Risale-i Nur (Subject) / Lügat (Lesson)

There are 4345 cards in this lesson

--------------------

This lesson was created by enver1961.

Learn lesson

  • beyder Ekin harmanı. Harman yeri. Hindistan'da bir şehir adı. Doğru lügat Demek, şüphesiz dünya bir mezraadır, mahşer ise bir beyderdir, harmandır; Cennet, Cehennem ise birer mahzendir.      
  • MEŞREB Huy. Yaradılış. Adet. Ahlâk. Gidiş. İçmek. İçilecek yer. Fehmetmek. Mânevi haz ve feyz alınan yer ve yol. (Enfüsî meşrebi, nefisten başlar, hariçten gözünü çeker, kalbe bakar, enâniyeti deler geçer, kalbinden yol açar, hakikati bulur.)  
  • MÜRECCAH (Rüchân. dan) Daha ileride kabul edilen, üstün tutulan, tercih edilen.           Şu halde mübhem tarzdaki yirmi sene mübhem bir ömür, bin sene muayyen bir ömre müreccahtır.
  • müttehid (a.s. vahdet'ten.) İttihad eden, birleşen, birleşmiş, birlik olmuş, birleşik. İttihad eden, birleşen, birleşmiş, birlik olmuş, birleşik. Ve keza, bir küçük balık, balina balığı ile müttehiddir. Çünkü ünvanları birdir.   RNK-Mesnevî-i Nuriye/249
  • 1-MÜSBİT 2-MÜSBİT 1-İsbat eden, tesbit eden.    Hakikat olduğunu, doğruluğunu belli eden. 2-Hastalık ve yaralardan dolayı pek hâlsiz ve kuvvetsiz kalan.       Halbuki, bir fende veya bir san’atta iki ehl-i ihtisas, binler başkalardan müreccahtırlar ve ihbarda iki müsbit, binler nâfîlere tercih edilir
  • 1-SÜBÛT 2-SÜBUT (Sebt. C.) 1-Sabit oluş.    Kesin olarak meydana çıkmak. 2-Cumartesiler. Cumartesi günleri.      Meselâ, Ramazan hilâlinin sübûtunu ihbar eden iki adam, binler münkirlerin inkârlarını hiçe atarlar.      
  • muttasıf (a.s. vasf'dan.) Vasıflandırılan, sıfatlanan, kendisinde bir hal, bir sıfat bulunan; vasıflı           Fakat o kemalle muttasıf olamaz.  
  • 1-lîka 2-lika 1-Eskiden mürekkep hokkalarına konulan ham ipek. 2-Kavuşmak.    Rast gelip buluşmak.    Görüşmek.    Yalnız görüşmek.    Yüz, sima, çehre.   firak ve bu’diyeti hiçe sayıp, likâ ve visâli dâimî zannederek "Lâ mevcude illâ Hû" diye, aşkın sekriyle ve o şevk-i bekà ve likà ve visâlin muktezâsıyla,
  • 1-İBTİL 2-İBTİL´ 1-Belâya uğramak.    Musibete düşmek.    İyi veya kötü şeye düşkünlük, tiryakilik.    İnsanın iyiliğini, kötülüğünü ve kemâl derecesini meydana çıkaran imtihan,    tecrübe. 2-Zorlukla yutma.    Gelini gerdeğe koyma.   Evet, her kim fikren tarihe binip mâzi cihetine gitse, şu zaman-ı hazırda gördüğümüz menzil-i dünya, meydan-ı ibtilâ, meşher-i eşya gibi, seneler adedince vefât etmiş menziller, meydanlar, meşherler, âlemler görecek. Sûretçe, keyfiyetçe birbirinden ayrı oldukları halde, intizamca, acâibçe, Sâniin kudret ve hikmetini göstermekçe birbirine benzer 
  • MÂFİHÂ İçindekiler, o şeyin içinde olanlar.             Dünya ve mâfîhânın saltanatı, milyonlar sene ömürle beraber sana verilecektir. 
  • tecziye (a.i. ceza'dan.)  Cezalandırma. Parça parça ayırmak.         "Mîrî malıdır" diye elinden alınıp tecziye edilir.
  • te’ziyâne-i tâzip ceza ve azap kamçısı
  • iftirâk Ayrılma, dağılma, perişan olma. Hicran, ayrılık.         Bu ihtiyarlıklar içinde dünyadan firak ve sevdiklerimden iftirak zamanı yakınlaştığından, ihtiyarlık beni ziyade sarstı.
  • mâbeyn Ara. Aradaki şey. İki şeyin arası. Haremle selâmlık arasındaki oda. Padişah yakınlarının bulunduğu oda. Padişah sarayı. mec. Ara, münasebet, ilişki.       Fakat, hakikatte mâbeynlerinde uzak bir mesafe var.
  • 1-ihtifâ 2-ihtifâ' (a.i. hafî'den.) 1-Gizlenme, saklanma. 2-Çıplak ayakla yürüme.         Onun benzeri hiçbir şey yoktur. Münezzehtir o Zat ki, şiddet-i zuhurundan ihtifa etmiştir. Münezzehtir o Zat ki, zıddı ve rakibi olmadığı için istitar etmiştir. Münezzehtir o Zat ki, esbabı izzetine perde yapmıştır.    
  • MÂBUD-U BİLHAK Asıl ibâdet edilecek, hakkıyla ibâdete lâyık olan Allah.
  • terkîb (a.i. rükûb'dan. ç. terkîbât.) Birkaç şeyin birleşerek meydana getirdikleri yeni şey, sentez. Bu şekilde yeni bir şey meydana getirme. gr. Birleştirme. gr. Tamlama, takım. kim. Sentez. ed. Birkaç bentten meydana getirilmiş şiir.
  • AHSEN-İ TAKVÎM En güzel şekil, biçim. Cenâb-ı Hakk'ın herşeyi en mükemmel ve güzel biçimde yaratması. İnsanın en güzel biçimde yaratılması; insana Allah tarafından verilen en güzel ve en mükemmel biçim.  
  • müstaidd (a.s. uddet'ten.) İstidatlı, kabiliyetli, bir şeye kabiliyetli olan, yetenekli. 2-Mütemâyil, meyilli. 3-Akıllı, anlayışlı, zekî, becerikli.  Çünkü, zîşuur içinde hadsiz terakkiyâta müstaid, insandır.
  • tes'id Tebrik etme, saadetlendirme. Sevinç ve sürur ile bayram yapma.   hem bayramınızı bütün ruh u canımla tebrik ediyorum, tes'id ediyorum.  
  • RÂSİH Temeli kuvvetli, sağlam; bilgisi geniş olan.             Fakat, Kur’ân’ın hükümleri ve kanunları, o kadar sabit ve râsihtir ki, asırlar geçtikçe daha ziyâde kuvvetini gösteriyor.
  • küşad f. Açış. İlk açılış merasimi. Açma, fethetme. Yeni yapılan resmi bir yapının ilk defa olarak açılması.       Şimdi Atatürk Üniversitesi namı verilen bu darülfünunun küşadına üstadımız Said Nursî 50 seneden beri büyük bir gayretle çalışmıştır.  
  • TENZİL (a.i. nüzûl'den. ç. tenzîlât.) İndirme, peyderpey, yavaş yavaş indirme. Bir şeyin bir miktarını çıkarma. Kur'ân-ı Kerim'in vahiy yoluyla Peygamberimize (a.s.m.) yavaş yavaş indirilmesi.     Bu tarzda galebe az olduğundan ve İslâmiyetin kıymetini bir derece tenzil etmek olduğundan, o mesleği terk ettim. 
  • vahi (a.s. vehy'den.) Mânâsız, saçma. Ehemmiyetsiz. Ahmak. Düşkün. Zaif. Boş, faydasız, mânasız, zararsız, ehemmiyetsiz şey.         sinek kanadı kadar kuvveti bulunmayan vâhî vehimler, ne haddi var ki, kapatabilsin?
  • tekvîn (a.i. kevn'den. ç. tekvînât.) Var etme, meydana getirme. Yaratma, vücuda getirme, yokluktan varlık alemine çıkarma. kel. Yokları yoktan varlık sahasına çıkarıp yaratan Cenâb-ı Hakkın sübutî sıfatı.   (Binaenaleyh, Üstadın şahsiyetini tekvin eden başlıca sıfatlar şunlardır:)
  • tevzîn (a.i. vezn'den.) Tartma, ölçülü hale koyma. Denkleştirme. Zihinde düşünüp kararlı hale getirme.       Evet, mesela nutfeler, yumurtalar, tohumlar, çekirdekler, herbiri birden ilimden gelen bir ince nizam ve o nizam, maharetten gelen tam bir mizan içinde; o mizan, yeni bir tanzim, o ise taze bir ölçü ve tevzin içinde;  
  • amentü "İmân ettim" demek olup iman esaslarını, imanın şartlarını ifâde eder. mec. Temel hükümler.
  • amentü billâh Allah'a îmân ettim.               Kendi akıl ve kalbiyle beraber "âmentü billâh" dediler. 
  • DİRİTNOT (Diritnavt) ing. Büyük harp gemisi.
  • Hısn-ı Hasîn Çok kuvvetli, en sağlam korunma.             "Hüccetü’1-Kur’âni ale’şşeytâni ve Hizbihî" nâmındaki risâlesi dahi bir hısn-ı hasîndir.
  • 1-HASÎN 2-HASÎN 1-Sağlam. Metin. Mustahkem.    Sağlam muhafaza eden. 2-Küçük balta.     on üç anahtarla, ’ın kal’a-i hasînine girmek için kapı açar, tahassüngâhı gösterir.
  • tekmîl (a.i. kemâl'den. ç. tekmîlât.)  Tamamlama, noksanlarını giderme, bitirme. Kemâle erdirme, mükemmelleştirme. Askerde astın üste verdiği sözlü rapor. s. Tam, eksiksiz, bütün.      Ve ulûmunun âsâr-ı mu’cizekârâneleriyle donatır, tekmil eder.
  • kavm-i Âd Ad kavmi, kendilerine Hz. Hûd'un peygamber olarak gönderildiği, ancak azgınlıklarından ve Allah`a isyanlarından dolayı Allah tarafından helâk edilen Yemen tarafında yaşamış bir kavim.
  • MEND f. Kelimelerin sonuna getirilerek "sahip" mânasına edattır.           en bîçare, en musîbetzede, en dertmend, en zelîl bir derekeye atıp, en mübârek  
  • Zulmanî Karanlık. Karanlıkla alâkalı. Karanlıklı ve karanlık gaflet uykusunda olan.         Bizde olan istibdat, Asya’nın hürriyetine zulmanî bir set çekmişti.    
  • EHVEN Daha aşağı. Daha ucuz. Bayağı. Adi. Zararı az olan. En zararsız.     Bir baharı halk etmek, bir çiçek kadar Ona ehven gelir.
  • istîâb İçine alma, içine sığdırma, kapsama. Tutma, kaplama.       Nasıl küçük bir cam parçasında gök, yıldızlarıyla beraber içine girip gark oluyor. Hardal gibi küçük kuvve-i hafızanda, senin sahife-i a’mâlin ekseri ve sahaif-i ömrün ağlebi içine girdiği gibi, çok cüz’î küçük şeyler var, öyle büyük eşyayı bir cihette yutar, istiab eder.          
  • 1-sadak 2-sadak 1-Doğruluk, doğru olma.    Tasdik edilen, onaylanan şey. 2-Okları koymağa mahsus torba veya kutu şeklindeki kılıfın adıdır.     Boyuna asılan bu âlete "tirkeş" veya "tirdan" da denilirdi.
  • amenna ve saddakna İnandık ve doğruluğunu kabul ettik.
  • izdiyâd (a.i. ziyâde'den.) Ziyadeleşme, çoğalma, artma.         Fehmettiğimiz miktarına memnun olup, tekrar mütâlâa ile izdiyâdına çalışmalıyız.
  • iz'ân Basiret, feraset, anlayış, kavrayış, akıl, zakâ. İtaat etme, dinleme, boyun eğme. İnanç, gönülden yönelme, gönülden inanma. Terbiye, edep. O da, ona mukabil, tasdik ile, iman ile, tevhid ile, iz'ân ile, şehadet ile, ubûdiyet ile mukabele eder. RNK-İman ve Küfür Muvazeneleri/117
  • ÂRIZÎ Sonradan varolan. Zâtî ve irsî olmayıp sonradan hâsıl olan. Zâtî ve esastan olmayıp sonradan zuhur ve taalluk eden. Muvakkat, geçici.     Mâdem, Kadîr-i Mutlakın kudreti zâtîdir, mümkinât gibi ârızî değildir ve kemâl-i mutlaktadır.
  • İbn-i Sina (Hi: 370-428) Buhara'lı olup zamanının en büyük âlimi, doktor ve filozofudur. Avrupa'da, Avicenna diye tanınmıştır. Ebu Ali el Hüseyin bin Abdullah (980-1037). Garb ortaçağında Avicenna diye tanınan İbni Sina ilk tahsilini Buhara'da gördü ve on yaşında iken Kur'ân'ı ezberledi. Değişik hocaladan hesap, fıkıh ve kelam tahsil ettikten sonra Nâtili adlı bir alimden Mantık ve Felsefe öğrendi. Felsefi bilgilerinin temellerini Farabi'ye borçlu olan İbni Sina, metafiziği Farabi'nin el-İbâna adlı eserinden öğrenir. Aristo'yu ancak Farabi'yi okuduktan sonra anlayabildiğini ifade eden İbni Sina'nın fikir inkişafında müdürlüğünü yaptığı şivan el-Hikma adındaki Samanoğulları saray kütüphanesinin büyük rolü olmuştur. Samanî hükümdarının vafatından sonra, memlekette meydana gelen siyasi karışıklıklar yüzünden Buhara'dan çıkmaya mecbur olan İbni Sina, sırasıyla Harizm, İrak-ı Acem, Curcan'a ve Rey'e gitmeye mecbur oldu. Hapislerle ve sıkıntılarla dolu bir hayat geçiren İbni Sina 1037'de Hemedan'da vefat etti. Eserleri Avrupa üniversitelelerinde 600 sene temel kitap olarak okutulan İbni Sina'nın tıb, mantık, felsefe, fizik, tabiiyât, pisikoloji ve bir çok ilime dair 270 kadar eseri vardır. Bazı eserleri şunlardır: 1-Kanun-fi't-Tıb. 2-şifa. 3-Necat. 4-El-Hidâyet. 5-El-İşârât ve Tenbîhat. 6-Risâle-fi'z-Zâviye. 7-Hikme-i A'lâ. 8-İbni Yakazan.
  • akide Îman, inanılan ve itikad edilen esas, inanç. isl. İman esaslarını, imanın kuvvetle bağlı bulunduğu temelleri anlatan bir terim. Bir şeker adı.
  • nısf (a.s. ç. ensâf.) Yarım, yarı.         o satırın nısf-ı evvelindeki seksen tevafuka ve nısf-ı âhirdeki yine seksen tevafuka tevafuk ediyor  
  • ZİR Ü ZEBER Altüst, karmakarışık, darmadağın. Paramparça.
  • üssü’l-esas Temel esas. Hakiki sağlam temel.
  • zeber f. Üst. Üst derecede bulunan kimse, amir, hakim.           Bütün neşrettiğim envâr-ı imaniye ile, onların fünun-u müsbete ve tabiat dedikleri muhkem kalelerini zirüzeber etmişim.
  • 1-ZİR 2-ZİR (C.: Zire) 1-f.    Alt, aşağı.    Tiz. Perde. 2-İnce kiriş.    Kadınlar sohbetini seven kişi.    Sazın en ince teli.
  • dağdağa Gürültü. Iztırab. Boş yere telâş ve zorluklar. Tereddüt etmek, karar verememek. Gıcıklamak.     Hattâ bir harfin nüktesini izhâr ederken, avcı ateş hattında, düşman topları zihnini ondan çevirememiş, harbin dağdağa ve dehşetleri mâni olamamıştır.