Risale-i Nur (Subject) / Lügat (Lesson)
There are 4345 cards in this lesson
--------------------
This lesson was created by enver1961.
- nimet-i vücud Varlık nimeti. Ve o hayatla o nimet-i vücudum âlem-i şehadet kadar inbisat edebiliyor. RNK-Şuâlar/103
- binniyet Kastederek, niyetle, niyet ederek. Ona bilfiil olmasa da, binniyet, bilkast, taraftarâne ve iltizamkârâne talip olmak, herkesin elinden gelir. RNK-Lem'alar/111
- bittasavvur (a.zf.) Tasavvur ile, niyet ederek, düşünerek. gelseydi bilfiil ve gelmediği için binniyet, bittasavvur, bilhayal, bütün mahlûkat dilleriyle حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ 1 dedim ve ebedü'l-âbidîn daima tekrar etmek istiyorum. RNK-Şuâlar/105
- ebedü'l-âbidîn Ebediyen, sonsuz olarak. Sonsuzların sonsuzu. bütün mahlûkat dilleriyle حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ 1 dedim ve ebedü'l-âbidîn daima tekrar etmek istiyorum. RNK-Şuâlar/105
- Hüviyet-i misaliye bir şeyin yansıyan kimliği. Hüviyet-i misaliyesi ve sureti ve mahiyeti dahi âlem-i misalde ve âlem-i misalin nümuneleri olan elvâh-ı mahfuzada ve elvâh-ı mahfuzanın nümuneleri olan kuvve-i hafızalarda kalır RNK-Mektubat/414
- vücûd Var olma, var oluş, varlık. İnsan veya hayvan gövdesi, gövde, beden. Ten. Cisim, ceset. Vahdetin tahakkukuna ve vücuduna delâlet eden deliller ve alâmetler ve hüccetler had ve hesaba gelmez. RNK-Şuâlar/53
- maa'l-memnûniye (a.zf.) Memnuniyetle, memnunlukla, seve seve. Abdülmecid ve Abdurrahman, belki Said'i onların her birisine maalmemnuniye feda eylerim. RNK-Şuâlar/392
- şerâit (a.i. şart ve şarîta'nın ç.) şartlar. Çünkü, onun vücudu, bütün şeraitin ve erkânın ve esbâbın vücuduyla olabilir. RNK-Şuâlar/338
- tasarruf ( sarf'dan. ç. tasarrufât.) İdâreli kullanma, tutum. Güzel idare etme. Sarf etme. Sahip olma, sahiplik. Masrafı kısma, para biriktirme. Kullanma hakkı. Faaliyet, icraat. isl. huk. İstekle yapılan iş ve fiil. Velilerin Allah'ın izni dairesinde eşya ve varlıklar üzerindeki manevi tesirleri, keramet. Kâinatta tasarrufları görünen ef'âl-i Rabbâniyenin ıtlak ve ihata ve nihayetsiz RNK-Şuâlar/210
- menşe' (a.i. neş'et'den.) 1 Esas, kök, bir şeyin çıktığı, neş'et ettiği yer, beslenip yetişilen yer. Yetişilen yer, bitirilen okul. ve vahdet-i tedbir ve menşe ve mesken ve hilkat ve san'atça beraberlik ve birlik ve ucuzluk ve kolaylık ve çokluk ve yapılmakta çabukluk noktalarından, Sâniin vahdetine ve ehadiyetine şehadet ederler. RNK-Şuâlar/80
- marzî-i İlâhi Allah'ın rızasına muvafık hal, hareket, iş, Allah'ın hoşnut olacağı şeyler. Şu halde, marziye-i İlahî dairesinde bir an yaşaması kâfidir, uzun zaman istemez. RNK-Şuâlar/932
- işgüzâr Becerikli, çalışkan, iş görür. Kendini göstermek için çalışıp çabalayan. mec. Kendini göstermek için gerekmediği halde işe karışan, lüzumundan fazla iş yapan. ne derece hârika iktidarlı—tâbirde hata olmasın—maharetli, hüşyar, işgüzar olduğunu iman nuruyla bildim, tesbih ve takdis ve hamd ve şükür ve tekbir ve tâzim ve tevhid ve tehlil gibi fıtrat vazifeleri ve hilkat gayeleri ve hayat neticeleri ne olduğunu bildim. RNK-Şuâlar/110
- -gerde (f.s.) Edilmiş, yapılmış, eylemiş. (İltimas-gerde: İltimas edilmiş. Terbiye-gerde: Terbiye edilmiş.) fünun-u ekvânın tohumlarını sulb-ü hilkatten zamanın terbiyegerdesi bir zemine ilka ile telkih eder. RNK-Muhâkemat/26
- aşk-ı mecazî Mecazî aşk, nefis ve şehvet üzerine bina edilmiş aşk. Allah sevgisine ulaşma yolunda O'nun yarattığı geçici sûretlerden birini sevme. Dünyaya karşı gösterilen aşırı arzu, istek. Fıtratımdaki aşk-ı mecâzi bu hale karşı şiddetli galeyan ve isyan ettiği zamanda bir medar-ı teselli bulmak için yine bu Âyet-i Hasbiyeye müracaat ettim. RNK-Şuâlar/932
- musavvir, musavvire (a.s. sûret'den.) Tasvir eden, resim yapan, ressam. Hayal. Hayal etme, tasavvur etme gücü. Yarattıklarını istediği sıfat ve seçtiği-maddî, manevî-surette yaratan; Allah. Hem Fettâh ve Musavvir isimlerinin tecellîleriyle başta insan olarak bütün hayvanatın su katrelerinden açılan pek çok mânidar suretlerine ve bahar çiçeklerinin habbe ve zerreciklerinden açtırılan çok cazibedar simalarına bak, fettâhiyet ve musavviriyet-i İlâhiyenin mu'cizatlı cemâlini gör. RNK-Şuâlar/117
- 1-intisâb (a.i. nisbet'ten.) 2-İntisab (nasb) 1-Mensup olma, bağlanma, bir kimseye mensupluk. Birinin adamı olma. Girme. 2-Dikilip durmak. Yükseğe kaldırmak. İşte sen, intisab-ı imanî tezkeresiyle böyle bir nokta-i istinad bulabildiğinden, hadsiz bir kuvvete ve kudrete dayanabilirsin. RNK-Şuâlar/100
-
- vücud-u ef'âli Fiillerin varlığı. Hâlık ve Sâni ve Fâillerinin vücud-u ef'âline ve esmâsının vücûduna RNK-Şuâlar/113
- emârât (a.i. emâre'nin ç.) Emareler, alâmetler, nişanlar, eserler, deliller. Hâlık-ı Rahîmime delâil ve emârât-ı haşriye adedince şükür ve hamd olsun ki, otuz sene sonra tevfik ihsan eyledi. Evet bundan dokuz on sene evvel, RNK-Şuâlar/242
- ecram-ı ulviye Yüksekteki kütleler, yıldızlar ve gezegenler. Bütün o ecram-ı ulviye, kendilerini yaratan ve döndüren ve idare eden bir tek Halıka tesbih ederler, tekbir ederler, lisan-ı hal ile Sübhânallah, Allahu Ekber derler. Ben dahi onların bütün tesbihatıyla Seni takdis ederim. RNK-Şuâlar/72
- intisab-ı ubudiyet Kulluk bağı. Hem şuur-u imanî ve intisab-ı ubudiyetle toprak perdesinin arkası ışıklanmasını ve ağır tabaka-i türâbiye dahi ölülerin üstünden kalktığını ve kabir kapısıyla girilen yeraltı dahi adem-âlûd karanlıklar olmadığını ilmelyakîn ile bildim. RNK-Şuâlar/98
- tezkere, tezkire (a.i. zikr'den ç. tezâkir] Kısa yazı, pusula. Resmî izin kâğıdı. ed. Bir dalda yetişmiş kişilerin hayatları ve eserleri hakkında bilgi veren eser, hâl tercümesi kitabı, biyografi. Askerlik görevinin bittiğini belgeleyen terhis kâğıdı. Ecel terhis tezkeresidir, bir tebdil-i mekândır, bir hayat-ı bâkiyenin mukaddimesi ve kapısıdır. RNK-Şuâlar/39
- mütevekkil-âne (a.f.zf.) Mütevekkil olarak, tevekkül ile, kadere boyun eğerek. (bkz. tevekkül.) tevekkül edercesine, Allaha güvenerek. Ben de o dersimi aldım. Nefsimle beraber "Evet evet, doğrudur" deyip mütevekkilâne حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ 1 dedim.RNK-Şuâlar/101
- 1_râci (a.s. recâ'dan.) 2-râci' (a.s. rücû'dan.) 1-Rica eden, yalvaran. Ümit eden, dileyen. 2-Geri dönen, geri gelen, dönen. Münasebeti, nisbet ve ilgisi olan, dokunan, dâir. gr. Bir şahıstan kinaye olan zamir, şahıs zamirlerinin gösterdiği. umum ümmet demesini râciyâne(yalvararak), dâîyâne Hâlıkından istediğini ifade ve ihtar eder. Bâki kalan kısmı sultana râcidir(dönen ait olan) RNK-Mesnevî-i Nuriye/137
- eşrâf (a.s. şerif'in ç.) Şeref ve itibâr sahibi kimseler, ileri gelenler. bir yerin zenginleri, sözü geçenler. iki âmi şahit hilâli ispat etseler ve binlerle eşraf ve âlimler "Görmedik" deyip nefyetseler, onların nefiyleri kıymetsiz ve kuvvetsizdir. RNK-Şuâlar/141
- icmâ'-ı ulemâ Âlimlerin herhangi bir konu veya mesele üzerinde aynı görüşü paylaşmaları.
- marifetullah tas. Allah'ı tanıma, anlama, bilme. Ve mârifetullahta kimse ona yetişememesi, misilsiz bir hâlettir. RNK-Şuâlar/765
- farîza-i zimmet Yapılması mutlaka boynumuza borç olan vazife; boyun borcu. Ve o insanın vazife-i fıtratı ve fariza-i zimmeti, mârifetullah ve iman-ı billâhtır ve iz'an ve yakîn ile vücudunu ve vahdetini tasdik etmektir. RNK-Şuâlar/141
- Câ'fer-i Sâdık (ö.148/m. 765) Hicri 80 yılında Medine'de doğdu. Adı, Ebu Abdullah Ca'fer bin Muhammed el-Bâkır bin Ali Zeyni'l-Âbidîn'dir. Babası İsnâaşeriyye'nin beşinci imamı Muhammed el-Bâkır, Annesi Hz. Ebu Bekir'in torunu olan Kasım bin Muhammed'in kızı Ümmü Ferve'dir. Böylece Cafer-i Sadık'ın soyu baba tarafından Hz. Ali'ye; anne tarafından da Hz. Ebu Bekir'e ulaşmaktadır. Hadis, tefsir, fıkıh, akaid, cedel, lügat ve tarih gibi alanlarda yoğun bir faaliyetin görüldüğü; değişik fikir ve görüşlerin fırkalaşmayı meydana getirmeye başladığı Hicri II. yüzyılda İslâmî konulardaki düşüncelerini, daha toplayıcı bir tarzda ortaya koymuş, ama zamanındaki sapık fırkalarla mücadele etmekten de geri durmamıştır. İsnâaşeriyyenin altıncı, İsmailiyenin beşinci imamı; Caferi fıkhının kurucusudur. Hicri 148 yılında Medine'de vefat etti. Cenazesi Cennetülbaki'de babası ve dedesinin yanına defnedildi. Eserlerinden bazıları: 1. Miskatü'ş-Şeria ve Miftühü'l-Harika. 2. Tefsirü'l-Kur'ân. 3. Kitabü'l-Cefr. 4. İhtilâcü'l-â'zâ. 5. Duâü'l-Cevşen. Değerli kardeşimiz; Caferilik, Hz. Ali'nin torunlarından Câ'fer-i Sâdık (ö. 148/765)'ın etrafında toplanan ve onun ictihadlarına göre amel eden müslümanların bağlı oldukları siyasi ve fıkhî mezhep. İmâm Câ'fer, bütün Sünnîlerce, özellikle tasavvuf ehlince büyük bir velî olarak kabul edilir. O, kendisini ilme ve tefekküre vermiş, Ebû Hanîfe ve İmâm Mâlik gibi büyük müctehidler bile ondan faydalanmıştır. Temelde Ehl-i Sünnet'e yakın olan Câ'fer-i Sâdık'a ölümünden sonra birtakım iftiracılar birçok şeyi isnat etmişler ve bunları halk arasında yaymışlardır. İmâm Câ'fer, daha hayatta iken mezhep içinde bazı sapık görüşler ortaya atılmış ve bunları bizzat kendisi reddetmiştir. Bu sapıkların başında Ebû'l Hattâb Muhammed b. Ebî Zeyneb gelir. Ebû'l Hattâb, küfre düşmüş, peygamberlik davasında bulunmuş ve Câ'fer-i Sâdık'ın tanrı olduğunu öne sürmüştür. Haramları helâl saymış ve imamı tanıyan herkesin haramlardan muaf sayılacağını söylemiştir. Üstelik bu görüşleri Câ'fer-i Sâdık adına çıkarmıştır. Bunu haber alan Câ'fer, Ebû'l Hattab'a lânet etmiş, onunla hiçbir ilgisinin bulunmadığını, bütün talebe ve arkadaşlarına bildirmiş, İslâm ülkelerine mektuplar yazarak bu durumu her tarafa duyurmuştur. (1). Şia'ya göre imamların bilgisi hata ihtimali bulunmayan ledünnî bilgi türünden olduğu için Ca'fer es-Sâdık'ın fıkıhla ilgili görüşleri de delillerinden istinbat edilerek ulaşılmış aklî bilgiler olmayıp Hz. Peygamber'den kendisine intikal eden ilâhî bilginin sonucudur. Bu sebeple o helâl ve haramlarla ilgili gerçekleri bilmek için diğer müctehidler gibi ictihad ederek belli bir hükme ulaşma durumunda değildir. Ehl-i sünnet âlimleri ise Ca'fer es-Sâdık'ı. başta Kitap ve Sünnet olmak üzere dayanacağı kaynaklan ve içtihadında uygulayacağı metotları bulunan ve kesinlikle masum olmayan bir müctehid olarak kabul etmektedirler.Eserleri: Cafer es-Sâdık'ın yüzlerce kitap ve risale yazdığı ileri sürülmektedir. Bunların büyük bir kısmının ona nisbeti şüpheli olup yaşadığı dönem, çevresi, İlmî ve dinî şahsiyeti dikkate alınırsa bilhassa kimya ve cefr gibi konulara dair kitapların onun telifleri olması imkânsız gibidir. Bu konuda hayli müsamahakâr olanlar bile Ca'fer'in bu alanlarda eser yazıp yazmadığının bilinmediğini söylemektedirler. Aslında Ca'fer'in öğrencisi olduğunu söyleyen ve onu söz konusu ilimlerde otorite kabul eden Câbir b. Hayyân'ın bu İlimlerle ilgili bir tek eserinin bile adını zikretmemesi, bu eserler üzerindeki tereddütleri daha da arttırmıştır. Ca'fer es-Sâdık'ın zamanımıza ulaşan eserleri şunlardır: 1- Misbâhu'ş-şerî'a ve miftâhu'l-hakîka. Ca'fer es-Sâdık'in dinî ve ahlâkî muhtevalı sözlerinin 100 babda ele alındığı bu eserin çeşitli yazma nüshaları British Museum'da, Meşhed ve Haydarâbâd Osmaniye Üniversitesi kütüphanelerinde bulunmaktadır. Kitap Delhi (1856), Tebriz (1278) ve Tahran'da (1314) yayımlanmış, ayrıca Farsça tercüme ve şerhiyle birlikte Hasan el-Mustafavî tarafından neşredilmiştir.(2) 2- Tefsîrü'l-Kurbân. En eski nüshası hicrî X. asra ait olan bu eserin Bankipûr, Bohâr ve Aligarh kütüphanelerinde yazmaları mevcuttur. 3- Kitâbü'l-Cefr. el-Hâfiye fi'l-cefr, el-Hafiye fî 'ilmi'l-hurûf veya el-Hâfiye adlarıyla da anılan eserin yazma nüshaları British Museum'da, İskenderiye el-Mektebetü'l- belediyye. Dârü'l- kütübi'I - Mısriyye (Tal'at). Süleymaniye (Cârullah) ve Köprülü kütüphanelerinde bulunmaktadır. 4- İhtilâcü'l-a'zâ. İnsan organlarındaki titremeler ve bunların sebep olduğu hastalıklardan bahseden eserin yazma nüshaları Berlin Staatsbibliothek ile Gotha. Topkapı (III. Ahmed) ve Kastamonu kütüphanelerinde mevcuttur. 5- Heyâkilü'n-nûr (es-Sebca). Tılsımdan bahseden bu eserin iki nüshası Bibliotheque Nationale ve Cambridge Üniversitesi Kütüphanesi'ndedir. 6- Esrârü'l-vahy. Hicri X ve XIII. yüzyılda istinsah edilen iki yazması Süleymaniye Kütüphanesi'nde (Hamidiye ve Hasan Hüsnü Paşa) bulunan küçük bir risaledir. 7- Havâssü'l-Kur âni'l-'azîm. Hicrî IV ve XI. yüzyılda istinsah edilmiş nüshalarının bulunduğu bilinen risalenin bir yazması Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'dedir. 8- Kitâbü't-Tevhîd ve'l-ihlîlce. Mufaddal b. Ömer'den rivayet edilen bu eser Tevhîdü'l-Mufaddaî diye de anılır. Meşhed, Tebriz ve Kâzımiye kütüphanelerinde çeşitli nüshaları bulunan eser, Kitâbü't-Tevhîd ve'l-edille ve't-tedbîr adıyla 1329'da İstanbul'da basılmış, Fahreddin et-Türkistânî tarafından 1065'te (1654) Farsça'ya çevrilmiştir. 9- Risâletü'l-veşâyâ ve'l-fusûl. Kimya ile ilgili olup Risale fî 'ilmi'ş-şınâa ve'l-haceri'l-mükerrem olarak da bilinir. Nuruosmaniye, Râmpûr ve Halep kütüphanelerinde yazma nüshaları bulunan risale Almanca tercümesiyle birlikte J. Ruska tarafından neşredilmiştir.(3) 10- Dü'â'ul-cevşen. Birkaç varak hacmindeki risalenin hicrî XI. yüzyılda istinsah edilmiş bir nüshası Bİbliotheque Nationale'de bulunmaktadır. Bunların dışında Menâfi'u süveri'l-Kur'ân, Kitâb fî işbâti'ş-şâni', Es'ile 'ani'n-nebî, Münâzaratü's - Sâdık fi't-tafzîl beyne Ebî Bekir ve Ali, el-Ed'i-yetü'l-üsbû'iyye, Du'â, Kitâbü's-Sırât, Hırz, el~Hikemü'l-Ca'feriyye, Risale fi'l-kimyâ, Ta'rîfü tedbîri'l-hacer, el-Edille 'ale'l-halk ve't-tedbîr, Risale fî fazli'l-Hacer ve Mûsâ, İhtiyar âtü'l-eyyam ve'ş-şühûr, Mahmûdâtü'l-eyyam, Cedvel fî mezhebi's-sinîn ve'ş-şühûr ve'l-eyyâm, Melhame, el-Kur'a, Risâletü'l-fe'l, Sirâcü'z-zulme ve es-Silkü'n-nâdir gibi eserler Ca'fer es-Sâdık'a nisbet edilmektedir(4). Ca'feriyye, İsnâaşeriyye Şîası'nın fıkıh mezhebidir. İsnâaşeriyye'ye göre hatadan korunmuş bulunmaları sebebiyle imamlar bütün söz ve davranışları sünnet olarak değerlendirilir. Hicrî III. (IX.) asırdan itibaren bütün rivayetleri toplayan hadis ve fıkıh kitaplarının yazılmasına başlanmıştır. Ahbârîler'e (Ahbâriyye) göre bu kaynaklardan dördünde yer alan rivayetlerin tamamı sahih olup kesin bir şekilde imamların söz ve fiillerini ifade etmektedir. Bu dört kitap Küleynî'nin (ö. 329/940-41) el-Kâfî, İbn Bâbeveyh'in (ö. 381/991) Men lâ yahduruhü'l-fakîh, Ebû Ca'fer et-Tûsînin (ö. 460/1067) el-îstibşâr lî ma'htülife mine'l-ahbâr ve Tehzîbü'l-ahkâm adlı eserleridir. Usûlîler'e (Usûliyye) göre ise bunların ve benzeri kitapların ihtiva ettikleri rivayetlerin tamamı sahih değildir. Bu kitaplarda bir yandan birbiriyle çelişen rivayetlerin yer alması, öte yandan Kur'ân-ı Kerîm'de ilâve veya eksiltmelerin bulunmadığı yolunda Ca'feriyye'nin ittifak ettiği noktalara aykırı ifadelerin göze çarpması da bunu göstermektedir. 16.000'den fazla rivayeti toplayan el-Kâfî üzerinde yapılan bir araştırmanın, bunlardan yalnızca 5072 rivayetin sahih olduğunu ortaya koyması Usûlîler'i teyit etmektedir. Buna göre adını İmam Ca'fer'den alan bu mezhep, masumiyet açısından aralarında fark bulunmayan diğer on iki imama da nisbet edilen rivayetlerle bu rivayetlere ve diğer delillere dayalı ictihadlardan oluşmaktadır(5). İsna aşeriyye, usûl-i din dediğimiz inanç esasları ve fer'i hükümlerde, yani fıkhî konularda Ehl-i Sünnet'ten çok farklı düşüncelere sahip bulunmamaktadır. Tevhîd, Nübüvvet ve Ahiret gibi üç büyük esasta Ehl-i Sünnet ile birleşmiş olmalarına rağmen; İmametin dinin esasları arasında zikredilmesi dolayısıyla Hz. Peygamberden sonra belIi kişilerin peygamber gibi "ismet" sıfatına ve başkalarında bulunmayan "özel bir bilgi"ye sahip bulundukları hususlarının kabul edilmesiyle Ehl-i Sünnet'ten ayrılmaktadır. Ayrıca takiyye ve bedâ, Câ'ferîlik'te önemli iki inanç konusudur. Onlar, cebir ve zor karşısında bir Şiî'nin inancını gizlemesine "takiyye"* adını verirler. Dipnotlar: 1- İbnu'l-Esir, el-Kâmil fi't-Tarih, VIII, 92- Tahran 1363 hş3- Heidelberg 19244- Geniş bilgi için bk. Brockelmann, GAL Suppi, I, 104; Sezgin, I, 528-531; Muhsin el-Emîn, 1,668-6695- DİA. Ca'feriyye Md. Selam ve dua ile...Sorularla İslamiyetBaşta Câfer-i Sâdık (r.a.) ve Gavs-ı Âzam (r.a.) ve Şah-ı Nakşibend (r.a.) olarak herbiri, ümmetin bir kısm-ı âzamını tarîk-i hakikate ve hakikat-i İslâmiyete irşad edenler, bu âl hakkındaki duanın makbuliyetinin meyveleridirler.RNK-Şuâlar/136
- şevkengizane (a.f.zf.) Aşırı istek uyandırır bir şekilde, keyif ve neşe verecek şekilde. şevke getirerek. şevk-engizâne bir seyrangâh ve temâşâgâh ve gayet mânidarân RNK-Şuâlar/147
- tedvîr (a.i. devr'den. ç. tedvîrât.) Çevirme, döndürme. Yönetme Çekip çevirme, idâre etme. Daire şekline sokma, yuvarlaklaştırma. -ed. Kelimelerin yeri değiştirlidiğinde vezni ve manası değişmeyen mısra. Mürebbî gibi isimler ve hikmet ve rahmet ve inayet gibi şe'nler ve tasvir ve tedvir ve terbiye gibi fiiller birdirler. RNK-Şuâlar/222
- ma'rifet (a.i. ç. maârif.) Allah'bilme tanıma. Bilme, ilim, dâniş. Kendine has ustalık, hüner, maharet, sanat. Maharetle, ustalıkla yapılan şey. Kıymetli iş. Vasıta, aracı. Tasavvufî bilgi, ilhama dayanan vasıtasız bilgi. mec. Can sıkan, tuhaf iş veya hareket. Ve mârifetullahta kimse ona yetişememesi, misilsiz bir hâlettir. RNK-Şuâlar/765
- vazife-i devriyesinde Devreden vazife. vazife-i devriyesinde sekenesinin istirahatlerini bozmuyor. RNK-Asâ-yı Mûsâ/134
-
- vikaye Koruma. Koruyuculuk. Sahib olma. Arka çıkma. Kayırma. * Tıb: Herhangi bir hastalık için önleyici tedbir alma. Toprağın hâmisidir, denizin istilâsından vikaye ediyor. RNK-Mesnevî-i Nuriye/255
- mahv u ispat yok olma ve var olma umumunun her vakit mânidarâne mahv u ispatları ve hakîmâne tağyir ve tahvilleri, RNK-Şuâlar/191
- arş-ı marifet-i Rabbaniye Rabbi tanıma, bilme arşı
- şerîat (a.i. şer'den ç. şerâi'.) Doğru yol, takip edilmesi gereken açık ve doğru yol. Büyük ve geniş cadde. Allah'ın emri, İlâhî kanun. Allah tarafından peygamber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi. Ayet ve hadislerle, kıyas, icma-i ümmet ve büyük mezhep imamlarının içtihadları üzerine kurulan İslâm dini kuralları, İslâm şeriatı, şer'-i şerîf. Kur'ân-ı Kerîm.
- tenezzül-i İlâhî Allah'ın, kulun anlayabileceği bir üslup ve şekilde hitap etmesi. İşte, tenezzül-ü İlâhî ve taarrüf-ü Rabbânî ve mukabele-i Rahmânî ve mükâleme-i Sübhânî ve iş'âr-ı Samedânî hakikatlerini tazammun eden umumî, semâvî vahiylerin, RNK-Şuâlar/170
- umûr-ı gaybiye Gaybî işler, Allah ve O'nun bildirdiği kişiler dışında hiç kimsenin bilmediği işler. İkinci nokta: Peygambere bildirilen umûr-u gaybiye, bir kısmı tafsil ile bildirilir. RNK-Şuâlar/709
- meşhûd (a.s. şuhûd'dan ç. meşhûdât.) Gözle görülmüş, gözle görülen, müşahede olunan. Sair meşhudatını ve muvazenelerini, Risale-i Nur'un muvazenelerine havale ederiz. RNK-Şuâlar/781
- hükemâ (a.i. hakîm'in ç.) Âlimler, çok bilgili kimseler, feylesoflar, filozoflar. Hakimler. ve dâhi hükema-i mü'minîn bu zâtın üssül'esas dâvâsı olan vahdâniyeti kuvvetli burhanlarıyla bil'ittifak ispat ve tasdik ettikleri gibi, RNK-Şuâlar/178
- dirayet Zekâ, akıl, kabiliyet. İncelikleri kavrayış, seziş. Beceriklilik, iktidar. Âl ve Ashâb namında ve nev-i beşerin enbiyadan sonra feraset ve dirayet ve kemâlâtla en meşhuru ve en muhterem ve en namdarı ve en dindar ve keskin nazarlı taife-i azîmesi, RNK-Şuâlar/178
- Cürcanî Abdulkahir-i Cürcani (?-1079) (ö.i.) (ö.471/1078-79) Arap dil bilgini ve edebiyat nazariyatçısı. Orta çağın önemli kültür merkezlerinden biri olan Cürcân'da doğan Cürcânî, Arap dil bilgisini, meşhur âlim Ebu Ali Farisî'nin yeğeni ve talebesi Ebü'l-Hüseyin Muhammed bin Hasanü'l-Farisi'den okudu. Dilin bütün inceliklerine vakıf olan Cürcânî, dili özellikle nahvî bir "Arap Mantığı" niteliğinde ele alması sebebiyle şöhret buldu. Bu özelliğiyle "İmamü'n-nühat" (büyük dil bilgini) diye tanınır ve "Belagat Şeyhi" ünvanıyla anılır. Cürcânî'nin belagat konusundaki görüşleri, Kur'ân'ın i'câzı etrafında geliştirilen tartışmalara dayanır. O, kelam ilminin önemli konularından biri olan nübüvvet bahsini doğrudan ilgilendiren i'caz meselesi ile nazım görüşünü dil açısından ele alıp incelemiştir. Eserleri: 1-Esrarü'l-Belâgat. 2-Delâilü'l-İ'câz. 3-Risâletü'ş-Şâfiye. 4-Avâmilü'l-Mi'e. 5-Kitabül-Müktesid fi Şerhi'l-İzah. 6-Tetimme fi'n-Nahv. 7-Kitab-ı Tasrif. Arap dili ve edebiyatı alanında büyük bir şöhrete sahip olan Abdülkahir'in hayatı hakkında geniş bilgi mevcut değildir. Künyesi, Ebu Bekr Abdülkahir b. Abdürrahman b. Muhammed el-Cürcani şeklindedir. Yaşadığı zaman dilimi, Büyük Selçuklu Devleti'nin kurulup geliştiği bir döneme rastlar. Bu dönemin önemli kültür merkezlerinden birisi Cürcan'dır. Burada doğdu ve bütün hayatını da burada geçirdi. Şöhret bulduğu Arap dili ve edebiyatı alanındaki hocası Hasan el-Farisi'dir. Eğitimini tamamlayıp ders vermeye başladıktan kısa süre sonra, şöhreti yayılmaya başladı. Şöhret olduktan sonra, kendisinden ders almak isteyen bir çok kişi Cürcan'a akın etmeye başladı. Dile olan hakimiyeti ve nazma yatkınlığından, bir çok kaside yazdı. Hakkında kaside yazdığı meşhur kişilerden birisi de Selçukluların en meşhur veziri Nizamülmülk'tür. Abdülkahir, nahiv (sözdizimi) alanındaki üstün yeteneklerinden dolayı "İmamü'n-nühat" olarak şöhret buldu ve bu özelliğiyle tanındı. İran asıllı olmasına rağmen hiç Farsça eser yazmadı ve Arap dilini Arap mantığı ile ele almada muvaffak oldu. Araştırmacılar tarafından büyük dil alimi ve belagat şeyhi olarak kabul gördü. Çalışmalarında, Kur'an-ı Kerimin belagatı ve icazı üzerinde durdu. Kelam ilminin önemli uğraş alanlarından olan "icaz" meselesi ve nazım konusunda önemli çalışmalar yaparak bu konuda eserler verdi. Kur'an-ı Kerim'in, akılları hayrette bırakan ve hayranlık uyandıran söz dizimi, nazmı, kelimelerin yüklendiği manalar çok sayıda araştırma ve incelemeye konu olmuş ve olmaktadır. Abdülkahir de nazım kavramı üzerinde yoğunlaştı. Kur'an-ı Kerim'in ifadelerindeki kusursuzluk, mana ve ahengindeki mükemmel uyumunu (fesahatini) tek tek kelime ve harfler üzerinde değil de, cümle tekniğinde bulduğunu ifade etti. Bu fikir ve düşüncelerini Delailü'l-İ'caz adlı eserinde dile getirdi. İcazın, kelimelerde aranmaması gerektiğini ifade etti. Çünkü, Kur'an-ı Kerim'de yer alan kelimeler daha önce de Araplar arasında kullanılmaktaydı. Ona göre bir kaçı müstesna büyük bir kısmı aynı anlamlarında kullanılmışlardır. Her bir kelimenin sembolize ettiği bir mana zaten zihinde mevcuttur. Kur'an-ı Kerim'in cümle tekniği ise muazzam bir icaz kazandırmaktadır. Dolayısıyla cümle tekniği üzerinde durulması gerektiğini ifade etti. Abdülkahir'e göre, Kur'an-ı Azimüşşan'ın gerçek icazı fesahat ve belagatından kaynaklanmaktadır. Bu belagat ve fesahat nazil olduğu şekliyle muhafaza edilmiştir. Mükemmeliyeti nazmından kaynaklanmaktadır. İfadeler arasındaki düzen, mana ve üslubundaki uyum, nazmının mükemmeliyetini göstermektedir. Bediüzzaman, "ilm-i belagatin dahilerinden" dediği Abdülkahir-i Cürcani'yi Kur'an'ın belagatini anlamada bir otorite olarak kullanmıştır. Risale-i Nur'da Cürcani'nin bu yönünü tesbit eden şu satırlar, onu anlamayı kolaylaştıracaktır: "Kur'ân, o asırdan tâ şimdiye kadar öyle bir belâgat göstermiş ki, Kâbe'nin duvarında altınla yazılan en meşhur ediplerin "Muallâkat-ı Seb'a" nâmıyla şöhretşiar kasidelerini o dereceye indirdi ki, Lebid'in kızı, babasının kasidesini Kâbe'den indirirken demiş: "âyâta karşı bunun kıymeti kalmadı. "Hem bedevî bir edip âyeti okunurken işittiği vakit secdeye kapanmış. Ona demişler: 'Sen Müslüman mı oldun?' O demiş: 'Hayır, ben bu âyetin belâgatine secde ettim.' (Asa-yı Musa, s. 112) Bunların devamında, ta o zamandan beri sürekli olarak muaraza meydanına davet edildikleri halde, mağrur ve enaniyetli ediplerin damarlarına dokundurup gururlarını kıracak tarzda 'Ya bir tek sûrenin mislini getiriniz, veyahut dünyada ve âhirette helâket ve zilleti kabul ediniz' ilanatına karşı acziyetten ve çaresizlikten kurtulamadılar. Muannidler bir mislini getiremedikleri için kısa yolu tercih edemediler....' muarazayı bırakıp, uzun olan, can ve mallarını tehlikeye atan muharebe yolunu ihtiyar etmeleri ispat eder ki, o kısa yolda gitmek mümkün değildir. Risale-i Nur'da belagatta söz ve mananın yeri irdelenirken, Hariri ve Cürcani kıyaslanır. Edebiyat dahisi olan Hariri'nin lafza önem vererek kıymetli edebini lekedar ettiğinden bahsedilir. Cürcani, bu konuda Hariri gibi düşünmeyerek, Delail-i İ'caz ve Esrarü'l Belaga adlı eserinde belagatin nasıl olması gerektiğini göstermiştir. Ayrıca Cürcani bu eserlerinde Hariri'nin yanlışlarını da belirterek bu konuyla ilgilenenler için ibretli ikazlarda bulunmuştur. Bediüzzaman bu tartışmada "Lâfızperestlik bir hastalıktır, fakat bilinmez ki hastalıktır" (Muhakemat, 78) diyerek Abdülkahir yanında yer almıştır. Cürcani'nin Delailü'l-İcaz adlı eserini "Üslûb-u müzeyyen" şeklinde tanımlamıştır. Eserleri 1- Delailü'l-İ'caz; Kur'an-ı Kerimin icazındaki mükemmeliyetin nazmından kaynaklandığını ifade eden eser. Bediüzzaman Hazretleri bu eser için "Cennatül- Firdevs gibi" şeklinde bir iltifata yer vermektedir (Muhakemat s. 68). 2- Risaletü'ş-Şafiye; Kur'an-ı Kerimin icazını elen alan eseridir. 3- Esrarü'l-Belaga; Belagat ve şiir konularını ihtiva eder 4- Avamilü'l-Mie; Gramer konularını ihtiva eder. 5- Kitabü'l-Cümel; Gramerle ilgili konuları işler. 6- Kitabü'l-Muktesid; Nahiv ile ilgili olarak Ebu Ali el-Farisi tarafından yazılan "el-Mugni" adlı otuz cilt eserin özeti mahiyetindedir. Bunların dışında üç şairin şiirlerinin derlendiği , Kitab-ı Fi't-tasrif ve Muhtarü'l-İhtiyar fi fevaidi miyarü'n-nüzzar adlı eserleri de mevcuttur (Nasrullah Hacımüftüoğlu; TDV. İA. C. I.). Abdülkahir'i Cürcani, arkasında çok sayıda değerli eser bıraktıktan sonra, doğup büyüdüğü memleketi Cürcan'da 1078 veya 1079 tarihinde Hakkın rahmetine kavuştu. 1/26/2001 Ahlâk Deyince... Kanun-u Rahmet Abdulkahir-i Cürcani (?-1079) Enstitü Sayfası Arşivi - Tüm Başlıklar - Portreler - Mana-i Harfi
- Sekkâkî (ö.i.) (1160-1299) Tanınmış bir dil ve belagat alimi olup 555'te (1160) Harizm'de doğdu. Sekkakî lakabını son derece güzel hakkaklık yapmasından dolayı almıştır. Sekkaki, Hanefi fakihleri arasında yer alır ve bu sahada iki hocası Hayati ve Harisî vardır. Sekkakî 626 (1299) yılında öldü. Sekkaki'nin en önemli eseri, Miftahü'l-Ulûm'dur.
- Zemahşerî (ö.i.) Harezm kasabalarından Zemahşer'de 1075 yılında dünyaya geldi. Adı, Ebu'l Kasım Mahmud b. Ömer ez-Zemahşeri el-Harizmi'dir. Büyük bir müfessir, dilci ve kelam alimidir. İlk tahsilini doğduğu yerde yaptıktan sonra ilim ve medeniyet merkezi olan Buhara'ya gitmiştir. Burada muhtelif hocalardan fıkıh, tefsir, hadis, kelam, mantık, felsefe ve Arapça dersleri aldı. Bu dönemde Harezm ve Horasan'ın bir çok şehrine giderek bilgilerini artırdı. 1124 yılında Mekke'ye gelerek uzun bir süre kaldı. Eserlerinin bir çoğunu burada yazmıştır. Kendisine Mekke'de uzun süre kaldığından Carullah lakabı verilerek "Carullah Zemahşeri" adıyla meşhur olmuş, ayrıca "Fahr-ı Harezm" ünvanı da verilmiştir. Mekke'de uzun müddet kaldıktan sonra Harezm'e dönmüş ve burada 1143 senesinde vefat etmiştir. Zemahşeri itikadda ateşli bir mutezile, fıkıhta ise Hanefidir. Zemahşeri İslâmi ilimler, nahiv ve edebiyatta çok sayıda talebe yetiştirmiştir. Elli civarında eseri olduğu bildirilmektedir. Bunların en meşhurları: Esasu'l Belağa, El-Keşşaf fi Kıraat, el-Mufassal el-Enmuzec, el-Faik fi Garibil Hadis, Makamat, el-Keşşaf an Hakaikı't-Tenzil, Mukaddimetül-Edeb. Zemahşerî (1075-1144) Asıl adı Mahmud'tur. Doğduğu şehirden dolayı "Zemahşerî", uzun süre Mekke'de yaşadığından ötürü de "Carullah" lakaplarıyla anılmıştır. Mutezile akidesine bağlı bir alimdir. Özellikle Arap dili ve Edebiyatı ile belagat konusunda dahi bir hüviyete sahiptir. Risale-i Nur'da; "dâhî imam" (Sözler, s. 411), "belagat imamı" (İşaratü'l-İ'caz, s. 184) olarak tavsif edilmekte ve Mutezile akidesine bağlı olmasına rağmen, "muhakkıkîn-i Ehl-i Sünnet" (Mektubat, s. 437-38) tarafından tekfir ve tadlil yani küfür ve dalalete düşmekle itham edilmediği belirtilmektedir. Zemahşerî olarak tanınmakta olup, künyesi Ebül Kasım Carullah Mahmud bin Ömer bin Ahmed el-Zemahşerî şeklindedir. Mahmud, 1075 yılında Harezm'in Zemahşer kasabasında doğdu. Küçükken geçirdiği kaza sonucu bir bacağını kaybettiğinde takma bir bacakla yürümek zorunda kaldı. Dindar bir aileye mensup olup, ilk eğitimini babasından aldı. Baba, oğlunun sakatlığını da göz önünde bulundurarak durumuna uygun olan ve oturarak çalışılabilen terzilik mesleği ile geçimini sağlamasını istiyordu. Ancak, Mahmud'un okumak konusundaki ısrarı üzerine bir medreseye verdi. Babası, kesin olarak bilinmeyen bir sebepten ötürü hapsedildi ve ahir ömrünü burada geçirdi. Mahmud, Harezm'de tıp, lügat ve nahiv sahasında önemli bir konuma sahip olan Ebu Muzar Mahmud bin Cerir el-Zebbî'den ders aldı. Dil ve edebiyat derslerinin yanında, aldığı eğitimin etkisiyle Mutezile akidesine bağlandı. Üstün zekası ve gösterdiği başarıdan dolayı hocasından maddi manevi destek gördü. Bir ara Buhara'ya da gidip orada da eğitim aldı. Bu tarihlerde hüküm süren Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah ve veziri ünlü Nizamülmülk'ten de himaye ve destek gördü. Mahmud, ilim tahsil etmek gayesiyle muhtelif beldeleri dolaştı. Harezm'den ayrıldıktan sonra Horasan'a gitti. Orada bulunan ileri gelenlerle temas kurdu. Akabinde İsfahan'a gitti. Burada da Melikşah'ın oğlu ile görüştü ve onu öven bir kaside kaleme aldı. Bağdat'ta bulunan Nizamiye Medresesi'nde aldığı eğitim ayrı bir öneme haizdir. Burada hadis, fıkıh, nahiv ve edebiyat dersleri aldı. Arapça ve dilbilim konusunda uzman olarak yetişti. Mahmud, şiddetli bir hastalığa yakalanınca Mekke'ye gitti. Mekke Şerifi Ebü'l-Hasan Ali b. Hamza tarafından çok iyi karşılandı. Aralarında samimi bir dostluk teşekkül etti. Aralarındaki şahsi dostluğun oldukça iyi noktada olduğu, birbirleri için karşılıklı şiir yazmalarından da anlaşılmaktadır. Mahmud Zemahşeri, bu süre zarfında Arap yarımadasında gerçekleştirdiği seyahatler ve Araplarla girdiği yakın diyalog neticesinde Arap dili ve edebiyatının incelikleri, zenginliği konularında oldukça önemli bilgilere sahip oldu. Teferruatlı bilgiler edindi. Mahmud, son gelişi ve değişik zamanlarda hac vesilesiyle geldiği mübarek beldelerde uzun süre kaldı. Özellikle uzun süre Mekke'de kaldığından dolayı kendisine, Allah'ın komşusu anlamına gelen "Carullah" denmeye ve bu unvanla anılmaya başlandı. Memleket özlemiyle Harezm'e döndüyse de bir süre sonra tekrar Mekke'ye geldi. Birinci gelişinde iki, bu gelişinde de üç olmak üzere beş yıl Mekke'e kaldı. Daha sonra Harezm'e dönerken Bağdat'a uğradı. Büyük bir ilgi ile karşılandı. Burada ders vermeye başladı. Aynı zamanda kendisini yetiştirmeye ve dersler almaya devam etti. Zemahşeri, bütün mesaisini ilme verdiği ve bu gaye ile sık sık seyahat ettiği için evlenmedi. Yaşadığı dönemin önemli alimleri arasında yer aldı. Dil ve tefsir alanında büyük otorite olarak kabul edilip, verdiği dersler büyük ilgi gördü. Bu alanda Harezm, Irak, Horasan, Hicaz gibi beldelerde, sahasında zamanın önemli alimleri arasında yer aldı. Bediüzzaman onu; "dâhî imam" (Sözler, s. 411), "belagat imamı" (İşaratü'l-İ'caz, s. 184) gibi ifadelerle tavsif etmektedir. Kendisinden ders alan bazı talebeleri önemli hatipler arasında yer aldılar ve camilerde vaaz verdiler. Belagat ilmindeki üstün kişiliği ve bu sahada yazdığı "Keşşaf Tefsiri" büyük beğeni toplayan ve kabul gören bir eserdir. Ehl-i Sünnet alimleri belagat ile ilgili konularda bu eserden önemli ölçüde yararlandılar. Mahmud, Bağdat'tan Harezm'e geçti. Ceyhun Nehri kıyısındaki Ürgenç'e yerleştikten birkaç yıl sonra, 1144 yılında vefat etti. Belagatta dahi alim olan Zemahşeri, Kur'an-ı Kerim'in belagatı ile ilgili olarak, "Kur'ân'ın belâgatı, tâkat-ı beşerin fevkindedir; yetişilmez" (Sözler, s. 411) tespitinde bulunmuştur.. Konu ile ilgili olarak teferruatlı bilgiler vermektedir. Risale-i Nur'un veciz bir şekilde aktardığı Kur'an belagatı, dahi imamların tasdiklerinin aktarılmasıyla ve örneklerle akla kabul ettirilmektedir. Sure ve ayetler yirmi sene gibi uzun bir zaman zarfında ve peyderpey nazil olduğu halde, bir anda inmiş gibi aralarında sağlam bir münasebet vardır. Nüzulün çok sayıda sebepleri olduğu halde sanki tek bir sebeple indirilmiş gibidir. Çok sayıda ve farklı sorulara verilen cevaplar, birbirleriyle o kadar mükemmel bir şekilde uyum halindedirler ki, sanki tek bir suale cevap verilmiş gibi harikulade bir düzene sahiptir. Birbirine zıt, birbirinden farklı hükümlere verilen beyanlar olmasına rağmen öyle mükemmel bir intizam var ki, sanki tek bir olay beyan edilmiş gibidir. Bu ve buna benzer çok sayıda özellikleri incelenen binlerce kez, milyonlarca alim ve araştırmacıların şehadetleri ile Kur'an-ı Kerim'in beşer kelamı olamayacağı ve beşerin elinin yetişemeyeceği ortaya konulmuştur. İşte bu hakikati ortaya koyanlardan birisi de Zemahşeri'dir. (Sözler, s. 378) Zemahşerî, Mutezile akidesine mensup olması hasebiyle küfre düşmesi ve dalaletle itham edilip edilmemesi tartışma konusu olmuştur. Bediüzzaman, bazı dalalet ve bid'at fırkalarına mensup bazı zatların ümmet tarafından reddedilmediklerinden söz etmektedir. Mesela, Zemahşerî bu akidede mutaassıp bir ferd olduğu halde "muhakkıkîn-i Ehl-i Sünnet", şiddetli itirazlarına rağmen Onu küfre girmekle ve dalalete düşmüş olmakla itham etmediklerini, ayrıca, kendisi için bir kurtuluş yolu aradıklarından söz etmektedir. Bunun sebebini irdeleyen Bediüzzaman, şu açıklamalarda bulunmaktadır: Zemahşerî'nin Ehl-i Sünnete itiraz ederken, hak zannettiği mesleğinin muhabbetiyle hareket ettiğini bildirmektedir. Ehli Sünnete göre her fiilin yaratıcısı Cenab-ı Hakk'tır. Küçüğü büyüğü fark etmez. Sinekten, deveye ve yerden göğe kadar her şey ve her fiil Cenab-ı Hakk'ın iradesi dahilinde cereyan etmektedir. Zemahşerî'nin nazarında hayvanlar kendi fiillerinin yaratıcısıdırlar. Allah böyle basit şeylerle uğraşmaz. Güya, Cenab-ı Hakk'ı basit şeylerden tenzih etmektedir. Bu hükmü de Cenab-ı Hakk'a olan muhabbetine binaen vermektedir. Bu inancıyla fiillerin halkı konusunda Ehl-i Sünnet ile ters düşmektedir. Diğer Mutezile imamları ise daha ziyade muhabbet-i haktan değil, bu konuda Ehl-i Sünnet'in yüksek düsturlarına akılları yetişemediğinden, fikirleri kâfi gelmediğinden ötürü inkâr yoluna saptıklarından küfre düşmüşler ve fikirleri de reddedilmiştir. Neticede, Zemahşerî gibi zatlar; hallerine, meşreblerine bağlılıklarından ve Şeriat adabındaki zevkin yüksek derecesine erişemediklerinden lakayt kalmışlar. Müdakkik büyük İslam alimleri de yoldan sapmış ve küfre dalmış fırkaların tüm mensuplarını aynı kefeye koymayıp, farklı değerlendirmelere tabi tutarak kadirşinaslık örneğini göstermişlerdir. (Mektubat, s. 437-438). Eserleri: Zemahşerî, önemli ölçüde talebe yetiştirdiği ve ömrünün sonuna kadar ilim öğrenmeye devam ettiği gibi çok sayıda eser de kaleme aldı. Arapça'nın dışında Türkçe ve Farsça'yı iyi derecede bilmesine rağmen eserlerinin büyük bir kısmını Arapça olarak kaleme aldı. En önemli eserleri, Bediüzzaman'ın da (İşaratü'l-İ'caz, s. 173) atıfta bulunduğu "Keşşaf Tefsiri" adlı eseridir. Bu eserinde Kur'an-ı Kerim'in dilindeki üstünlük ve incelikleri göz önünde bulundurdu. Bu eseri kendisine İslam Aleminde büyük bir şöhret kazandırdı. Çok sayıda müellif ve müfessir kaynak olarak bu eserden yararlandı. Muhtelif dillere tercüme edildi. Diğer bazı eserleri; Nükatü'l-Arab, El-Minhac, Rüusu'l-Mesail, El-Mufassal, El-Muhaccat, Esasü'l-Belağa, Etvakü'l-Zehab, Makamat... Şiirleri ise "Divan"ında toplanmıştır. Divan'ın bir yazma nüshası Süleymaniye Kütüphanesinde bulunmaktadır. (Nuri Yüce; "Zemahşerî", MEBİA., 13. C., s. 514).
- nass-ı kat'î Kesin delil; anlamı açık ve sarîh olan Kur'ân âyetlerinden delil olarak gösterilen âyet. nass-ı kat'î ile ve bir kısmı tevatürle yüzer mu'cizatın onun elinde zâhir olmasıdır. RNK-Şuâlar/174
- müzekkî (a.s. zekât'tan.) Tezkiye eden, temizleyen, aklayan, arılayan. Cenâze töreninde tezkiye eden. Mahkeme şahitlerini araştırıp durumlarını mahkemeye bildiren. Müzekkî-i nefis ve musaffî-i ruh, Mürebbî-i dildir, tasavvuf değil. RNK-Mektubat/536
- ittisaf-kârâne (a.f.zf.) Vasıfları belli olur surette, bir sıfat alarak, bir hal takınarak. ve tevhiddeki ittisafkârâne ve râsihâne itikadları, tevafuk ve sebatkârâne ve mutmainâne kanaat ve yakînleri tetabuk ediyor. RNK-Şuâlar/167
- müncezib (a.s. cezb'den.) çekilen, cezbedilen. Cezbedilmiş, çekilmiş. Gönül vermiş, tutulmuş, kapılmış, tutkun. fikirler ona müncezib oluyor. Meselâ, şu zamanda siyaset metâı ve hayat-ı dünyeviyenin temini ve felsefenin revaçları gibi. RNK-Sözler/647
- mütemessil (a.s. misl'den.) Bir şeye benzeyen, bir şeyin suretine giren, cisimlenip görülen. Cisimlenen, cisim şeklinde görünen. Kıssahan, hikâye anlatıcısı. Kendine benzeten. "Kaf" ise, o âlemde onların târif ettikleri gibi mütemessildir(yansıyan). RNK-Muhâkemat/76
- bilicmâ' (a.zf.) İcma ile, birden, ittifakla, fikir birliğiyle. üstünde birleşmekle, topluca Ve umumu bil'icmâ denizlerin büyüklüğü nisbetinde bir kuvvetle Lâ ilâhe illâ Hû der ve bu şehadete denizler mahlûkatı adedince şahitler gösterir diye anladı.RNK-Şuâlar/156
-