Risale-i Nur (Subject) / Lügat (Lesson)
There are 4345 cards in this lesson
--------------------
This lesson was created by enver1961.
- işkal Güçleştirme, zorlaştırma, müşkülleştirme. Şüpheli ve karışık olma. İkinci müşkül: Ey makam-ı istimâdaki insan! Şu ikinci işkâl ettiğin hakikat o kadar derindir, o kadar yüksektir ki, akıl ona ne ulaşır, ne de yanaşır; illâ, nur-u imân ile görünür. Fakat, bâzı temsilât ile o hakikatin vücudu fehme takrîb edilir. Öyle ise, bir nebze takrîbe çalışacağız.
- MUKADDEMÂT Başlangıçlar, hazırlıklar. Çünkü rızık için sa’y etmenin mukaddemâtını ihzar etmenin en münasip zamanı, serinlik vaktidir. Bu vakit geçtikten sonra bir rehavet ârız olur.
- MÜSVEDDE (Seved. den) Temize çekilmek üzere yazılmış şey. İlk yazılan. Acele ile temiz yazılmayan yazı. Birinci nüsha, hazırlık sayfası. Ben de bu garip tevafukun hatırı için, mesleğime muhalif olan senakarane mektubu kabul edip tadil ederek Lahikaya geçirdim ve size de müsveddesini gönderdim.
- GARP Batı.
- şark Doğu. Tabanı ise, şarktan garba gûnâgûn çiçeklerle süslendirilmiş yeryüzüdür. RNK-Sözler/180
- iskal Ağır bir şey yüklemek.
- NECÂT Kurtuluş, selâmet. Hırs ve hased. Yüksek mekân. Ağaç budağı. Mantar.
- 1-TÂB 2-TAB 1-Tabiat, karakter, yaradılış, hilkat. Damga basma, mühür basma. Kitab basma, kitap baskısı, baskı. 2-Işık, parıltı, parlaklık."Parıldayan, parlayan, parlatan, aydınlatan" anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Âlem-tab: Dünyayı aydınlatan, âlemi ışıklandın. Güç, kuvvet, takat. Tazelik. Kıvrım, büklüm. Sıkıntı, eziyet. Öfke.
- NEFİY nefy Sürme, sürgün etme, cezalandırarak başka bir yerde ikamet etmeye mecbur etme; sürgün. mant. Yadsıma. İnkâr etme. gr. Olumsuzluk. Yine o menfâdan dahi üçüncü nefiy olarak Barla’ya verildim.
- ÂMÎ Bilgisiz. Câhil. İleri gelenden olmayan. Havassa âit olmayan. Avama âit ve müteallik. Senevî, yıllık.
- UZMÂ (a.s. a'zâm.) Büyük. İri. En büyük. Çok büyük. Şu hakikat-i uzmânın hadsiz esrarından beş sırrını, beş nüktede beyan edeceğiz.
- Desatir (Düstur. C.) Düsturlar, kaideler. Kur’ân’ın desâtirindendir ki, Cenâb-ı Hakkın mâsivâsından hiçbir şeyi, ona taabbüd edecek bir derecede kendinden büyük zannetme. Yoksa akıl, dar ve küçük düsturlarıyla kendi başına kalsa, âciz kalır, taklide mecbur olur.
- bâtıl Gerçek olmayan,sahte, hurafe, hak olmayan. Ona ilim ve hikmet ile hakkı ve bâtılı açıkça ayırt eden bir ifade gücü verdik. (Sâd Sûresi: 20.)
- MÜBÂREZE Sözle çekiştirme. Kavga. Cidal. Döğüşmek. Mücadele. Çarpışma. Hem maddî mübarezede şu asrın bir düsturu olan eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdat ile, birinin hatâsıyla onun mâsum çok taraftarlarını ezmek lâzım gelecek.
- TEBÂUD Uzaklaşma. Uzağa çekilme. Uzama. Ve bilhassa, maddiyatta çok tevağğul eden ve gittikçe mâneviyattan tebâud eden ve nura karşı gabîleşen ve kabalaşan ve aklı gözüne inen en büyük bir filozofun münkirâne sözü mâneviyatta nazara alınmaz ve kıymetsizdir. Belki faaliyet, ayn-ı lezzet olan vücudun tezahürüdür ve ayn-ı elem olan ademden tebâud ile silkinmesidir.
- 1-İRTİKÂB 2-İRTİKAB 1-Kötü, fena ve günah teşkil edecek bir iş yapma, kötü iş işleme. Kötülük etme. Rüşvet alma, rüşvet yeme. 2-Bekleme, gözleme. Ümit etme, umma. Bitlis gibi dindar bir memlekette hükûmeti temsil eden bir zatın irtikab ettiği bu muameleyi kabul edemem" diyerek, içki meclisine gider.
-
- 1-GABÎ (a.s. ç. agbiyâ.) 2-GABÎ (a.s. ç. gubât.) 1-Anlayışsız, ahmak, bön, kalın kafalı, zekâsı az olan, geri zekâlı. 2- Ahmaklık, budalalık eden. Kim birşeyde çok tevaggul etse, galiben başkasında gabîleşmesine sebebiyet verir. Bu sırra binaendir ki, maddiyatta tevaggul eden, mâneviyatta gabileşir ve sathî olur.
- iltizam Gerekli bulmak. Taraftarlık. o Mektuba karşı sükûtu iltizam etmeye mecbur olmuş.
- 1-ÂMM 2-AMM 1-Herkese âit. Umuma âit. Hususi ve bazılara mahsus olmayan. Umumi. 2- Amca. Babanın kardeşi. Çok cemaat.
- MUÂRAZA (a.i. arz'dan.) 1-Birbirine karşı gelme. 2-Sözle karşılıklı mücadele, söz mücadelesi. 3-Kavga, çekişme. Biri ile yarışmak. Birbirine karşı gelmek. Sözle karşılıklı mücadele. Söz mücadelesi. Ve yine aynı sûrette bir muaraza neticesinde, beş gün zarfında kimya-i gayr-i uzvîyi (inorganik kimya) elde ederek, kimya muallimiyle muarazaya girişir ve onu da ilzam eder.
- ma'siyet (a.i. ç. ma'âsî.) Asilik, itaatsizlik. İsyan. Günah. Kötü şey. Öyle de, küfür ve mâsiyet, adem ve tahrip nevinden olduğu için, cüz-i ihtiyârî bir emr-i itibârî ile onları tahrik edip, müthiş netâice sebebiyet verebilir.
- kàtıu’t-tarik yolkesen, eşkiya
- 1-HAKÎM-İ EZELÎ 2-HÂKİM-İ EZELÎ 1-Başlangıcı olmayan ve sonsuz hikmet sahibi olan Allah. 2-Dâimî hüküm ve idâre sahibi olan Allah.
- MÂLİK-İ EBEDÎ Herşeyin sonuna kadar sahibi olan Cenab-ı Hak.
- intişar Dağılmak. Yayılmak. Üremek. Tıb: Yorgunluktan damar şişip kabarmak. Umumileşmek. Evet, havada dalların intişârı ve meyve vermesi gibi, o sert taş ve topraktaki köklerin kemâl-i sühûletle intişâr etmesi ve yer altında yemiş vermesi; hem şiddet-i hararete karşı aylarca nâzik, yeşil yaprakların yaş kalması, tabiiyyunun ağzına şiddetle tokat vuruyor.
- KADÎR-İ RAHÎM Herşeye gücü yeten ve sonsuz şefkat sahibi olan Allah. Çok merhametli olan ve her şeye gücü yeten, Allah.
- Rahmân İster mü'min, ister kâfir; ister iyi isterse kötü olsun; rahmeti bütün herkese yayılan ve bütün yaratılmışların rızıklarını ve geçim şekillerini içine alan rahmetin sahibi Allah. Kur'ân-ı Kerim'in 55. suresi. Mekke'de nazil olmuştur. 78 âyettir. Sonsuz merhamet ve şefkatle bütün varlıkları rızıklandıran Allah.
- NAZİF(E) Temiz, pâk, nâzik. En temiz ve en nazif ve en parlak ve en pâk vaziyetleri, en güzel, en sâfi, en lâtif suretleri almak için, bir dest-i hikmet tarafından sevk olunuyorlar.
- pervâ f. Korku, havf. Çekinme, sakınma, çekingenlik. İlgi, bağ, alâka, kayıt. Ve vatan ve milletimizi yabancı bir devlete devretmek emelini taşıyorlar. Mahkeme heyetinin huzurunda bilâpervâ onlara söylüyorum:
- 1-Kadîr 2-Kâdir 1-Bir işi yapmaya gücü yeten. Kudret sâhibi ve herşeye kudreti yeten. (Allah C.C.) 2--Bir işi yapmaya gücü yeten, kudret ve kuvvet sâhibi ve her şeye kudreti yeten.(Allah)
- SAMED Her şeyin kendine muhtaç olup, kendisi hiç kimseye ve hiç bir şeye muhtaç olmayan. (Allah) Refi' ve âli ve içi dolu şey. Kavmin ulusu. Pek yüksek, yüce, ulu, daimî, ebedî. İhtiyaçlar için kendisine yönelinen, herşey kendisine muhtaç olduğu halde, kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şeyin varlığı ve bekası kendisine bağlı bulunan Allah.
- derk En aşağı kat, her şeyin dibi, aşağı inen basamak. Anlama, kavrama. Yakalama, ele geçirme. Bu derece âciz ve zayıf, fakir ve muhtaç olan ruh-u beşere ibâdet, tevekkül, tevhid, teslim ne kadar azîm bir kâr, bir saadet, bir ni’met olduğunu, bütün bütün kör olmayan görür, derk eder.
-
- MÜN`İM Nîmet veren. Asıl nimet sahibi olan Allah. (o nimetlerin bir münim tarafindan verildigi düsünülür)
- salâbet (a.i. sulb'den.) Peklik, katılık, sağlamlık. Metanet, mânevî kuvvet, dayanma, sebat. Mukaddesatı korumak hususunda cesaret, metanet ve sebat gibi sıfatlarla muttasıf olmak. (Bunun zıddı: Lâübalilik) (Bak: Dimağ) Bütün Müslümanlar için şâyân-ı misal olan bu salâbet-i diniye ve yüksek seciyeyi, arkadaşlarından bir yüzbaşı, müşahedesine müsteniden anlatıyordu.
- vesselâm İşte o kadar, son söz budur, artık bitti. Mektup sonlarında sonsuz selâm manasında kullanılır.
- bismillâh (a.i.) Besmele, Allah namına, Allah için, Allah'ın adı ve izni ile.
- BELÂHET Ahmaklık. Düşüncesizlik. Ne yaptığını iyi bilmemek. belahet derecesinde bir safdilliktir veyahut bir entrikadır
- ebleh (a.s. belâhet'den.) Pek akılsız, aptal, alık. Ahmak. Bön. Budala. Hayat bir cidâldir" diye, eblehâne hükmetmişler.
- GÂFİL Dikkatsiz, iyi düşünmeyen, uyanık olmayan. Haberi olmayan, ihtiyatsız, başına geleceği önceden düşünmeyen. Allah'ı unutan. Kendi gayr-ı meşru zevkine dalan. (Günde bir taşı binâ-yı ömrümün düştü yere,Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber. (Niyazi-i Mısrî) Çünkü, mü’minlerin imanına kuvvet veren, gafilleri uyandıran, dalâlete düşenlere râh-ı hidayeti gösteren, hükemâ-yı felâsifeyi beht ve hayrette bırakan Kur’ân-ı Mübînden nebean ve lemeân eden o kudsî Sözler’in vücuduna vasıta oldunuz.
- imtisâl (a.i. misl'den.) Bir örneğe uygun şekilde hareket etme, benzemeye çalışma, ayak uydurma. Emre tamâmen uyma, gerekeni yapma, alınan emre boyun eğme. Özdeşleşme, bir şeyin suretine girme. imtisâlen: İmtisal ederek, uyarak, tâbi olarak. "Ve kaynamaları ise, Onun emrine heyecanla imtisâl etmeleridir."
- muhabbet Ülfet, sevgi, sevme, dostluk. Faziletten sayılan şeylere ruhun meyletmesi. İnsanın manevî haz aldığı veya kendisinde hayır ve olgunluk gördüğü bir şeye meyletmesi. Aşk, ilgi, alâka. Dostça konuşma, sohbet, yar O nihayetsiz muhabbeti, masnuâtında çok tarzlarda tezâhür ediyor.
- nazenin İnce, nazlı, zayıf, lâtif, hoş eda olan, nazlı yetişmiş, şımarık. Oynak. Nazik endamlı. eğer sırr-ı tevhid yardım etse, bu küçücük insanı, kâinat kadar büyüttürür ve genişlik verir ve mahlûkata nazenin bir sultan yapar.
- maatteessüf Üzülerek; üzüntüyle ifâde etmek gerekir ki.; yazıklar, teessüfler olsun; ne yazık ki. Bu makam çok izaha lâyık iken, maatteessüf kısa kalmıştır.
- HAYT İp. Kalın ip. İplik. Bağ. İki şeyi birbirine bağlayan. Dikiş dikmek. Tanyeri ağarması Arzımızı senevi, yevmi dairesinde şu hayt-ı semavidir; tutmuş da döndürüyor.
- letâif-i re'fet Şefkat ve merhametin güzellikleri, incelikleri. Sonra, insanın mahiyet-i câmiasının simasındaki letâif-i re’fet ve dekaik-i şefkat ve şuâât-ı merhamet-i İlâhiyeden tezahür eden sikke-i ulyâ-yı Rahîmiyettir ki,
- mülâhaza (a.s. lâhz'dan ç. mülâhazât.) Dikkatle bakma. Dikkatle ve teferruatıyla, inceden inceye düşünme. Düşünme, tefekkür, düşünce. Mütâlaa. (Yani, ölümünü düşünüp, dünyanın fâni olduğunu mülâhaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmaktır.)
- nüzul İniş, inmek, aşağı inmek, konaklamak. Nüzül, felç hastalığı. Hacıların Mina'ya gelip konaklamaları. Ey nüzul gibi ağır hastalıklara müptelâ olan kardeş! Evvelâ sana müjde ediyorum ki, mü’min için nüzul mübarek sayılıyor.
- tecâvüb Cevaplaşma, birbirinin ihtiyaçlarına cevap verme, karşılıklı cevaplaşma. Ve keza, meselâ bulutla arz gibi câmid ve mütehalif şeylerde tecavüb ve muavenet, yani birbirinin hâcetine cevap vermek ve seyyarat gibi şemsten pek uzak olan yıldızların şemse veya birbirine tesanüd etmeleri, bütün eşyanın bir Müdebbirin idaresinde bulunduğuna şehadet ederek ile ilân eder.
- TEÂNUK Birbirinin boynuna sarılma. Birbirine sarılma. Kucaklaşma. Zira ulûm birbirini intaç ve birbirinin elini tutmakla teânuk ve tecavüb ettiklerinden, o derecede iştibak hasıl olur ki,
- insicâm Düzgünlük, düzgün işleme. pürüzsüz olma. Birbirini tutma, birbiriyle uyuşma, uygunluk, tutarlılık. Suyun dökülüp devamlı akışı. Devamlı yağmur yağmak. ed. Anlatılanların birbirleriyle olan uyumluluğu, tutarlılığı, düzgünlüğü. Evet, kemâl-i intizam, insicam-ı mizan ise, yalnız vahdetle olabilir.
-