fık: Bir malın âdet üzere muhafazasına mahsus yer. Muhafaza etmek.     Ve nısf-ı arz ve hums-u beşer, onun hediye-i hidayetini kabul edip hırz-ı can etti.