Risale-i Nur (Subject) / Lügat (Lesson)

There are 4345 cards in this lesson

--------------------

This lesson was created by enver1961.

Learn lesson

  • 1-Âmil 2-Âmil 1-Yapan. İşleyen.    Sebep.    Vergi tahsiline memur kimse.    Mütevelli.    Vâli.    Gr: İraba te'sir eden yüz şeyden altmışı. (Yalnız ismi mecrur yapanlar          yirmi adettir). 2- Arzusu, isteği olan.   Binaenaleyh, Bediüzzaman ve Risale-i Nur hakkında tekrarla ve ısrarla devam edegelen takdirkâr yazı ve takrizlerin neşredilmesininbir mühim âmili de bu olsa gerektir ve tenkit edilmemelidir.         
  • hamakat Ahmaklık. Budalalık. Bönlük. Anlayışsızlık.     Kabir kapısında bekleyen bir adamın arkasındaki fâni dünyaya riyakârane bakması, acınacak bir hamakattir ve dehşet verici bir hasarettir. 
  • MÜZÂHERET (Zahr. dan) Korumak, arkadan yardım etmek.           hükûmet ve milletçe teşvik ve müzaherete muhtaç iken, bilâkis çeşitli iftira, tezvir ve ittihamlarla hapse sürülmek, eserlerini imha etmek, halkı kendinden soğutmak için                    
  • Darül Hikmetil İslamiye (Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye) Bu teşkilât, son devirlerde gerek imparatorluk ve gerekse İslâm Aleminde ortaya çıkan bir takım dini mes'elelerin halli ve İslâma yapılan hücumların İslâm ahkâmına göre cevaplandırılması için 12 Ağustos 1334 (25 Ağustos 1918) tarihinde 5. Mehmed Reşat ve Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi'nin zamanda kurulmuştur.Ayrıca halkın her türlü dini ihtiyaçlarını, ilmi bir metodla yerine getirmek için her türlü neşriyat ve beyannameleri ele almakta ve halkımızı dahilî ve haricî tehlikelere karşı tenvir etmekteydi. Ecnebilerin sordukları suallere, komisyonlarda görüşülmek suretiyle resmen cevap verildiği gibi; müracaat eden her müslümana da gerekli cevap veriliyordu.Osmanlı İmparatorluğu'nun karışık ve Avrupa hayranlığının devlet müesseselerinin her kademesinde revaçta olduğu bir zamada, ahlâk ve imanı elde tutmak, bu teşkilâtın en başta gelen vazifelerinden biri idi.Matbuatta İslâma yapılan hücumlara ve İslâmı, hurafeler dini gibi göstermeğe çalışan yazarlara gerekli cevaplar veriliyor ve cezalandırılmaları için de Dahiliye Nezareti'ne resmen müracaat ediliyordu.Bu teşkilâta tâyin olunan azalar azil, tâyin, istifâ ve vefatlarla 28 kadardır. Aslında, dokuz aza, bir reisten teşekkül ediyordu. Bu zâtların tâyinleri gelişi güzel olmadığı gibi, bu teşkilâtın içinde mevcut bulunan üç komisyondan birine (fıkıh, kelâm ve ahlâk) girebilecek ilmî kariyere (meslek) sahip olmaları icab ediyordu.Bu müesseseye "İslâm Akademisi" veya "Yüksek İslâm Şurası" da diyebiliriz. Kuruluşu ile son derece faydalı ve o nisbette hizmetleri olmuş bir teşkilâttır. Fakat kuruluş tarihi olan 1918'den 1922'ye kadar devam etmekle, ancak dört senelik bir faaliyeti olmuştur.
  • Kuvâ-yı Milliye Milli kuvvetler. Bir milletin sahib olduğu kuvvetleri. İstiklâl harbinde Anadoluda kurulan hükümet ve bu hükümetin askeri kuvvetleri.         Rusya’daki esareti, İstanbul’da Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye âzâlığında bulunuşu, Kuvâ-yı Milliyede İstanbul’daki hizmeti                   
  • Mütenebbih Uyanmış, tenbih ile uyarılmış olan. Bir şeyden ders alıp aklını başına toplayan.       Mütenebbih kalbleri iman ve muhabbet-i Nebevî ile coşkun ve cihan-değer şeref-i intisabıyla serefraz fedakârların yetişmesi ve bu milletin mazisine mütenasip kahramanlığı, yüksek iman ve ahlâkı izhar etmesi işaretidir. 
  • serāpă Baştan başa, bütünüyle. Bir uçtan bir uca. Baştan ayağa kadar.       Serapa ilim ve tefekkür üzerine gitmektedir.           
  • Hîzan f. Kalkan, sıçrayan. Bitlis vilâyetine bağlı bir kaza ismi.         Bediüzzaman Said Nursî, (Rûmî 1293)1 tarihinde Bitlis vilâyetine bağlı Hizan kazasının İsparit nahiyesinin Nurs köyünde doğmuştur.       
  • Nurs Risale-i Nur'un müellifi Bediüzzaman Said Nursi'nin doğduğu, Bitlis'in Hizan kazasının İsparit nahiyesine bağlı olan köy.                  
  • Mirza Reis. Bey. Büyük kimselerin çocuğu. Beyzâde. Bazı İslâm topluluğunda iyi sülâleden olanlara, şehzâdelere, seyyidlere verilen ünvân olmakla beraber, bugün bir isim olarak çokca kullanılmaktadır.       Babasının adı Mirza, anasının adı Nuriye’dir.             
  • hasbeten-lillah Allah rızâsı için, Allah yoluna. Karşılık istemeksizin.         İcazet almış bir âlim, istediği köyde hasbeten lillâh bir medrese açar.                
  • Müderris Medrese âlimi, hoca, profesör. Ders veren. Ders okutan. Muallim. İlim talebelerine ders veren. Ders vermeğe izinli ve salâhiyetli olan kimse.       Tâğî Medresesi Müderrisi Mehmed Emin Efendi, küçük Said’e,“Niçin kardeşinin emrinden çıkıyorsun?” diye işe karışmış     
  • ikmâl-i nüsâh Nüshaları bitirme, bütün sayfaları okuyup bitirme. Bediüzzaman: "İkmâl-i nüsah ettim ve sıranıza dahil olmayan birçok kitapları da okudum." RNK-Tarihçe-i Hayat/54     
  • FECR-İ SÂDIK Gerçek aydınlık, sabaha karşı doğu ufkunda yayılmaya başlayan beyaz aydınlık. Bunun mukabili birinci fecirdir ki, bir aydınlıktan sonra tekrar aydınlık gider. Bu birinci aydınlığa fecr-i kâzib denir. Sabah namazının vakti, fecr-i sâdıkta başlar.       İzn-i İlâhî ile, âlem-i İslâm ve insaniyete doğmaya başlayan İslâmî saadetin fecr-i sâdıkını gösterdi.  
  • KÜŞAYİŞ f. Açıklık. Ferahlık.         Ulema-yı İşrâkıyyunun “riyazetin küşâyiş-i fikre hizmet ettiği” nazariyesi üzerine, onlar gibi yapacağım diye çalışıyordu.
  • Müşarün-ileyh Kendine işaret edilen. İsmi evvelce söylenmiş olan.           Bu hali, müşarün ileyhin kerametine hamlederlerdi.           
  • Tahayyür Şaşakalmak. Hayret etmek. Şaşırmak. Hayran olmak.       Molla Fethullah hangi kitabı sorduysa, “Bitirdim” cevabını alınca, tahayyürde kaldı. Bu kadar kitabı bitirdiğini, hem de az zamanda bitirdiğini aklına sığıştıramadı, taaccüp etti ve dedi:      
  • kesr (a.i. ç. küsûr.) Kırma, parçalama, paralama. Bozma, halel getirme. mat. Kesir, bir tam sayının paraçası olan sayı. gr. Arapça'da bir harfin esre ''i'' okunması. anat. Kemik kırılması.     İnsan başkasına karşı kesr-i nefis için hakikati ketmedebilir.           
  • bilâtevakkuf Durmadan, tereddüt etmeden.             Her ne sual ettimse bilâ-tevakkuf cevap verdi. 
  • şüyu' Herkes tarafından duyulmuş, öğrenilmiş. Yayılma, şayi' olma.           Bu hal Siirt’te şüyû bulmuş ve Molla Fethullah, ulemaya, “Bizim medreseye gayet genç bir talebe geldi. Her ne sual ettimse bilâ-tevakkuf cevap verdi.  
  • ta'rîz (a.i. arz'dan. ç. ta'rîzât.) Dokunaklı söz söyleme, dokundurma, üstü kapalı, kinaye ile söz söyleme, üstü kapalı şekilde tenkit etme, iğneleme, taş atma, taşlama. ed. Kinayeli söz söyleme sanatı. (bkz. Telvîhât.)         Hatâ bendedir. Onun için iki cezaya uğradım: birisi Allah’ın itâbı, diğeri nâsın târizi.      
  • Aşere-i Mübeşşere Hz. Peygamber'in (A.S.M.) kendilerine Cennetlik olduklarını müjdelediği sahabelerdir. Bu kişiler Allah'ın emirlerine bağlılıkta ve din hizmetindeki fedailikte Allah'ın rızasını tam kazanmışlardır. Bu zatlar şunlardır: Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Abdurrahman bin Avf, Hz. Ubeyde bin Cerrah, Hz. Said, Hz. Sa'd bin Ebi Vakkas, Hz. Talha, Hz. Zübeyr İbn-ül Avvam (R.Anhüm).      
  • hulefâ-yı râşidîn hulefâ-yı erbaa Doğru yolda olan dört büyük halife. Hz. Ebû bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali.     Âyetten dört fazladır ki, Hulefa-yı Erbaa veya Hamse-i Âl-i Abâdan dördüne işaret vardır. RNK-Barla Lâhikası/379              
  • 1-Kamus 2-Kamus 1-Deniz. Derya.    Denizin ortası, derin yeri.    Büyük Lügat Kitabı. 2-Arslan, esed.       “Kamus, her kelimenin kaç mânâya geldiğini yazıyor. Ben de bunun aksine olarak, her mânâya kaç kelime kullanıldığını gösterir bir kamus vücuda getirmek merakına düştüm” cevabında bulundu.        
  • hürriyet-i şer’iye Şeriatın tarif ettiği hürriyet. yani İslâmın insanlara sunduğu ve sağladığı gerçek özgürlük         Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mânâ-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.”
  • emr-i ma'rûf İyiliği emretme. Allah`ın emrettikleri.           Yaptığı zulümden vazgeçerek namaza ve emr-i mârufa müdavim olmasını tavsiye ediniz. Aksi takdirde öldürünüz.                    
  • Mavzer Mavzer adında bir Alman'ın yaptığı çaplı harp tüfeği. Askerlikte kullanılan bir silâh. atış hızı dakikada ortalama altı mermi olan bir tüfek türü       “Bütün ulemayı ilzam etmek benim haddim olmadığı gibi, beni de nehre atmak senin haddin değildir. Fakat ulemaya cevap verince sizden birşey isterim ki, o da mavzer tüfeğidir. Şayet sözünde durmazsan, seni onunla öldüreceğim” der.    
  • mebhût (a.s. beht'ten. ) şaşa kalmış, şaşmış, hayrette kalmış. Cezire âlimleri Molla Said'in şöhretini işittikleri için, mebhût ve hayran bir vaziyette çaylarını bile unutarak Molla Said'in sualine intizar etmekte idiler.  RNK-Tarihçe-i Hayat/60          Cezire âlimleri Molla Said’in şöhretini işittikleri için, mebhût ve hayran bir vaziyette çaylarını bile unutarak Molla Said’in sualine intizar etmekte idiler. 
  • rovelver f. (Aslı: Revolver-Lüverver) Tabanca. Küçük silâh. Toplu tabanca. Altı patlar denilen, altı mermi alan tabanca.       Ağanın hizmetçileri hançerlerini çekince, Molla Said hemen rovelverine el atar ve adamlara hitaben:  
  • mütehammil Tahammül eden, katlanıp sabır ile kabul eden. Dayanabilen, kaldırabilen.           Fakat Vali fevkalâde mütehammil ve hamiyetli bir zat olduğundan, kat’iyen ses çıkarmaz.              
  • avdet Dönüş, geri gelme, dönme. Rücu'.           Oradan avdetinden bir iki saat sonra, iki polis vasıtasıyla Vali kendisini istetir.     
  • MÛTEZAD Birbirine zıt, birbirinin aksi olan.             Molla Said’in iki mûtezad hali vardı:    
  • munkabız (a.s. kabz'dan.) Sıkıntılı, sıkılmış. Mânevi sıkıntı. Çekilmiş, büzülmüş, daralmış, toplanmış. Barsakları sıkışmış, kabız olmuş, pekliği olan.       Ikincisi: Fikrinin münkabız bulunduğu vakitler ki, mütalâa değil, konuşmaktan bile hoşlanmazdı.          
  • Teberrük Bir şeyi bereket veya saadet vesilesi sayarak almak veya vermek. Uğur ve bereket saymak. Hayr-ı İlâhiye hissedâr olmak.         Hazretleri, Molla Said’e iltifat eder, teberrüken bir ders verir.
  • mirkat (a.i. ç. merâkî.) Merdiven, basamak, derece, yükselip çıkılacak derece.             Mirkat ismindeki kitabı, haşiye ve şerh olmaksızın hıfzetmeye başladı.                      
  • Meşayih Şeyhler. Pirler. İhtiyarlar.       Birgün Bitlis meşâyihinden Şeyh Mehmed Küfrevî Hazretlerinin kendilerine beddua ettiğini birisi yalandan söyler. 
  • irşad Doğru yolu göstermek. Akli ve kalbi, mukni ve te'sirli eserler veya sözlerle gafletten uyandırıp hidâyet yolunu göstermek. Cadde-i kürba-yı Kur'aniye yolunda selâmetle devam ettirmek. Allah'a ibadet ve itaata kavuşturmak. Veli bir zâtın, bir kimsenin hidâyete ermesine vesile olması. Ist: Hak ve hakikatı arayan kimselere bir mürşid-i ekmelin Kur'ânî ve İslâmî eserleriyle veya sözüyle Sırat-ı Müstakim olan İslâmiyet yolunu tanıtması ve tarif etmesi. İmanı kuvvetlendiren ve inkişaf ettiren tahkikî ve yakînî delillerle hak ve hakikatı talim ve tedris etmesi. (Bak: Mürşid)   Van’da on beş sene kalarak, aşâirin irşadı için aralarında seyahatle tedris ve tederrüs vazifesiyle hayat geçirdi.      
  • mübâhese (a.i. bahs'den ç. mübâhesât.) Bir iş hakkında iki veya daha çok kimse arasında edilen söz, konuşma. Bir iş hakkında görüşme. İddialı konuşma, bahse girişme; bahis, iddia. Karşılıklı konuşma, bahislerden söz etme, sohbet. Musahabe.       Meselâ, bir coğrafya muallimini, mübahaseye girişmeden evvel, yirmi dört saat içerisinde eline geçirdiği bir coğrafya kitabını hıfzetmek suretiyle,  
  • Medresetüzzehra Bediüzzaman'ın Doğu'da (Van) yapılmasını idarecilere teklif ettiği, fen ilimleriyle din ilimlerinin birlikte okutulmasını düşündüğü üniversite. (Medreset-üz Zehra) 1914'de Birinci Cihan Harbinden evvel Van'da; Üstad Bediüzzaman Said Nursî'nin açılması için teşebbüse geçtiği ve Artemit'te (Edremit) temelini attığı Şark Üniversitesi'nin bir adı. (Münazarat Risalesi'nin ruhu ve esası hükmünde olan, hâtimesindeki Medreset-üz Zehra hakikatı ise, istikbalde çıkacak olan Risale-i Nur'a bir beşik, bir zemin ihzar etmek idi ki; bilmediği, ihtiyarsız olarak ona sevkolunuyordu. Bir hiss-i kablelvuku ile o nurani hakikatı, bir maddî surette arıyordu. Sonra o hakikatın maddî ciheti dahi vücuda gelmeye başladı. Sultan Reşad 19 bin altun lirayı Van'da temeli atılan o Medreset-üz Zehra'ya verdi. Temel atıldı, fakat sâbık harb-i umumi çıktı, geri kaldı. Beş-altı sene sonra Ankara'ya gittim, yine o hakikata çalıştım. 200 meb'ustan 163 meb'usun imzalarıyla o medresemiz -150 bin banknota iblağ ederek- o tahsisat kabul edildi. Fakat binler teessüf medreseler kapandı. Onlar ile uyuşamadım, yine geri kaldı. Fakat Cenab-ı Erhamürrâhimîn o medresenin manevî hüviyetini Isparta vilayetinde tesis eyledi. Risale-i Nur'u tecessüm ettirdi. İnşâallah istikbalde Risale-i Nur şakirdleri o âlî hakikatın maddî suretini de tesis etmeye muvaffak olacaklar. K.L.)
  • teberru' (a.i. burû'dan. ç. teberruât.) Bağış. Bir malın karşılıksız olarak verilmesi. Mecburiyet olmadığı hâlde birisine bir malı vermek. Hayırlı işlerde yardım ve ihsanda bulunmak.     Mustafa Paşa, at ile para teberru etmek ister. Bediüzzaman reddederek,“Şimdiye kadar kimseden para almadığımı işitmediniz mi? Bahusus sizin gibi zâlimden nasıl para alırım? Ve siz galiba tevbenizi bozdunuz. Şu takdirde Cezire’ye ulaşamazsınız” demiştir.          
  • tahdîs (a.i. hudûs'tan. ç. tahdîsât.) Söyleme, birinden haber alıp söyleme, anlatma. Nimete karşı şükretme. Bir şükür, teşekkür etme. Hazret-i Peygamber'in (a.s.m.) sözünü tekrar etme, rivayet.       Filhakika, bir eserinde tahdis-i nimet suretinde hizmet-i imaniyeye ait inayet-i İlâhiyeden bahsederken şöyle der:       
  • muharrir Yazan. Tahrir eden. Kâtib. Kitab te'lif eden. Gazetede yazı yazan.     Hem cevap gönderdim ki, sansüre ve büyük muharrirlere göstersinler, sonra tab etsinler.  
  • Dar-ül-fünun Üniversite.     (1 Ağustos 1933'de İstanbul Dâr-ul Fünunu yerine Üniversite kurulmuştur.) Bediüzzaman, Şarkî Anadolu’da Medresetü’z-Zehrâ namında bir darülfünun açmak, ya Van’da veyahut da Diyarbakır’da darülfünun derecesinde bir medrese tesisine çalışmak için İstanbul’a geldi. İstanbul’a gelişini bir muharrir şöyle tasvir etmişti:
  • Münazara Karşılıklı konuşmak. İlmî ve kaideye uygun olarak yapılan münakaşa. Mübahese. (Bak: İnsaf)         İstanbul’a gelir gelmez ulemayı münazaraya davet etti. 
  • Jön Türk f. Genç Türk. 1868'den sonra, Avrupa'daki gibi, güya yenilik ve terakki isteyen Genç Osmanlılara Avrupalılarca takılan isim.           Gördüğü haksızlıklardan dolayı Jön Türklere daima muhalefette bulunarak,     
  • İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti Süheyl Paşa, Mehmed Sadık, Ferik Rıza Paşa, Derviş Vahdeti ve arkadaşları tarafından İstanbul'da 5 nisan 1909 tarihinde kurulan bir cemiyettir.         Hürriyetten sonra mücahid arkadaşlarıyla beraber İttihad-ı Muhammedî (a.s.m.) Cemiyetini kurmuşlar, cemiyet pek kısa bir zamanda inkişafa başlamış, hattâ Bediüzzaman’ın bir makalesiyle Adapazarı ve İzmit havalisinde elli bin kişi cemiyete dahil olmuştu.      
  • intibah-ı millî Millî uyanış.           Ehl-i ilim ve ehl-i siyaset, Said Nursî’nin bu yazılarından ve derslerinden çok istifade etmişlerdir. O zamandaki intibah-ı millîyi, Anadolu ve Asya’nın saadet-i dünyeviyesinin fecr-i sâdıkı olarak müjde veriyor, fakat elden kaçmaması için evâmir-i şer’iyeyi çabuk imtisal etmenin zarurî olduğunu ileri sürüyordu.
  • AĞRÂZ Garazlar, maksatlar.           Eğer hakkıyla seni rehber etse, ağrâz-ı şahsî ve fikr-i intikam ile sizi lekedar etmezse…                   
  • irticâlen Hazırlıksız olarak, düşünmeden, içe doğduğu gibi, içten geldiği şekilde, ansızın. Hazır cevaplılık. Düşünmeden ve birdenbire açıkça güzel söz veya şiir söylemek.       Bediüzzaman Said Nursî’nin ilân-ı hürriyetin üçüncü gününde irticalen söylediği ve sonra Selânik’te Hürriyet Meydanında tekrar ettiği ve o zamanın gazetelerinin neşrettikleri nutkunun sûretidir. 
  • Duhul İçeri girme. İçeri dahil oluş. Dahil edilme, bir yere koyma.         Hâkimiyet-i milliyenin beraat-i istihlâli olan kanun-u şer’î hâzin-i cennet gibi bizi duhule davet ediyor.