Risale-i Nur (Subject) / Lügat (Lesson)

There are 4345 cards in this lesson

--------------------

This lesson was created by enver1961.

Learn lesson

  • 1-hâzin (a.i. hızâne'den. ç. huzzân.) 2-hazîn (a.i. hüzn'den.) 1-Hazine bekçisi, hazinedar.    Muhafız, bekçi. 2-Hüzünlü, acıklı.    Keder meydana getiren, acı uyandıran, hüzün veren.       Hâkimiyet-i milliyenin beraat-i istihlâli olan kanun-u şer’î hâzin-i cennet gibi bizi duhule davet ediyor.        
  • medfûn Defnedilmiş, gömülmüş.           Asya’nın ve Rumeli’nin köşelerinde medfun olan medeniyet-i kadîme hayata başlamış ve menfaatini mazarrat-ı umumiyede arayan ve istibdadı arzu edenler,   
  • berâat-ül İstihlâl Bir eserin içindekilerini güzel bir başlangıçla baş tarafında anlatmak. İyi bir alâmet. Güzel bir başlangıç. Bir ibarede müradif ve mukni birkaç kelime bulunması, hüsn ve insicamdaki ibarenin vech-i mergub üzere te'lif ve terkibi. Maaş, rütbe, nişan için hükümetçe bildirilen yazı gibi vesika.       Hâkimiyet-i milliyenin beraat-i istihlâli olan kanun-u şer’î hâzin-i cennet gibi bizi duhule davet ediyor. 
  • tabasbus (a.i. basbasa'dan. ç. tabasbusât.) Yaltaklanma, riyakârlık etme, kendini küçülterek beğendirmeye çalışma, alçakça yalvarma.           O muhtaç adam dahi sana tabasbus etmeye mecbur olmadığı için, izzet-i nef-si kırılmaz ve duası senin hakkında makbul olur.  
  • ebna-yı vatan Vatan evlâtları.         Ey ebnâ-yı vatan! Hürriyeti su-i tefsir etmeyiniz; tâ elimizden kaçmasın ve müteaffin olan eski esareti başka kapta bize içirmekle bizi boğmasın.HAŞİYE-1 Zira hürriyet, mürâât-ı ahkâm ve âdâb-ı şeriat ve ahlâk-ı hasene ile tahakkuk ve neşvünemâ bulur…
  • Fersah Uzunluk ölçüsü birimidir, iki çeşittir: Deniz fersahı: 5555 m. Kara fersahı: 4444 m. İki şey arasındaki açıklık. Sükun ve hareket arasındaki vakit. Zaman. Saat. Dâimî ve çok olup aslâ kesilmeyen şey.   Belki câmi‑i ahlâk-ı hasene olan hakikat-ı İslâmiyenin ve istidad-ı fıtrînin ve feyz-i imanın ve şiddet-i açlığın hazma verdiği teshil yardımıyla fersah fersah geçeceğiz.  
  • milel-i mütemeddine Medenî milletler, medenileşmiş milletler.           Bu vahşet-engiz sahra-yı kebiri kısa zamanda tayyetmekle beraber, milel-i mütemeddine ile omuz omuza müsabaka edeceğiz.   
  • muvâcehe (a.i. vech'den. ç. muvâcehât.) Karşı, ön. Yüzyüze gelme. Yüzleşmek. Huzurunda olmak.       Nümûnesi, tarih muvâcehesinde meydandadır; ve hem de çürüyeceklerdir. Risâle-i Nur’daki yüksek hakîkat, Risâle-i Nur’u ebede kadar pâyidar kılacaktır.      
  • şehâmet-i imânîye İmandan gelen zekilik ve kahramanlık.         binler ayrı ayrı seciye, ahlâk-ı âliye, hizmet-i Kur’âniye, şehamet-i imaniye ile dolu ve yüz otuz kadar eserleriyle, değil bir kasaba, bir vilâyet, bir memlekette;      
  • din-i mübin-i İslâm Aşikâr, ap açık olan İslâm dini. hak ve hakikatı açıklayan İslâm dini       Bediüzzaman, şu kâinatın ve umum zamanların mânevî güneşi olan Kur’ân-ı Hakîme ve din-i mübin-i İslâmın mübelliği Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma müteveccih olmuştur.    
  • nazar-ı âmme Umumun bakışı, genel bakış.         Doğrudan doğruya dinin ve İslâmiyetin aleyhinde bulunmuyorlar; dine hizmet eden, bu uğurda türlü fedakârlıklara katlananları nazar-ı âmmede kötülemek, halkın sevgisini çürütmek için hücuma geçiyorlar; ta ki dine hizmet edenleri âtıl vaziyete getirip, dinî inkişafa mâni olsunlar;
  • Muzahere(t) Birbirine yardım etmek. Arka olma, destek olma.           hattâ İslâm Deccalı masonların komitelerini aldatıp müzaheretlerini kazandıklarından, dehşetli bir iktidar zannedilir.     
  • necîb, necîbe (a.s. ç. encâb, necâib, nücebâ.) Soyu ve nesli temiz, aslı kerim olan. Cömert. Asilzâde. Güzel huylu ve ahlâklı.       Necip Türkler böyle hatâdan çekinirler. 
  • serefraz f. Başını yükselten, yukarı kaldıran. Benzerlerinden üstün olan. Baş kaldıran. Başı dik, alnı açık. Haklı ve galib.   Mütenebbih kalbleri iman ve muhabbet-i Nebevî ile coşkun ve cihan-değer şeref-i intisabıyla serefraz fedakârların yetişmesi ve bu milletin mazisine mütenasip kahramanlığı, yüksek iman ve ahlâkı izhar etmesi işaretidir.  
  • deruhde f. Üstüne almak. Kendini vazifeli bilmek. Üzerine alınan iş.       Hatta eskiden Onuncu Sözü tab eden Hacı Bekir, benim orada oturduğum odayı, herbir masrafını deruhte edip, satmaktan men etmiş.  
  • ma'tûf (a.s. atf'dan.) Ait ve râci' olan. Bir tarafa meyletmiş. Mâil olan. İsnadedilen. Yöneltilmiş.       Üstadın rıza-yı İlâhîye matuf hizmet, hareket ve faaliyetlerini başka maksat ve gayelere yorumlamak isteyenler, ancak basiretsizliklerini ilân ediyorlar.
  • Tebşir Müjdelemek. Hayır haber vermek. Müjdelenmek.         Saniyen: Hafız Ali’nin mektubunda, kahraman Süleyman Rüştü’nün gelmesini tebşir ediyoruz.  
  • riyâzet Nefsi terbiye, dünya lezzetlerinden ve rahatından sakınma; perhizle, kanaatle yaşama. Zühd ve takva maksadıyla hoşa gidecek şeylerden uzak durup az şeyle yetinerek yaşama, nefsi terbiye etme, nefsin arzularına karşı kendini tutma, dünya zevklerinden el çekmek suretiyle nefsi terbiye etme. tas. Nefsi manevî yokluğa hazırlamak için yapılan düzenli ruh terbiyesi. Perhiz. İdman, temrin.   Evvelâ: Hükema-yı İşrâkıyyunun mesleklerine sülûk ederek, zühd ve riyazete başladı.
  • Zühd Dünyaya karşı kalbte duyulan soğukluk ve isteksizlik, maddî şeylere sırt çevirme. Nefsî ve dünyevî arzuları terketme, Allah korkusuyla günahlardan kaçınıp vaktini ibadetle geçirme, takva. tas. Dünya sevgisinden, madde hırsından, her türlü dünya servetinden uzak kalma, ahiret saadetini kazanmak için vaktini ibadetle geçirme.       Hükema-yı İşrâkıyyunun mesleklerine sülûk ederek, zühd ve riyazete başladı
  • Celaleddin-i Süyûtî (Hi: 849 - 911) Abdurrahman bin Ebu Bekir Muhammed adı ile de anılır. Hadis imamı ve müctehid bir zattır. Mısırlıdır. Süyût şehrinde doğdu. Mısır'da vefat etti. Zamanının büyük İslâm allâmelerindendir. Asıl adı: Ebû Bekir oğlu Abdurrahman'dır. Tefsir, fıkıh, hadis ilmine dair eserleri vardır. Celaleddin Muhammed bin Ahmed Mısrî'nin, İsrâ Sûresine kadar yaptığı (Hi: 864'de vefat edince yarıda bıraktığı) tefsiri tamamlamıştır ve Celaleyn Tefsiri denmiştir.        
  • kisve-i ilmiye İlim adamlarına, hocalara âit elbise.         Şeyh Mehmet Emin Efendi, kendisine kisve-i ilmiyeye girmesini teklif etti. Molla Said cevaben,“Ben henüz sinn-i bülûğa vâsıl olmadığımdan, muhterem bir müderris kıyafetini kendime yakıştıramıyorum. Ve ben bir çocuk iken nasıl hoca olabilirim?” diyerek teklifini kabul etmemiştir.
  • kesr-i nefis Nefsini kırma, nefsi düşürme.         “İnsan başkasına karşı kesr-i nefis için hakikati ketmedebilir. Fakat babadan daha muhterem olan üstadına karşı hakikat-i mahzdan başka birşey söyleyemez. Emrederseniz, söylediğim kitaplardan beni imtihan ediniz” der.        
  • Ketm Saklamak. Gizlemek. Sır tutmak. Söylememek.     Tevazu kastıyla da o nimetleri ketmetmek iyi değildir. İnsan başkasına karşı kesr-i nefis için hakikati ketmedebilir.
  • Kabil-i Hitab Sözden anlar. Kendisi ile konuşulabilir olan kimse.           “Henüz çocuk olduğundan, kabil-i hitap değildir” der. 
  • hanedan f. Soyca dindar ve asil âile. Peygamber (A.S.M.) sülâlesi. Kökten asil ve büyük aile, köklü aile, ocak. Büyük ve köklü bir haneden gelen. Hükümdar veya devlet büyüğü gibi bir kişiye dayanan soy, büyük aile. mec. Eli açık, cömert, konuksever.   Bitlis’de bir iki şeyh hanedanının, âlim ve talebelerin arasında geçimsizlik olduğunu işitir.       
  • muârız (a.s. arz'dan.) Karşı, zıd, ters. Tariz eden, dokunaklı söz söyleyen, taş atan. Muhalefet eden, karşı çıkan, muhalif.       Demek bize muarızsın?       
  • işâa Bir haberi yaymak, duyurmak. Bir şeyin şuyuuna, yayılmasına sebeb olmak.         Molla Said namazı terk etmiştir” diyerek ahali arasında işâada bulundular. Molla Said’den soruldu ki:“Niçin herkes bunu böyle söylüyor?”        
  • uzvî (uzviye) Uzva ait. Canlı. Organik.     Ve yine aynı surette bir muaraza neticesinde, beş gün zarfında kimya-yı gayr-ı uzvîyi(organik) elde ederek, kimya muallimiyle muarazaya girişir ve onu da ilzam eder.  
  • EVLİYÂ-İ UMÛR İdâreciler, iş başında bulunanlar.             Ey evliya-i umûr! Tevfik isterseniz, kavânin-i âdetullaha tevfik-i hareket ediniz.      
  • Habl-ül Metin Sağlam ip. Mc: İslamiyet. Kur'an-ı Kerim.         O hablülmetine temessük iledir
  • icbâr Zorlama, zorla ve isteği dışında bir iş yaptırma, mecbur etme, baskı. Zor. Zorlama. Cebretmek.         Zira medenîlere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşîler gibi icbar ile değildir.     
  • Kalû Belâ Ruhların, yaratıldıktan sonra, Allah'ın 'Ben sizin Rabbin iz değil miyim?' sorusuna verdikleri 'evet' cevabı. mec. Çok eski zaman, önceki zaman. Cenab-ı Hak ruhları yaratıp, onlara Rabbiniz değil miyim, meâlinde: "Elestü Bi-Rabbiküm" buyurduğunda, ruhlar: "Evet Rabbimizsin" meâlindeki Kalu Belâ diye cevap verdiklerini bildiren Kur'andaki bir tâbirdir. (Bak: Bezm-i elest)      BİZ KALÛ BELÂDAN cemiyet-i Muhammedîde (aleyhissalâtü vesselâm) dahiliz. Cihetü’l-vahdet-i ittihadımız tevhittir.
  • peymân Yemin, and, kasem.             Peymân ve yeminimiz imandır.               
  • i'lâ-yı kelimetullâh Allah'ın adını, Allah'ın birliğini yükseltme, yüceltme. İslâmlığı yüceltme, İslâm hakikatlarını yaymaya çalışma.           Herbir mü’min i’lâ-yı kelimetullah ile mükelleftir.               
  • 1-Menhus 2-Menhus 3-Menhus 1-Uğursuz. Kötü. Meş'um. 2-Kuyruğunun yanları uyuz olan deve. 3-Zayıf, etsiz.       Nihayet menhus 31 Mart hadisesi meydana gelir. Şeriat isteyen ve o hâdisede ismi karışan on beş kadar hoca idam edilir.      
  • Divan-ı Harb-i Örfî Sıkıyönetim Mahkemesi. İttihad ve Terakki hükûmeti zamanında 31 Mart Olayından sonra kurulan ve oldukça sert kararlar alan sıkıyönetim mahkemesi. Bediüzzaman'ın bir eserinin adı.       “İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi” yahut “Divan-ı Harb-i Örfî ve Said-i Nursî” adlı eserden parçalar:
  • i'tizâr Kusurunu bilerek özür dilemek. Kusurunu beyan edip ve anlayıp af dilemek. (Takdire şayan güzel bir haslettir.)         Yani, medar-ı iftiharım olan mehasinim, şimdi günah sayılıyor. Artık nasıl itizar edeyim, mütehayyirim.           
  • Ma'raz-ı Acâib Acâiblerin teşhir olunduğu yer.           Ben de ma’rez-i acaip ve garaip olan âlem-i âhireti, o hâhişle görmek istiyorum.                  
  • cerbeze Aldatıcı sözlerle kurnazlık, ayyarlık etmek. İkna edici konuşma hali. Güzel konuşma, beceriklilik. Haklı, haksız sözlerle hâkikati gizlemek.       Hem de cerbeze ile, insan adalet yaparken zulme düşüyor. 
  • sadâret (a.i. sadr'den.) Başta bulunma, öne geçme, riyâset, başkanlık. Sadrâzamlık, sadrâzamın işi ve makamı. Osmanlı Devleti'nde Rumeli ve Anadolu kazaskerliği payesi.         Geçen sene bidayet-i Hürriyette elli-altmış telgraf umum şark aşiretlerine Sadâret vasıtasıyla çektim.  
  • îrâd (a.i. vürûd'dan.) Söyleme. Getirme. Mülkün getirdiği gelir, kâr, kazanç, akar.         Herhangi bir nutuk irad ettimse, herbir kelimesine kimsenin bir itirazı varsa, burhan ile ispata hazırım.      
  • Teşrih Bir kitap veya ibareyi anlaşılır şekilde açıklamak, tafsilât vermek. İnceden inceye didikleyip araştırmak. Tıb: Bir cesedi kesip parçalara ayırarak incelemek.         Zira o tevil, âyetin bir kaydının başka fenne istinaden bir teşrihidir.
  • iğfal Kandırma, aldatma, gaflette bırakma.             bazı particiler onları iğfal ile vilâyât-ı şarkiyeyi lekedar etmelerinden korktum.             
  • Müntesib İntisab etmiş, intisab eden, giren, alâkası olan. mensubu olan kişi           Müntesipleri, kàlû belâdan dahil olan umum mü’minlerdir.  
  • encümen f. Cemiyet. şura. Meclis. Komisyon.       Kulüp ve encümenleri, câmi ve mescidlerdir ve dinî medreseler ve zikirhanelerdir. 
  • Namık Kemal (Mi: 1840 - 1888) Tekirdağ'lı olup İslâm mücahidlerindendir. Yeni Osmanlılık hareketine vatan mefhumunu sokmuş, "Firâki, hapsi, nefyi kadr-i nâmusumla gördüm hep" diye haklı olduğunu dâima müdâfaa etmiştir. Ehl-i kemâl bir zat olduğu, davasının istikameti ve samimiyetinden anlaşılır.Hayatının sonlarına doğru Osmanlı İmparatorluğunun ve İslâm dünyasının kurtuluşunu "ittihad-ı İslâm" da görmüş ve bu uğurda gayret göstermiştir. Bu emelini, yazdığı "Celâleddin-i Harzemşah, Salahaddin-i Eyyubi, Yavuz Sultan Selim ve Fâtih Sultan Mehmed" isimli eserlerinde ortaya koymuştur. Mezarı Bolayır'dadır.            
  • Müfrit (Fart. dan) İfrat eden. Haddini aşan. Ölçüsüz ve taşkın hareket eden. Mübalağalı.     Haddinden fazla fevkalade hüsnüzan ve müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalade sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lazımdır.              
  • NEVÂHÎ-İ ŞER`İYE Şeriatın yasakladığı şeyler.           Bu ittihadın nizamnâmesi sünnet-i Nebeviye ve kanunnamesi evamir ve nevâhî-i şer’iyedir.               
  • Ref' Kaldırma, yüceltme, yukarı kaldırma. Lağvetme, hükümsüz bırakma. Gr: Arapça bir kelimenin sonunu merfu' (ötreli) okumak         Ve uhdesinden gelemediğim bir yalancı şöhret de maalmemnuniye ref’ oldu.          
  • tefrîka (a.i. fark'tan.) Nifak, ayrılık, ayrılma, bozuşma, anlaşmazlık. Bir gazete veya dergide parça parça, bir önceki yazının devamı olarak çıkan uzun yazı. Fırka fırka olmak.         Tâ ki tefrika düşmesin ve evham çıkmasın.