Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)
In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten
--------------------
Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.
- tecerrüd (a.i. cered'den.) Sıyrılma, soyunma, çıplak olma. Evli olmama. Tas: Mâsivadan alâkasını kesip, Allah'a müteveccih olup, ibadet ü taatla meşgul olma. İman ve İslâmiyete mücahidane ve fedakârane bir tarzda hizmetle iştigal etme. Herşeyden boş olma. (Bak: Mücahede) ( islamiyetten tecerrüd eden bedbaht)
- CEZİRET-ÜL ARAB Arabistan yarımadası. Asr-ı Saadete ve bilhassa Ceziretü'l-Arab meselesine dairdir. Bunda da dört nükte vardır. RNK-İşârâtü'l-İ'câz/227
- CEZİRE Ada. Dört tarafı su ile çevrilmiş toprak parçası. (Üç tarafı su ile çevrili kara parçasına yarımada denir.)
- a'lâ-yı illiyyin Allah katında en iyilerin derecesi. Cennetin en yüksek derecesi. Yüceler yücesi, en yüksek mertebe.
- illiyet Sebeb ile alâkalı. Esas sebeble alâkadarlık. Sebeb arayış. İlliyet, mâlûliyet giremez.
- illiyye (Ulliyye) En şerefli, en yüksek.
- illiyyûn illiyyîn Cennetin en yüksek tabakası. İnsan, nur-u imân ile âlâ-yı illiyyîne çıkar; Cennete lâyık bir kıymet alır. Ve zulmet-i küfür ile esfel-i sâfilîne düşer; Cehenneme ehil olacak bir vaziyete girer.
- vecd Aşk, muhabbet. Kendinden geçecek, unutacak kadar İlâhî bir aşk hali. Yüksek heyecan. İştiyakın galebesi. tas. Kendini kaybedercesine ilâhî aşka dalma. tas. Kalbe gelen feyiz, tabiî bir şekilde kendinden geçme, iç temaşa sebebiyle cezbelenme. Kendini kaybedecek şekilde hislenme. güya bütün mevcudata, semâvâta, arşa işittirip, vecde getirip, duasına "Âmin, Allahümme, âmin
- FİZAR f. Ağlayıp inlemek. Sesli ağlamak. Sen, ey âh ü fîzâr eden hasta! Bu nuranî kafileye iltihak etmek istersen, sabır içinde şükret.
- MÜMTAZ Diğerlerinden ayrılmış, üstün, seçkin, seçilmiş. Ayrı tutulan. Sahâbelerin nev-i beşer içinde enbiyâdan sonra en mümtaz şahsiyetler olduklarını ve onlara yetişilmediğini katî bir sûrette ispat eder.
- daavat (a.i. da'vet'in ç.) Duâ, dualar. Davetler. (Ya Allah, ya Mücibe’d-Daavat!)
- 1-Sera 2-Sera 3-Sera' 3-Sera 1-Yer, toprak. Arz. Malı çok olmak. Zengin olmak.2-f."Şarkı söyleyen" mânasına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Nağme-serâ $: Şarkı söyleyen, nağme söyleyen. 3-Yay yapımında kullanılan bir ağaç cinsi. 4-Saray. Büyük konak. Hükümet konağı. (bkz. saray, seray.)
- SÜREYYA Ülker (Pervin) yıldızı. Yedi (veya altı) yıldızlardır ki; ikişer ikişer karşılıklı dururlar ve Ayın geçtiği yerlere yakın görünürler. Gerdanlığa benzemesinden Felekiyâtta "Ikd-ı Süreyya" tabir edilir.
- kevn / كون (a.i. ç. ekvân.) Olma, bir anda ve hemen olma, oluş. Var olma, varlık, vücut, âlem. tas. Görünüşte halk ile, batında ise Hakk ile olma. arapca. Acaba birtek âyetin birtek işareti gözümüz önünde ulûm-u İslâmiyede müteaddit ilmî ve kevnî hakikatleri meyve veren bir kitabın binler böyle şehadetleri ve dâvâları ile, güneş gibi zuhur eden iman-ı haşrî hakikatsiz olması, güneşin inkârı belki kâinatın ademi gibi hiçbir cihet-i imkânı var mı? Ve yüz derece muhal ve bâtıl olmaz mı?
- hidemat (Hizmet. C.) Hizmetler. Vazifeler. Hizmetliler. Belki, kâinatın harekâtı ve hidemâtı bir nevi duâdır.
- 1-Ittıla 2-Ittıla' 1-Kokulu şeyler sürünme. 2-(Tulu. dan) Haberli olmak. Öğrenmek. Haberi, malumatı bulunma. Yukarıdan aşağı bakmak. "Bütün kâinata hükmeden birisi var ki, en küçük işlerime ıttılaı var ve bilir.
-
- 1-Feza 2-Feza 3-Feza 4-Feza' 1-Yıldızlar arasındaki geniş boşluk. Gökyüzü. Yer geniş olmak. Açık sahra. Saha. Yerde akan su. 2-Rahim içinden çıkan su. 3-(Efzâ) f. Artıran, ziyadeleştiren, çoğaltan (mânâlarına gelip, kelime sonlarına getirilerek birleşik kelime yapılır.) Meselâ: Can-feza $: Can verici. Hayret-feza $: Çok hayret verici. Ruh-feza $: Ruh verici. 4-Korku. Havf. Sığınma, dehalet. Uykuda şiddetli korku ile uyanmak.
- ezdat (a.i. zıdd'ın ç.) Zıdlar. Mukabil ve muhalif olan şeyler. Birbirinin tersi veya zıddı olanlar. (Biri mülk-aynanın mülevven vechi gibi, ezdat ona varid oluyor; çirkin olur, şer olur, )
- CÜZ Kısım, parça. Bir şeyin bir parçası. Kitab forması. Küllün mukabili. Kur'ân-ı Kerim'in otuzda bir parçası. Kanaat. İktifâ eylemek. Düğümü sağlam yapmak. Bir şeyi pekiştirip muhkem kılmak. Kız evlâdı.
- meşhud / meşhûd / مشهود Görünen. Şehadet edilen. Resul-u Ekrem'in (A.S.M.) dünyaya teşrifinden ve risaletinden önce meleklerce ve enbiya hazerâtının dilinde nübüvvet ve risaletlerine şehâdet edilmiş olduğundan kendilerine verilen bir isim. Suç üstü yakalanan. Göz ile görülmüş. Cuma günü. Kıyâmet günü. Mevcudâtta meşhud olan, suhulet ve sürat ve kesret ve vüs’at içinde nihayet intizam, gayet ittikan ve hüsn-ü san’at ve kemâl-i hilkat, şu iki kısım âyetlerin vücud-u hakikatlerine katiyen şehâdet eder.
- seyyyârat Gezegenler. Bir yerde durmayıp yer değiştiren şeyler. Bir kısım da, seyyarat-ı seb’ayı fehmetmiştir.
- 1-HUBUB (a.i. habb'ın ç.) 2-HUBUB (Hubüb) (Habâb. C.) 3-HÜBUB 1-Tohumlar, tâneler. 2-Su üzerinde kabarcıklar. 3-Esme. Üfürme. Rüzgârın hafif hafif esmesi. "Nihayet derecede mahsuldar, her nevi hububu vaktinde yetiştiren muntazam bir tarladır ve mükemmel bir bahçedir."
- seyyâl (a.s. seyelân'dan.) Akıcı şey, su gibi sıvı olup akan. Çokça akan su. * Yer değiştiren her şey. fiz. Akışkan. başka taife ve kafile ve seyyal ve seyyar bir nevi dünyaları o meydana vazifeler ve
- bilkuvve Daha fiiliyâta geçmemiş, potansiyel halinde; fiil mertebesine varmadan, niyet olarak. Tasavvurda, tasavvurî olarak, düşünce halinde. O sabit fikir canlandı, bilkuvveden bilfiile çıkmaya başladı.
- netâic (a.i. netîce'nin ç.) Neticeler, sonuçlar.
- hutûr Akla gelmek. Hatırlamak. Gelecek fıkralar, birden hutûr etti.
- hitam / hitâm / ختام / خِتَامْ Son, nihayet. Bir şeye mühür basmak. Yazının veya istidanın sonunu mühürlemek. arapca. Birinci Şûle Üç Şuâ ile hitâma erdi.
- tefrî' (a.i. fer'den. ç. tefrîât.) Asıldan, kökten şubelere ayrılma, kısım kısım olma. Ayrılma. Fer'lendirme. Asıl meseleden türlü hükümler ve dallar çıkarma, meseleyi dallandırıp budaklandırma.
- tefrîg (a.i. feragat'tan.) Boşaltma. Azade etme. Dökme. Kurtarma. Zâil ve hâlî eyleme. Vazgeçirme. Yemeği kotarma. (Hem, yeni baharda gelecek mahlûkata yer boşaltmak için tefrîgattır ve yeni vazifedarlar gelip konacak ve vazifedar mevcudâtın gelmesine yer hazırlamaktır ve ihzârâttır.)
- âmenna İnandık, öylece kabul ederiz, ona diyecek yok (meâlindedir.) Madem dünyada hayat var; elbette insanlardan hayatın sırrını anlayanlar ve hayatını sû-i istimal etmeyenler, dâr-ı bekada ve Cennet-i bâkiyede hayat-ı bâkiyeye mazhar olacaklardır. Âmennâ.
- 1-rakîb 2-râkib 1-Görüp, gözet en, kendisinden bir şey kaybolmayan, koruyucu, yarttıklarından bir an bile gafil olmayan Allah. Bütün varlıklar ve bütün işler murakabesi altında bulunan. Bekçi. 2-Binen, binici. Herhangi bir nakil vasıtasına binen. Ve o keramet sahibi de kerametin Allah’tan olduğunu bilir ve Allah’ın kendisine hami ve rakib olduğunu da bilir. Sen bir sefineye râkipsin(binen) ki, o azametli sefinen başdöndürücü süratle, feza-yı nâmütenâhide koşturuluyor. RNK-Barla Lâhikası/288
- 1-A'da 2-A'da 3-Ada 4-Ada 1-(Adüv. C.) Düşmanlar. 2-En zâlim, en çok düşmanlık eden. 3-Gr: Kendinden sonra gelen ismi cerreder. Harf-i cerr'dir. "...den başka, ...den gayrı" mânasına gelir. (Bak: Mâadâ) 4-Etrafı su ile çevrili kara parçası. Etrafı yollarla çevrili arsa ve binalar takımı.
-
- nümâ f. Gösteren, bildiren. (Cihan-nümâ: Cihanı gösteren. Hakâik-nümâ: Hakikatleri bildiren. Reh-nümâ: Yol gösteren.) Yeni bir kitâb-ı hikmetnümâ yazıyor; taze taze birer matbaha-i rahmetini kuruyor; Hem, koca bir âlemi bir memleket sûretinde, bir şehir tarzında, bir saray şeklinde yapan ve baştan başa hârika şeylerle dolduran ve müzeyyenâtın envâıyla tezyin eden ve ibretnümâ mu’cizelerle donatan bir Zât, elbette bizden ve buraya gelenlerden bir istediği vardır.
- mevzûn (a.s. vezn'den) Vezinli, tartılı, ölçülü, tartılmış, Âhenkli, mütenâsip, biçimli, nisbetli, uygun, düzgün. Belli bir vezne bağlı şiir. Güyâ herbir bahar, birtek çiçek gibi, gayet muntazam ve mevzun olarak zeminin yüzüne bir Cemîl ve Celîl’in eliyle takılıp koparılıyor, konup kaldırılıyor.
- 1-dest (f.i. ç. destân.) 2-dest (C.: Düsut) 1-El. Güç, kuvvet. Tarz, uslûb. Zafer, galebe, üstünlük. Fayda, menfaat. Yüksek yer, yüksek mevki. 2.(C.: Düsut) Dört bucaklı yastık ve elbise. Hile. O yed-i rahmeti, siz de şükr ile öpünüz. O dest-i kudreti de minnetle takdis ediniz. RNK-Sözler/1001
- inzibat Asayiş, düzen ve rahatlık. Umumi emniyetin iyi ve yolunda olması. Sağlamlaşmak. Polis vazifesini gören asker, ordu mensubu. Cemâl ve kemâliniz, intizam ve inzibattır. RNK-İlk Dönem Eserleri/580
- vaîd Birini iyiliğe sevk ve kötülükten uzaklaştırmak için korkutma, yıldırma. Cezasını söyleyerek fenalıktan sakındırma. Ve keza, mükâfat ve mücâzat hakkında tekrarla pek çok vaadleri ve tehditleri olursa ve o vaad ve vaîd edilen şeyler kudretine ağır gelmezse ve o şeyler raiyeti için pek ehemmiyetli olursa, elbette söz verdiği şeylerde hilâf olmayacaktır.
- NATIK Konuşan. Söz eden, söyleyen, beyan eden. İdrak eden. Bildiren. Fikir ederek düşünen. Altın ve gümüş gibi olan mal. Kendisinin nâtık bir hayvan değil, belki hakiki bir insan ve makbul bir misafir-i Rahmân olduğunu bildirir.
- MÜMÎT Her varlığa ölümü tattıran Cenab-ı Hak. Ölümü yaratan, ölümü veren, imâte eden. Helâk eden. Bâb-ı ihyâ ve imâtedir; ism-i Hayy-ı Kayyûmun, Muhyî ve Mümît’in cilvesidir.
- imâte Öldürme, ölüme sebep olma. Ölüm haline koyma, yok etme. Halbuki abdin elinden bir zerreyi imate veyahut icad etmek gelmez
- AHSEN En güzel. Çok güzel. Taat ise cemaatle daha ahsendir.
- efrad (a.i. ferd'in ç.) Fertler, tek olanlar, birler. (bkz. ferd.) Askerler. Bâzı efrâda görünse de, gözüne inanmayacak.
- huruf (Harf. C.) Harfler. İsim ve fiil olmayan kelimeler. (Bak: Harf)
- ifna' Mahvetmek. Tüketmek. Kıymetini kaybetmek. Çok zarar etmek. Yok etmek. Veyahut, bir köyde ona bir hain bulunsa, çoluk çocuğuyla mahvetmek, veya bir cemaatte ona muzır biri varsa cemaati ifnâ etmek, her vakit kendinde selâhiyet görüyor.
- adem-i af Affın olmayışı. Aftan yoksunluk.
- BERKARAR Kararlı. Yerleşmiş. Devamlı. Demek, Ona şâyeste, dâimî, berkarar, zevâlsiz, muhteşem bir diyâr-ı âher var, başka bâkî bir memleketi vardır.
- bîkarar Kararsız. Rahatsız. hem o koca güneşin ufûle meyletmesi işaretiyle insan bir misafir memur ve herşey geçici, bîkarar olduğunu ilân etmek zamânıdır.
- neyyir (Nur. dan) Nurlu, parlak, ışıklı cisim. Yıldız. Cisim halindeki nur. Güneş, şems. Evet, hem zâtı, hem lisanı birer burhan-ı neyyirdir. RNK-Muhâkemat/149Evet, o zamandan beri nurunu neşreden ve mürûr-u zamanla ulûm-u müteârife hükmüne geçen ve sâir neyyirât-ı İslâmiye ile parlayan ve Kur’ân’ın güneşiyle gündüz rengini alan bir vaziyet ile veyahut sathî ve basit bir perde-i ülfet ile baksan,
- MÜTEGAYYİR Değişmiş, başkalaşmış, bozulmuş. Mütekellimîn demişler ki: "âlem mütegayyirdir. Her mütegayyir hâdistir.
- TEZYİF Çürütmek. Küçük düşürmek. Eğlenmek, alaya almak. Bir şeyin dışını tezyin ve tanzim edip, içini fena yapmak. Kötü ayar etmek. Tahkir etmek. Siz dîni incittiniz, gayretullaha dokundunuz, Şeriatı tezyif ettiniz; neticesi vahim olacaktır"
-