Risale-i Nur (Subject) / Lügat (Lesson)

There are 4345 cards in this lesson

--------------------

This lesson was created by enver1961.

Learn lesson

  • taharrük (a.i. hareket'den.) Hareket etme, kımıldama, oynama. Harekelenme, hareke alma, hareke ile okunma     ve teceddüd ve taharrükleriyle ve ayrı ayrı kabiliyetleriyle ve inkisaratlarıyla o cemal ve o güzellikleri tazeleştiriyorlar; 
  • sebeser Baştanbaşa, tamamıyla büsbütün. Baş başa. Ve kâinatı, serbeser her vakit taze taze ve ayrı ayrı cilveleri ve nakışları göstermek için, daima değişen ve tazelenen ve hadsiz âyinelerden terekküp eden bir âyine-i ekber suretine çevirir.  RNK-Şuâlar/200
  • MEVSUF Vasıflanan, kendisinde bir sıfat mevcut olan.         Dost ve düşmanın ittifakıyla, kıraatsiz, kitâbetsiz, emânetle mâruf, ümmî lâkabıyla mevsuf bir zâta nüzûl ediyor.
  • Cemîl (a.s. cemâl'den.) Güzel, güzellik sahibi. Cenâb-ı Hakk'ın isimlerinden biri. Eskiden mekteplerde verilen başarı belgesi.        
  • BEDİHÎ Ap açık, belli.             Bu iki şık bedihîdir, delil istemiyor, göz ile görünür.  
  • HASEN Güzel. Hüsünlü. Güzellik. Güzel olmak. Güzel işler.     Mâdem hayat Esmâ-i Hüsnânın nukuşunu gösterir; hayatın başına gelen Her şey hasendir.  
  • TEBEDDÜL Başkalaşmak. Değişmek. Yeni hey'ete, başka kıyâfete girmek. (Bak: Hudus) Yenilenmek         Meydan ise, her saat tebeddül eder.
  • 1-İSTİHSAN (a.i. hasen'den.) 2-İSTİHSAN (a.i. hısn'dan.) 1-Güzel bulma, beğenme.    fık. Kıyâsı terkedip âyet ve hadîse uygun olanı alma.    Daha kuvvetli delil karşısında zayıf olanı terk etme, kolaylık için                    güçlükten        vazgeçme.    Üst merciden kolaylık isteme. 2-Koruma, müdâfaa etme, karşı koyma, savunma.     Sağlam bir yere kapanma.   insanların teveccühü ve istihsânı, ona nisbeten bir zerre hükmündedir.    
  • şebih Benzer, benzeyen.             Yani, zâtında, sıfatında, ef’âlinde naziri, şeriki, şebihi yoktur.
  • MÜTECÂVİZ  Haddini aşan, tecâvüz eden, saldıran.       yüzlerce seneden beri insâniyet aleyhine, İslâmiyet zararına mütecâviz fikir neşreden ehl-i küfrün tahriplerini tâmir için ortaya atılan Risâle-i Nur’un
  • TENÂSÜB Uygunluk, uyma, tutma. Yakınlaşma. Nisbet, kıyas. İki adet birbirine nisbet edilerek yapılan hesap usulü. Edb: Mânaca birbirine uygun kelimeleri bir arada söze güzellik vermek maksadı ile zikretmek. (Bunun için tenasübü bozup muvazeneyi ihlâl ediyorlar)
  • MUSAVVİR Tasvir eden. Şekil ve suret çizen. Her şeye güzel şekil ve suretler veren Allah (C.C.)       Hurma ağacına taallük eden Musavvir ismiyle de, semeresine taallük ve tecelli eden Münşi ismi, müsemmada müttehiddirler.
  • mehâsin Güzellikler, iyilikler, iyi ahlâklar, insana verilen hüsün ve cemâl. İnsanın vücudunda hüsün ve cemal yerleri. Güzel tavırlar. İnsanın yüzüne güzellik veren bıyık ve sakal.         Elbette ona mukabil, o da kendi mehâsinini onun nazarına tahsis ve muhabbetini ona hasretmesi, mukteza-yı insaniyettir.
  • muhter Yol, tarik.
  • MUHTERİ' Misli görülmedik bir şey icâd eden. İcâd eden. Yeni bir şey bulan. Yeni bir şey meydana getiren. * Uydurma şeyler ortaya atan. Müfteri. ("Her cihetle güzel ve hünerli olmayan bir zât, böyle her cihetle güzel bir eserin masdarı, mûcidi ve taklitsiz muhterii olamaz.)
  • HAML Yük. Sırtına yük alıp getirmek. Kadının karnındaki çocuk. İsnad. Yüklenme.
  • iktibas Alıntı yapma, kopyalama.  Söz arasında Kur'an-ı Kerimden veya Hadis-i Şeriftden veya başka makbul eserlerden bir cümlenin kâmilen veya kısmen az tasarruf ile veya tasarrufsuz alınması. Ateş almak. Ödünç almak.     Bu ibare, İslâmiyet öncesi câhiliye âdetlerine dönmekten men eden hadislerden iktibas edilmiştir
  • MASDAR Kaynak, bir şeyin çıktığı yer.             Kudret masdardır, kader mistardır.
  • MEVKIF Kısım, bölüm, durak, istasyon. Durulacak yer. Ayakta duracak yer.       Dördüncü Mektup ile Otuz İkinci Sözün Birinci Mevkıfının âhirinden alınmıştır.  
  • TEZYİN Süslemek. Bezemek. Donatmak.     Hem nasıl ki, bir hâne ustasız olmaz. Bâhusus öyle bir hâne ki, hârika san’atlarla, acîb nakışlarla, garip zînetlerle tezyin edilmiş.
  • MUÂREFE (a.i. irfân'dan.) Karşılıklı görüşme, tanışma, bilişme, aşinalık, birbirini bilip tanıma.         sanki aranızda muârefe yokmuş ve kendilerinde sana karşı şükran hissi de yoktur. 
  • TAHABBÜB Sevgi göstermek, muhabbet beslemek. Bir kimseyi dost kabul etme.         en mükemmel mahlûkatının şükür ve minnettarlıklarını, tahabbüb ve ubudiyetlerini başka esbaba vermekle kendini unutturup,
  • TAARRÜF Karşılıklı anlaşma, tanışma. Bir şeyi herkesin bilmesi. Kendini hünerleriyle tanıttırma.         İşte, tenezzül-ü İlâhî ve taarrüf-ü Rabbânî ve mukabele-i Rahmânî ve mükâleme-i Sübhânî ve iş’âr-ı Samedânî hakikatlerini tazammun eden umumî, semavî vahiylerin, icmâ ile Vâcibü’l-Vücudun vücûduna ve vahdetine delâletleri öyle bir hüccettir ki, gündüzdeki güneşin şuââtının güneşe şehadetinden daha kuvvetlidir diye anladı.
  • MERÂTİB Mertebeler. Basamaklar. Kademeler. Dereceler.
  • mağrib Batı taraf. Garb. Güneşin battığı cihet. Akşam vakti. Afrikanın şimâl tarafı. Türkiye'ye nisbetle garbda bulunan Fas, Tunus, Cezayir ve İspanya tarafı.   Mağrib zamanı ise, güz mevsiminin âhirinde pekçok mahlûkatın gurûbunu, hem insanın vefâtını, hem dünyanın Kıyâmet ibtidâsındaki harâbiyetini ihtar ile, tecelliyât-ı Celâliyeyi ifham ve beşeri gaflet uykusundan uyandırır, ikaz eder.    
  • VARTA Tehlike, uçurum, çukur yer.           Seni bu hataya atıp bu vartaya düşüren, bir gözlü dehândır. Yani, harika, menhus zekândır. O kör dehân ile, herşeyin hâlıkı olan Rabbini unuttun, mevhum bir tabiata isnad ettin, âsârını esbaba verdin, o Hâlıkın malını bâtıl mâbud olan tâğutlara taksim ettin.
  • MAŞRIK Güneş doğacak cihet. Gündoğusu. Doğu. Şark ciheti. Şems-âbâd, güneşi bol yer. Kış vakti ısınmak için güneşe karşı oturacak yer. Tövbe kapısının adı.   Eğer o iki müddeî birbirine gayet uzak, biri maşrıkta biri mağribde ise, o vakit, kaideten, "sahibü’l-yed" kim ise onun elinde bırakılacaktır. 
  • MÜTEKELLİM Söyleyen, konuşan, nutuk söyleyen. Gr: Söyleyen, birinci şahıs.         Evet, mâdem kelâm, mütekellime bakıyor. 
  • TEŞA'UB Şubelenme. Ayrılıp kol kol olma. Çatallaşma. Kısımlara ayrılma. Perâkende ve kol kol olup bölükler ve şubeler sahibi olma. * Bozuk bir şeyin düzelmesi. * Iraklaşmak. (o elektrikten teşaub etmis ve onunla bagli küçük küçük elektrikler)
  • ZEVAL Yerinden ayrılıp gitme. Zâil olma, sona erme, yok olma. Ölme, ölüm. Aşağı düşme, alçalma, iyi halden kötü hale düşme, düşkünlük. Suç, kabahat. Güneşin, gündüzün yarısı olarak kabul edilen tepe noktasından geçerek batıya doğru inmesi veya meyli.          
  • TEÂLÎ Yükselme, yücelme.           Bir milletin gençliği ne zaman Kur’ân ve ondan lemean eden ilimlerle teçhiz ve tahkim edilmişse, o vakit o millet terakkî ve teâlî etmeye başlamıştır.
  • 1.TÂLİK 2.TALİK 1.Asmak, geciktirmek, bağlamak, bir zaman bıraktırmak.   Güleryüzlü adam. Mütebessim kimse.   Düzgün söz söyleyen kimse. 2.Azad olunan esir. Serbest bırakılan esir.         başka vakte tÂlik ediyoruz, şimdilik o kapıyı açmıyoruz.  
  • TAHİYYÂT Selâmlar. Duâlar. Manevî hayat hediyeleri. Tezahürat-ı hayatiye. Mâlikiyet, beka ve mülk. (Bak: Et-tahiyyatü)   sonra teşehhüd edip, oturup bütün mahlûkatın tahiyyât-ı mübârekelerini ve salâvât-ı tayyibelerini kendi hesâbına o Cemîl-i Lemyezel ve Celîl-i Lâyezâle hediye edip ve Resûl-i Ekremine selâm etmekle bîatını tecdid    
  • TAYYİBÂT Bütün güzel sözler, güzel mânalar, harika güzel cemaller. Iyi ve güzel işler, hareketler, ibadetler Bütün kâinat yüzünde cemalleri görünen ezelî Esma-i Hüsnâ'nın cilveleri.       Cenab-ı Hakkın helal ettiği tayyibat dairesinden  
  • dâî (a.s. dua'dan ç. dâiyân.) Dua eden, duacı. Sebep, illet. Davet eden. Muktazi. Çağıran, müezzin. dâîyâne: dua ederek, isteyerek
  • MÜBEŞŞİR İyi haber verip sevindiren. Hayırlı haber veren. Müjdeleyen.         âleme efendi olan Islâmiyetin-biiznillah-cihâna efendiliğinin maddî mânevî mübeşşiri olacaktı.
  • inkişaf Gelişme. Keşfetme. Açılma. Meydana çıkma. Yetişme. Terakki etme, ilerleme. Gizli sırların bilinmesi.   "Bütün tariklerin nokta-i müntehâsı, hakaik-i imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır."
  • iş'âr Anlatmak, bildirmek.
  • şiâr Prensip, nişan, ayırt edici iyi âdet, iz, belirti, işaret. Üstünlük veren işaret. İnsanın gömleği. Ölüm.       Evet, denilir. Çünkü Resul-i Ekremin bir şiârı olan aleyhissalâtü vesselâm kelâmı gibi radıyallahu anh terkibi Sahabeye mahsus bir şiar değil. 
  • iktirân Ulaşmak. Mukarin olmak. Yaklaşmak. Yetişmek. İki şeyin bir arada gelmesi. İki nimetin aynı anda bulunması gibi...    Eğer bu vakitlerde dünyevi maksatlar hasıl olursa, zaten nurun ala nur. Ve illa, "İcabet duaya iktiran etmedi" diyemezsin.
  • riyâset Reislik, başlık, baş olma, başkanlık. esk. Reisülküttablık.Bir işi idarede başta bulunmak.       Çünkü müsadere edilen Nurlar, eski harfle o makamata, hususan Diyanet Riyaseti heyetine gönderilmiş, 
  • ünsiyet Alışkanlık, ülfet, dostluk, ahbaplık, arkadaşlık.      Bak, o kadar ünsiyet ettiğimiz ve tanıdığımız çiçekli miçekli şeyler kayboldular.
  • musır Israrlı. Direnen. Ayak direyen. Vaz geçmeyen. Sebat eden. Sözünden dönmeyen.   Milyonlarca duaları makbul olan zatlar musırrâne dua etmesi ve bilhassa o şey vaad-i İlâhîye iktiran etmiş ise...  
  • MERVÎ (a.s. rivâyet'den.) Rivâyet edilen. Anlatılan. Nakledilen.         Meselâ vaad ettiği halde, her ezan ve kametten sonra edilen mervî duada deniliyor; bütün ümmet o vaadi îfa etmek için dua ederler.    
  • 1.MEŞAHİR 2.MEŞÂHİR 1.Meşhurlar.    Çok kimselerce tanınanlar. 2.Meşherler.    Teşhir olunan yerler.         Sen necisin, bu meşâhire karşı meydana çıkıyorsun?   
  • MUÂRIZ Karşı, zıd, ters. Bir şeyden yan çizen. Muâraza eden. Karşı gelen. Tariz eden, dokunaklı söz söyleyen, taş atan. Muhalefet eden, karşı çıkan, muhalif.     İşte bu bedihî hakikati bilen, maskeli, gizli ve münâfık imân ve İslâmiyet muârızları ve düşmanları, yarım asra yakındır, Bediüzzaman’ın çürütemedikleri şahsını, yalan ve yaygaralarla hâlâ çürütmeye çabalıyorlar.  
  • TEVÂTÜR a.i. vitr'den. ç. tevâtürât.)  Kuvvetli haber. İçinde yalan ihtimâli bulunmayan ve birbirlerine kuvvet veren haberlerden oluşan büyük bir topluluğa ait haber. Müteaddid şeyler birbiri ardınca zâhir olmak. Bir hususun söylenmesi hemen herkesin ağzında olup, gezmek. Şâyia. Bir haberin ağızdan ağıza dolaşarak yayılması. hds. Bir Hadis-i şerif'in, yalan söylemelerini aklın kabullenemeyeceği kadar sayı ve sağlamlıktaki bir topluluk tarafından aktarılması, rivayet edilmesi.   Dua etti, yağmur geldi, kahtlık kalktı. Bu vakıa tevatür derecesinde meşhurdur.
  • merdûd (a.s. redd'den.) Reddolunmuş. Kabul edilmemiş. Geri döndürülmüş. Kovulmuş. (Namaz kılmayan hâindir, hâinin hükmü merduddur.) 
  • muvâfık Uygun. Yerinde. Denk. münasip. Taraflı. müz. Bir makam. Elbette böyle amelim bir mezheb-i hakka muvafık gelir. RNK-Sözler/372
  • MUVAFFIK (a.s. vefk'den.) Muvaffak eden, başarıya ulaştıran; Allah.