Risale-i Nur (Fach) / Lügat (Lektion)

In dieser Lektion befinden sich 4345 Karteikarten

--------------------

Diese Lektion wurde von enver1961 erstellt.

Lektion lernen

  • MÜCESSEM Cisim şeklinde olan, cisimleşmiş.
  • ÇENDAN Gerçi, her ne kadar. O kadar. Pek o kadar.
  • CELLE CELÂLÜHÜ Şanı yüce olan.
  • MUKARİN Yakın olan. Bitişen. Ulaşan. Ulaşmış olan.        Fakat bir insanın sana karşı ihsan niyeti o nimete mukarin olmuş. 
  • -endîş (f.s.) Düşünen, ölçülü, hesaplı davranan. (Âkibet-endiş: Her işin sonunu düşünen. Bed-endiş : Kötü düşünen.)
  • HOD Kendi. Miğfer, baş zırhı.  
  • HODENDİŞ f. Kendini düşünen. Kendi için endişe eden. Başkasının işine yaramayan.         Hodbîn adam hem hodgâm, hem hodendiş, hem bedbîn olduğundan;  
  • HUDÂBİN Hakkı ve hakikatı gören. Cenâb-ı Hakk'ı tanıyan.           Senin kemâlin hodbînlik değil, hudâbînliktedir.    
  • bîn Kelime sonuna ilâve ile "gören, görücü" mânalarına gelir. (Dür-bîn: Uzağı gören, dürbün.)             Eğer hakiki abd-i Hudâbîn isen, hududsuz bir safâdır, gör.
  • sülûk etmek yönelmek, yola girmek         hayatından vazgeçmiş mecnun bir cesur lazım ki; o yola sülük etsin
  • şehrâyin Panayır yeri. Şenlik; büyük hâkimiyet ve kuvvete âit sevinç, donanma.       Her tarafta bir sürûr, bir şehrâyin, bir cezbe ve neşe içinde zikirhâneler. Herkes ona dost ve akrabâ görünür.
  • BED  Fenâ. Kötü. Çirkin. Yaramaz. şer. şeni'.       büleğâların en büyük dâhîleri şu bedî üsluplara karşı, kemâl-i hayret ve istihsanlarından, parmağını ısırmış, 
  • elîm Acı veren, acıtan, ağrıtan. Çok şiddetli ağrı veren.         Hem o bedbaht, elîm bir dehşette ve azîm bir korku içinde kalbi parçalanıyor.  
  • HODGÂM (Hodkâm) f. Kendi keyfini düşünen. Kendini beğenmiş. Yalnızca kendini dert edinen.       Çünkü, hodgâm insan, bilmediği şeye düşman olduğu gibi, yetişmediği şeye de zıddır.
  • MUZLİM (a.s. zulmet'den.)  Karanlık, zulmetli, dehşetli. mec.Bilinmeyen, belirsiz, şüpheli, meçhul. Dehşetli, uğursuz.       Nûru birçok muzlim vicdanları aydınlatmış, kudreti birçok zayıf îmanlı insanlara cesâret vermiş, dehâsı birçok nasipsiz insanların rûhuna ilham serpmiş olan bu büyük adam, hiç şüphe yoktur ki, Said Nur Hazretleridir.    
  • SÜRUR Sevinç. Neş'eli olmak. Tahtlar. Yatacak yerler.       Onun içindir ki, Ramazan-ı Şerifte mü’minler derecâtına göre ayrı ayrı nurlara, feyizlere, mânevî sürurlara mazhar oluyorlar. 
  • 1-SENA 2-SENA 1-Şimşek parıltısı.    Ulviyet.    Yükseklik.    Aydınlık.    Bir ot ismi. 2-Medihle tarif.    Medhetmek, övmek. 
  • LETÂİF Mânevî duygular, güzel, hoş ve ruhla ilgili hisler.               Birinci Makam, Cennetin bâzı letâifine işaret eder.
  • nebeân Kaynayıp yerden çıkmak. Pınar suyunun çıkışı. Fışkırmak         Mübarek olan parmaklarından suyun nebeânıdır. 
  • GÜLENDAM f. Güzel endâmlı, boyu gül gibi nâzik ve lâtif olan.
  • gülabdan İçine gülsuyu konularak mevlüt gibi toplantılarda serpmeye mahsus kap.   Bu, çiniden, gümüşten veya altundan yapılırdı. Buhurdanlar ile birlikte bir takım teşkil ederdi.
  • FÂSIK Büyük günahı işleyen veya küçük günahta ısrar eden kimse. Kötü huylu, kötülük yapmayı alışkanlık haline getiren kimse. Sapkın, fesatçı. Hak yolundan hâriç olan. Allah'ın emirlerine karşı zıt hareket eden.     Kebâirle fâsık olur, fakat kâfir olmaz, kolaylıkla zındıkaya sokulmaz.  
  • CENAB Evin etrafı, çevresi. Cânib. Nâhiye. Büyüklük ifade etmek için, hürmet maksadı ile söylenir. Cenab-ı Hak, Cenab-ı Resül-i Kibriya (A.S.M.)... gibi. 
  • nedâmet Nadim olma, yapılan bir işten dolayı üzüntüye kapılma. Pişmanlık.           Zâhiren mağlûp bile olsa, kalben kin bağlar, adâveti idame eder. Eğer iyilikle mukabele etsen, nedâmet eder, sana dost olur.
  • raiyetperver halkına iyi davranan
  • tâzib Acı çektirme, sıkıntı verme, azap çektirme, incitmek. Azap verme, eziyet etme, eziyette bulunma. Boşuna yorma.            Cennet olmazsa belki Cehennem tâzib etmez.
  • VEFİYAT (Vefat. C.) Ölümler, vefatlar.             Bütün vefiyât-ı hayvaniye ve insaniye ise terhisâttır. 
  • DALÂLET İman ve İslâmiyetten ayrılmak. Azmak. Hak ve hakikatten, İslâmiyet yolundan sapmak. Allah'a isyankâr olmak. Şaşkınlık..     Ey kardeşlerim! Dikkat ediniz, sizi enâniyette vurmasınlar, onunla sizi avlamasınlar. Hem biliniz ki, şu asırda ehl-i dalÂlet ene’ye binmiş, dalÂlet vadilerinde koşuyor. 
  • işret İçki. Alkollü meşrubat. İçki içme. Alkollü içki kullanma.       "Evet, ben, işretten divâne olmuştum. Allah senden râzı olsun ki, cehennemî bir hâletten beni kurtardın"      
  • müferrah Ferahlanmış. Sıkıntıdan, üzüntüden kurtulmuş.       Biri rüyâ olduğunu bilir; lezzet almıyor. Onu müferrah etmez; belki teessüf eder.
  • MÜŞFİK Şefkatle seven. Acıyan, merhametli.           Sizin zabitleriniz, müşfik pederlerinizdir.  
  • 1-ASAR 2-ASÂR 3-ASAR 4-ÂSÂR 5-ASÂR 6-ASÂR 1-Toz. Sığınak. Atiyye, hediye. 2-Fakirlik. Güçlük. şiddet.  3.Vazifeler. Yükler. Cürümler. Kabahatler. 4-Öç almalar. İntikamlar. Eserler. İzler. Nişanlar. Abideler. Âdetler.  5-Kurumayıp daima sulanır çıban. 6-Yağcı, yağ satıcısı.
  • TAĞYİR (a.i. gayr'dan. ç. tagyîrât.) tagayyür 1-Başkalaştırma, değiştirme.    Bozma, ifsad etme.    İyiden kötüye dönüştürme. (Şu surette, o kitaplarda tahrifat, tağyirat çoğaldi)  2-Değişme, başkalaşma.     Bozulma.     Renk değiştirme. (bkz. tegayyür.) (madem, alemde ve herseyde tegayyür ve tebeddül var, elbette fanidir, hadistir, kadim olamaz.) 
  • TAHARRUK Yırtılma. Koparılma. Sökülme. Yarılma.
  • mûnis (a.s. üns'ten.) Alışılmış, alışılan, alışık. Ehlileşmiş. Sevimli. Ünsiyyet edilmiş. İnsandan kaçmayan, insana yakın, cana yakın, kanı sıcak.   Zîşuur ibâdından başka, Onun nuruyla, Onun hesabıyla taşı da, ağacı da birer mûnis arkadaş hükmüne geçer, lisan-ı halle bizimle konuşabilirler ve eğlendirirler.  
  • seyyid-i kerîm Sonsuz ikram ve ihsan sahibi, her şeyin efendisi olan Allah.
  • muvazzaf (a.s. ç. muvazzafîn.) Vazifelendirilmiş, kendisine görev verilmiş, vazifeli. Maaşla tayin edilmiş, maaşlı bir hizmette bulunan, maaşlı. Silahlı kuvvetlerde çalışan, meslekten subay ve astsubaylar.       Evet, görüyoruz ki, herhangi muvazzaf bulunan birşey, vazifesinden terhis edilmekle daire-i vücuttan çıkarsa, Fâtır-ı Hakîm onun çok suretlerini levh-i mahfuzlarda tesbit eder.  
  • MÜSTAKÎM (Kıyam. dan) Doğru, istikametli. Eğri olmayan, düz, dik. Hilesiz, temiz.     Nasıl ki, bir padişahın müstakîm bir memuru, onun daire-i memleketinde, hem her vilâyetin hududlarından suhûletle ve tayyâre, gemi, şimendifer gibi süratli vâsıta-i seyahatle gezer, geçer;
  • 1-TEFRİH 2-TEFRİH 1-Ferahlandırma, gönül açma, ferahlık verme. 2-Korkusuz kalmak.    Gelişme, filizleme. Yumurtadan çıkmak.         Bütün sadâlar ise, ya vazife başlamasındaki zikir ve tesbih ve paydostan gelen şükür ve tefrih veya işlemek neş’esinden neş’et eden nağamâttır. 
  • tevellüd Doğma, doğum, doğmuşluk.           Yani, "Ölmek için tevellüd edip dünyaya gelirsiniz; harap olmak için binalar yapıyorsunuz" diyor. İşte bu hakikati kulağımla değil, gözümle işitiyordum.
  • tuba Ne hoş. Ne iyi. Her şeyin iyisi ve efdali. İyilik, güzellik. Baht. Cennette bulunan ve kökü göklerde dalları aşağıda olan ağaç ismi. Çok berrak ve saf olan. Saâdet. Hayır. Devlet.     iki âlemin güneşi ve tûbâ gibi şecere-i Muhammediye (a.s.m.) çıkmıştır. 
  • zakkum Zakkum ağacı, meyvesi acı olan bir cins ağaç, ağu ağacı. Cehennem'de bir ağacın ismi, cehennemliklerin yiyeceği. Cehennemde yetişen ve acı meyvesi cehennemliklere yedirilecek olan bir ağaç. Gösterişi güzel, çiçekli ve zehirli meyvesi olan yâsemine benzeyen bir bitki ismi.
  • ADÜVV Düşman, hasım.         Adüvvü’d-dînden daha muzırsın.
  • batman Eski ağırlık ölçülerinden olup, iki okkadan sekiz okkaya kadar yeryer değişir. Ekseriya altı okkadır. Bu, hâlen kullanılan sekiz kilo kadardır. (Bir okka=1283 gr.) 
  • HİFFET Hafiflik. Mc: Onurlu ve vakarlı olmamak. Temkinsizlik. Akılsızlık. Hoppalık.     Binaenaleyh aklı olan, zararlı birşeyi, dünyevi, edna bir hiffet için tercih etmez.
  • MUARRİF (a.s. irfân'dan.) Târif edici. Anlatıcı. İzah edip bildirici. Tanıtan. Tercüman. Câmi ve tekkelerde Allah, peygamber, ashab ve hayır sahiplerinin adını anarak dua edilmesini sağlayan müezzin. O iki asker, o muarrif adamın sözünü dinledikten sonra, şu bahtiyar nefer sağa gider.  
  • okka/kıyye Dört yüz dirhemden oluşan bir ağırlık ölçüsü birimi, 1283 gram. belki herbir sahifesi bir okka şeker kadar beni memnun eder. RNK-Tarihçe-i Hayat/347
  • DİRHEM Yaklaşık şimdiki 3 grama denk olan eski bir ağırlık ölçüsü birimi. Eski okkanın dörtyüzde biri. Gümüş para. fık. Orta boyda olan, yetmiş tane buğdayın ağırlığı. (bkz. direm.)       Bu ifadede bir dirhem doğruluk varsa, üç dirhem yanlış var.  
  • SEFÂHET Zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük, sefihlik. Akılsızlık edip lüzumsuz yere, sonunu düşünmeden, hazz-ı nefs için masraf etmek.
  • MUGADDÎ (Mugazzi) Gıdalı, besleyici, gıdası çok, faydalı.           Bir lokma, peynir ve yumurta gibi mugaddî maddeden hediye kırk para, diğer lokma en âlâ baklavadan on kuruş olsa; bu iki lokma, ağza girmeden, beden itibarıyla farkları yoktur, müsavidirler.